1963’ten beri “kayıp” olan ve Tekke Bahçesi’ndeki kazılarda kalıntıları bulunan Kaymaklılı Kemal Ahmet Hacıfehmi Goççino, Mehmet Ahmet Hacıfehmi Goççino ve Hüseyin Mustafa Vretçalı yarın defnedilecek…
1963’ten beri “kayıp” olan ve Tekke Bahçesi’ndeki kazılarda kalıntıları bulunan Kaymaklılı Kemal Ahmet Hacıfehmi Goççino, Mehmet Ahmet Hacıfehmi Goççino ve Hüseyin Mustafa Vretçalı’nın defin tarihi belirlendi.Buna göre Kaymaklılı bu üç “kayıp” için yarın (17 Kasım 2017 Cuma günü) sabah saat 10.00’da Tekke Bahçesi’nde defin töreni düzenlenecek. Kaymaklılı üç “kayıp” Kıbrıslıtürk için için önce Küçük Kaymaklı Camii’nde saat 09.30’da cenaze namazı kılınacak. Ardından Tekke Bahçesi’nde askeri tören düzenlenerek burada toprağa verilecekler.
Kaymaklı “kayıpları”ndan Hüseyin Mustafa Vretçalı’nın oğlu Ahmet Hüseyin Özbağlar:
“Babam herkese yardım ederdi, herkesle iyi geçinirdi…”
Kaymaklı “kayıpları”ndan Hüseyin Mustafa Vretçalı’nın oğlu Ahmet Hüseyin Özbağlar, dün akşam babasıyla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Ahmet Hüseyin Özbağlar yarın toprağa verilecek olan babası Hüseyin Mustafa Vretçalı’nın aslen Vretçalı olduğunu, 1940’lı yıllarda dedesi Mustafa ile ninesi Nezire Vretçalı’nın Vretça’dan Lefkoşa’ya göç ederek Küçük Kaymaklı’ya yerleştiklerini, hem hayvancılıkla uğraştıklarını, hem de dedesinin Küçük Kaymaklı kilisesi karşısında bir bakkal dükkanı çalıştırdığını anlattı.
Babası Hüseyin Mustafa Vretçalı ve annesi Pembe Vretçalı’nın da Küçük Kaymaklı’da hayvancılıkla uğraştığını, babasının daha çok keçileri ama bir miktar da koyunu olduğunu, 1963’te ilkokulu bitirince kendisinin okumak için Adana’ya gönderildiğini belirten Ahmet Hüseyin Özbağlar, babası “kayıp” edildiğinde kendisinin Türkiye’de öğrenci olduğunu, ancak aylar sonra babasının “kayıp” olduğunu öğrenebildiğini anlattı.
Annesi Pembe Hanım’ın Vretça yakınlarındaki Lapityu köyünden olduğunu, Bilal ve Aliye Süleyman’ın kızı olduğunu belirtti ve kendilerinin beş kardeş olduklarını belirtti.
“Kayıp” Hüseyin Mustafa Vretçalı ile Pembe Vretçalı’nın beş evladı Fatoş Zehra Uzun, Ahmet Hüseyin Özbağlar, Özer Mustafa Özbağlar, Ali Vretçalı ve Selma Özkut…
Kardeşleri Özer halen Avustralya’da yaşamını sürdürürken, kendisinin de uzun yıllar İngiltere’de çalıştığını ve sonra memleketine dönüş yaptığını anlatan Ahmet Hüseyin Özbağlar, “Babam kayıp edildikten sonra annem evlerde çalıştı, Meclis’in yanındaki lisede aşçılık yaptı. Babam kayıp olduğu için kendisine beş Kıbrıs Lirası maaş bağladılardı. Lisede aşçılıktan da sanırım beş lira kazanıyordu. O zaman ona “İki yerden birden maaş alaman” diyerek lisedeki aşçılık işinden kendini çıkardıydılar” dedi.
Babasına ve dedesine ait hayvanların da hepsinin kayıp olduğunu, bu kayıpların yetkili makamlar nezdinde kaydedilmiş olmasına karşın kendilerine tek kuruş tazminat verilmediğini anlatan Ahmet Hüseyin Özbağlar, “Babam herkesle iyi geçinen, kimseye zararı olmayan bir insandı. Pek çok Kıbrıslırum arkadaşları vardı. Kıbrıslırum komşularımız vardı, hepsiyle iyi geçinirdi. Mesela keçi sağar, Kıbrıslırum tanıdıklarına verirdi, hellim götürürdü. Babam da, annem de çok iyi Rumca konuşurdu. Babam o kadar iyi bir insandı ki diyelim evde yemek pişti, önce neneme, dedeme koyardı, kendi nenesine birer tabak önce onlara verir, sonra otururdu masaya…” dedi.
