Kayıtsız “kayıplar”ın dramı… (14)

Sevgül Uludağ

 Kayıtsız “kayıplar”ın dramı… (14)

 

22 Kasım 1963’te Leymosun’da bazı Kıbrıslıtürk “teşkilat” yetkilileri tarafından öldürülen ve “kayıp” edilen Osman Talat Hanifi, hiçbir zaman resmi “Kayıplar Listesi”ne konmadı, cinayetin suçu Rumlar’a atılmaya çalışıldı… Şehitler Albümü’ne “Rumlar 22 Aralık 1963’te kaçırıp şehit ettiler” diye yazılan Osman Talat, tam 55 yıldır “kayıp” – eşi ve iki oğlu vefat etmiş… Hayatta kalan ve onu arayan bir tek kızı Sultan Osman Talat var…  Leymosun’daki olası gömü yerinin kazılması için Sultan Osman Talat, İnsani İşler Komiserliği’ne başvurdu…

 

Babası 55 yıl önce “kayıp” edilen, babası “kayıp” edildiği zaman henüz beş yaşında bir çocuk olan Sultan Osman Talat’la röportajımızın son bölümü şöyle:

SORU: Martçıkları söyle bir da…
SULTAN OSMAN TALAT
: İşte beni alırdı, götürürdü, büyük ihtimalle İngiliz üslerinde golfa… Golfu da çok seven bir adamdı. Ben da işte nasıl vakit geçirecem, çocuk aklı… O delikleri mart kurtlarıyla doldururdum! Gelir, kızardı bana. “Yapma da kızacaklar sana” derdi. “Yasaktır, dolduraman bunlara…”
Hep ayakkabılarını hatırlarım adamın… Ütülü pantolonlar hatırlarım. Çünkü boyuma göre, görebileceğim bir tek orasıydı! Onları çok iyi hatırlarım…
Kardeşlerim daha fazla hatırlardı – bir yaş, bir yaştır çocuklukta… Daha iyi hatırlardı onlar, yüzünü, kendini…
Ben mesela çok iyi hatırlarım, sabah beni yatağa alsın, çok hoşuna giderdi. Annem, o, ortada da ben. Bir “Aslancık” şarkısı var, çocuk şarkısı, onu okurdu bana… En sonunda da ağlardım ben… Bir komedi filmi vardı, çocuğu sürekli ağlardı, ben da aynı!
Çok severdi çocukları… İlk çocuklarını da kaybettiydi karı-koca, yani annemin ilk hamileliğinde ikizdi kardeşlerim ve kaybettiler diye, birkaç sene de yapamadılar çocuk, o yönden çocuklara böyle düşkündüler çok.

Bir de kalabalık ailede büyümedi babam. Yani babam tek evlat sayılırdı. Düşün babam evden kaçtıktan sonra okumaya gitsin, amcam oldu.
Onun için severdi. Mahalledeki tüm çocukları da severdi. Hepsi böyle anlatırken, “Bizi gezmeye götürürdü” derler… Okutma… Aynı zamanda okutmayı da severdi… Yıllar yıllar sonra, bu tarafa geldikten sonra, Karpaz’dan bir adam geldi, “Polis kumandanıyım ben” dedi, “emekli oldum. Babana bir teşekkür edemedim ben” dedi. “Ve geldim yıllar sonra sana olsun teşekkür edeyim” dedi.
Dedim “Niye?”
“Sınavlar vardı” dedi, bilmem kaç senesinde “ve işte İngilizce’ydi sınavlar. Biz da köylü çocuğu, nereden ders alacayık, nasıl gireceyik diye düşünürken biri tavsiye etti, geldik ve kısa dönemde beni öyle bir hazırladı ki gittim, birincilikle kazandım sınavları!”
Sonra gene Yasemin vardır, Rumca haber okur BRT’de, o da halamın kızıdır. Büyük halamın ama… Yasemin Salcı… O da dedi ki, o da sınavlara hazırlanırdı ve galiba sınavları da “Hamlet” idi ve “Beni” dedi, “çalıştırdı, hiç unutmam, bir haftada bana Hamlet’i ezberletti” dedi.