25 Aralık 1963’te Kıbrıslıtürkler Kaymaklı’dan kaçtıkları zaman “kayıp” Hüseyin Mustafa Vretçalı’nın kendi ninesi yürüyemediği için onu Hamit Mandrez’e kadar omuzlarında götürdüğünü, ertesi günü hayvanlarını yedirmek üzere ve “Nasıl olmasa Kıbrıslırumlar bize bir şey yapmaz” diyerek Kaymaklı’ya geri döndüğünü ve o zaman “kayıp” edildiğini belirten Ahmet Hüseyin Özbağlar, “Annem babamı yıllarca bekledi. Her esir değiş-tokuşunda koştururlardı Girne Kapısı’na… Anneciğimiz iki sene önce vefat etti. Babacığımı daima, her defasında gözleri dolarak hatırlardı, onu beklerdi. Son dönem bizi hatırlamazdı ama kocasını, annesini, babasını, dedesini hatırlardı…” dedi.
Vretçalı ailesinin acısını biz de paylaşıyoruz…
“Kayıp” Vasit Mustafa, 53 yıl aradan sonra bugün Çatoz’da toprağa verildi… “Kayıp” Vasit Mustafa’nın kızı Gonce Göksun anlatıyor…
“Bu Tekke Bahçesi olayı bizi mahvetti…” 2
“Annem portokala giderdi Güzelyurt’a (Omorfo) sabahın karanlığında. Yapıcı yanında çalıştı Girne’de Rumlar’ın yanında, lengerlerinan çamur taşıdı… Kışlık Taksim Sineması’nın içine bir ara fabrika kurdulardı, orada dikiş dikti…”
Gonce Göksun’la 1963 “kaybı” babası Vasit Mustafa, rahmetlik annesi Süheyla Zehra Vasit, o günlere dair hatıraları ve babasından geride kalanların Tekke Bahçesi’nde bulunmasıyla ilgili röportajımızın devamı şöyle:
SORU: Sonra anladıydınız ki babanıza bir şey oldu? Yoksa biri dedi size…
GONCE GÖKSUN: Vallahi o kadarını hatırlamam Sevgül Hanım, o kadarını hatırlamam. Bir da bu, Budak Pastanesi’nin önünde tellerle kapattılardı o yolu, bizim da evimiz aşağıda kaldıydı ya… O telleri hatırlarım… Çünkü annem bazan eve giderdi bize giysi falan alsın da herhalde beni da götürürdü yanında. Ya biz çocuktuk, kaçar giderdik? Bilmiyorum. Bir da o telleri hatırlarım, askerleri hatırlarım orada böyle, nöbet tutarlardı, oradan aşağı gidemezdik Londra Pastanesi’ne, bizim evimizin olduğu yere. Orada barikatlar vardı böyle tellernan kestilerdi hep oralarını, hatırlarım… Ondan sonra zaten çok sürmedi, dedem aldı bizi Serdarlı’ya götürdü…
SORU: Yani annenizi da aldı götürdüydü…
GONCE GÖKSUN: Bir sene, dedem bizi hep aldı yanına taşıdıydı… Ve oda yaptı, ilave ev yaptı.
SORU: Yani annenizin babası…
GONCE GÖKSUN: Evet. Annemin babası, adı Mehmet… İşte kardeşim Mehmet Yorgancı’nın adı ondandır. Nenemin adı da Emine… Bizim bir da isim hikayemiz var. İlk kızkardeşim Filiz doğduğunda Fatma demiş babam, annesinin adını. Rahmetlik Fatma nenem, “Yok” demiş, “benim adımı koymayın! “Adın batsın Fatma, canını yeyesin Fatma”, eskiden öyle hitap ederlerdi çocuklara… “İstemem” demiş nenem, “benim adımı koyasınız da çocuğa böyle şeyler söylesinler…” Tabii bu defa Filiz kondu. Sonra ben doğdum, Gonce kondu. Bu arada Fatma nenem rahmetlik oldu… Üçüncü oğlan geldi, tabii babasının adını koydu babam, Mustafa. Dördüncü kız geldiğinde, onun adı da Gül olacaktı. Filiz, Gonce, Gül diye… E babaanne rahmetlik oldu, bu defa babam “Anamın da adını isterim, anamın da adını koycam” dutturmuş. Ona Fatma kondu, şimdi o kızkardeşimi gördünüz, çok sinir olur, “Fatma” ismini hiç beğenmez, “Fatoş” kullanır.
Bu defa beşinci oğlan gelinca, babam gitmiş bandabuliyaya, annem söylerdi, oğlu oldu diye ısmarlamış, bayram yapmış… Onun da adını tabii Mehmet koydu, annemin babasının adı. Bütün bandabuliyaya ısmarlamış, sevinmiş diye annem söylerdi.
Anneme “Be anne, babam yaşasaydı, herhalde takımı kurardık” derdim. “Yani sekiz senede beş çocuk doğurdun…”
Yaşlarımız da yakındı, bazan da böyle çok kavga ederdik veya istediğimizi alamazdı, yapamazdı…
“Amaaan” derdim, “ne doğurdun bu kadar çocuk?” derdim falan böyle kendine… Ben sitem ederdim ama analı-babalılardan bizi çok, çok, kat kat iyi besledi. İnanaman Sevgül Hanım…
SORU: Babanız “kayıp” olduktan sonra nasıl geçindiydi anneniz?
GONCE GÖKSUN: İşte bir sene dedemin yanındaydık Çatoz’da. Sonra geldik, iaşe verirlerdi bize o zaman, onu hatırlarım. Çocuk arabasında giderdik, kuyruğa dururduk… Böyle işte onu bunu verirlerdi. Aile sağolsun, teyzeler, dayılar… Hasan dayım, o gün bizimle laboratuvara gelen, yengemi belki da tanın, Fatma Hanım, Sağlık Kurulu Sekreteri’ydi eski… İlk Sağlık Kurulu Sekreteri’ydi yengem, o da Gönendere Ortaokulu’nu bitirdi, ondan sonra liseyi bitirdi. Onun babası da “kayıp”tır. Fatma Hasan… Kızkardeşi Siddigaba’nın da Ayvasıl şehitlerinden ailesi var, kocası… Onlar Ayvasıl’da yaşardı o zaman. Her neysa… Dayım bekardı, yanımızda Yapı Sanat’ta talebeydi, lise talebesiydi, dayım kaldı bizimle evlenene kadar. Ondan sonra Sevim teyzem, onun kocası da babamın işçisiydi. Sinemalarda gençler önlerinde sandviç kola satarlardı ya, eniştem da işçisiydi babamın, hatta teyzemle ordan pişirdilerdi işi! Hatırlarım onu da! O kaldı bir epeyi - nikahlıydı teyzemle – bizimnan.
Ondan sonra annem, “Daha kimseyi koymam yanıma” dedi. “Ben” dedi “artık yalnız yaşamasını öğrenecem…”
Bir da Allah rahmet eylesin, nur içinde yatsın, benim kayınpederim… Kaynanam da üst katta… Kaynatamın adı Berber Hasan… Çarşıda gazete satardı, Alirıza’nın dibinde… Berberdi, erkek berberi… O benim kayınpederimdi. Kaynanamın adı da Aliye. Aligüllüler’den… İşte kaynanam daha bir sene olmadı öleli… Kadın iki günün içinde gitti. İşte onlar bize çok sahip çıktı. Çünkü kaynanamın da büyük kızı evlendiydi, benim bey ile küçük oğlu o zaman 65’te harp vardı diye kaynatam iki çocuğunu baldızına yolladıydı Londra’ya. Kaynanam da kaldıydı en ufaklarıynan, on sene sonra bir çocuk daha doğurduydu. O bir yaşındaydı. El bebek, gül bebek, kaynanam onunla kaldı. Onun bir tane, annemin beş tane… Heryere beraber giderdik. Hatta alırlardı beş arşın kumaş, annem keser biçer ikisine dikerdi. O onun başına kınayı yakardı, çünkü onlar üstte otururdu hanaylarda, biz da altta Şakir’in Bahça’da…
SORU: Canyoldaşı…
GONCE GÖKSUN: O kadar yani… Ben onu kaynanam olduktan sonra değil, kaynanam olmazdan önceki hatırı daha büyük benim yanımda.
SORU: Yani Şakir’in Bahça’da kalmaya devam ettiniz…
GONCE GÖKSUN: Tabii, 74’e kadar… Köyden işte bir sene sonra geri geldik, annem bu arada portokala giderdi Güzelyurt’a (Omorfo) sabahın karanlığında. Yapıcı yanında çalıştı Girne’de Rumlar’ın yanında, lengerlerinan çamur taşıdı… Kışlık Taksim Sineması’nın içine bir ara fabrika kurdulardı, orada dikiş dikti… Bir ara bu yengem kendini Akıl Hastanesi’ne yerleştirdiydi, oraya girdi, barınamadı. Orada gördükleriynan yaşadıkları çok bozdu kendini. Çünkü çok kötü şeyler gördü. Sinirleri bozuldu, kaçtı ordan.
Yani ayda bir, devlet bize başladıydı maaş bağladılar. Tabii cüzi bir miktardı 74’e kadar, bilin… Her aybaşı, Sevgül Hanım, hiç unutmam, o Anibal… Ondan bize döner alırdı. Bütün yaz Anibal açıktı, bizim ev orada, tam karşısında… Ve biz o kokuyu çekerdik çocuk olarak hergün…
Normal kebap kokusu değil bahsettiğim, döner kokusu… Çünkü kebabı Çatoz’da dedem fazlasıyla yapardı – üç tane düğün yaptıydı evlatlarına, dillere destandır o düğünler… Kına geceleri davar kesti, o değil bahsettiğim. Bahsettiğim döner kokusu, o farklı bir koku… Evde yapamayacağın bir yemek. Yoksa kebabın alası… Eskiden galif vardı, dedem orada galif altında, kışla vardı, mücahitlere kebap satardı… Ve şeftaliyi ben sarardım. Öyle 12-13 yaşında, ortaokulda, şeftali sarardık. Dedemle beraber kebap işi yapardık. Ama bu döner olayı… Her ay ödenirkandan ilk işi annemin, bize döner alırdı…
Giderdim ve o Saffet Anibal, babamla aynı gece, bilin ya…
DEVAM EDECEK