E işte, biz göremedik… Biz göremedik…

SORU: A.Z.’ye gitmeyi denediniz miydi hiç?
SULTAN OSMAN TALAT
: Geldik, kardeşimi görmeye gitti A.Z., bu olayı yaşadık, bir ay sonra öldü…

A.Z. geldi, Karaoğlanoğlu’nda (Ayyorgi) kardeşimi buldu, itiraf etti ya…

SORU: Onu anlatmadınız…
SULTAN OSMAN TALAT:
Anlatmadım? İşte A.Z. rahatsızdı. Rahatsızmış. Ve kardeşimi aradı.

SORU: Hangisini? Mustafa’yı?
SULTAN OSMAN TALAT:
Yok, Mustafa ölmüştü. 1994’te olan olaydır bu. Kardeşim Korman’ı aradı bu. Dedeme ulaşabileceği tanıdıklarından buldu, sonra kardeşimi aradılar buldular, kahveye gittiler. Orada kardeşime itiraf etti.

SORU: Ne dedi kardeşinize?
SULTAN OSMAN TALAT:
“İşte maalesef biz yaptık. Çok özür dilerim. Yanlış yaptık. Bunun bilincindeyik…”
Yani bir vicdan muhasebesi yaptı orada. Tabii kardeşim bekleyemedi sonunu! Beklemedi! Keşke bana ulaşsaydı… Kardeşim yatırdı kendini masanın üstüne… Zor tuttular yani, boğmasın kendini…
Dedem o kadar çok bağlıydı bunlara çünkü bilmezdi yani adam. İşte bir Serdar, bir Çalışma Dairesi Müdürü, belediye bilmemnesi, vesaire… Saygı duyardı adam… Ve o gün dedem, kendi kulağıyla duydu…
Çünkü ben eve geldiğimde, kardeşimle dedemi kavgada buldum. Hiç yapmazlardı yani, böyle kavgaya girmezlerdi. Dedim “Nedir yahu olay?
Nedir yahu olay?”
Ben Korman’a kızdım tabii, kardeşime. “Sen nasıl davranın? Niye böyle yapan?” diye.
Dedem da sustu adam… Suçlu hissetti kendini.
Kardeşim dedi bana “Anlatayım sana, böyle böyle” dedi. “Bu pisliklere, bu katillere senelernan destek verdi, ‘Efendi, efendi’ dedi ve sonuç bu” dedi.
“Kendi kulaklarıyla duydu” dedi.
Ben dedeme sorduğumda, hiçbir yorum yapmadı bana… Da eğdi başını da kaldırmadı bile. İki ay sonra da dedem öldü. Kahrından öldü yani o adam ki bu kadar yıl neden o insanlara “Aman efendim, zaman efendim” dedi.
Niçin? Bana göre böyle yani…
Ya Eylül, ya Ekim’de öldü A.Z…. İki ay sonra da dedem öldü…
İtiraf etti yani…
Zaten Fadıl Çağda kitabı yazarken, biri geldi da uyardıydı Fadıl Bey’i. O da bana söyledi.
“Doğan Türk Birliği’nde otururlar” dedi, kızının yani benim konuştuğumu, böyle böyle kitap yazıldığını falan da suçladığımı A.Z.’yi söylediler… Da arasınlar A.Z.’nin kızını da dava açsın bana dediler… Yarım akıllılar…
“Yani bilginiz olsun” diye uyardılar Fadıl Bey’i…
Yani korku versinler bize da ne yazalım, ne konuşalım…
“Ma daha o kafadadırlar yahu?” dedim. Konuşuyorum kardeşim. Noldu sustuk? Kaç kişinin hayatını mahvettiler… Yani senden bir kişi ölür da olay biter, yok öyle bir şey… Bak üç tane evladı vardı bu adamın, daha değişik bir hayatımız olabilirdi ki eminim olacaktı – karısı kahrından öldü, ne derdi vardı? Yani suçu Kıbrıs’ta yaşamak, Kıbrıslıtürk olmak? Maalesef…