KKTC Başsavcılığı’nın Afrika Gazetesi’ne karşı açtığı dava sonuçlandı ve gazete beraat etti.
Uzun süren duruşma süresince her zaman iddia ettiklerimizi hitabımızda da söylemiştik.
Ben, duruşmanın hitabında bu davanın sonucunun kim olduğumuza, nasıl bir gelecek düşündüğümüze cevap niteliğinde olacağını belirtmiştim. Değerli meslektaşım Av. Mine Atlı da mahkeme önünde sömürge hukuku ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi bulunduğunu ve seçimin bu ikisi arasında yapılacağını ifade etmişti.
Öyle oldu. Mahkeme Kıbrıslı Türklerin batıya dönük aydınlık yüzlerine, çağdaşlık seviyelerine, daha demokratik ve özgür bir ülke olma hayaline yanıt verdi.
Karar açıklanırken, salonun kırık dökük, eskimiş, İngiliz döneminden kalma pencerelerinden içeriye dolan ışığa bakıyordum.
Dışarısı aydınlıktı, gök maviydi, yargıç içtihat kararlarını sıralıyordu, “hoşgörü”, “insan hakları”, “ifade özgürlüğü” dedikçe ben yarını düşünüyordum.
Karar bittiğinde, evet yarın daha güzel olacak diye geçirdim aklımdan, döndüm yoldaşlarıma, demokrasi mücadelesinde birlikte yürüdüğüm insanlara sarıldım, alkışlar devam ediyordu.
Biz bu küçük adada, bu kadar az insanız. Umutlarımız var elbette ama çoğu zaman da vazgeçişlerimiz var. Biliriz tarihi yazan insandır ve insan hakları mücadelesi aynı zamanda her zaman ilerlemeyi gerektirir, yürümeyi, haykırmayı, haklarınızı söke söke almayı gerektiğinde.
Bu karar tarihi bir karardır ve yanıttır aynı zamanda bizi yönettiğini sanan karanlık odaklara, zavallı mercilere, gözü dönmüş faşizme, yanıttır.
Bu karar, cesaretli, onurlu ve hürriyet istenci ile yazılan bir karardır.
Karar öncesinde kim sonuca dair fikrimi sorduysa yanıtsız bıraktım. Hiçbir öngörüm yoktu. Çünkü her zaman söylediğim gibi bu dava siyasi bir davaydı ve talimatla açılmıştı, hukuken tutarlı hiçbir tarafı yoktu, tanık şahadetleri güvenilir ve itibar edilebilir değildi, akademiden gelen tanıkların hazırladığı yazılar kara komediydi, suçun unsurları kesinlikle ispatlanmamıştı ve her şeyden önemlisi de bu kolaj bir siyasiyi konu edinmesi nedeniyle AİHM kararları ile değerlendirildiğinde ifade özgürlüğü kapsamındaydı. Bunu biraz AİHM kararlarını okuyan, kafasını kurulu düzene secde etmekten vakit bulursa kaldırıp dünyadaki örneklere bakan herkes görebilirdi. Niyeti başka olanların ve bu fanusa tıkılı kalıp, kafasını durmadan cama vuran, dünyayı buradan ibaret görenlerin elbette sonuçtan anlayabileceği bir şey yoktu,
Çünkü “gönüllü körlük” o kadar derindi.
Şimdiki zamanın birkaç gazetecisi bu kararın ardından, mahkemeden daha bilgili oldukları için (!?) halen bu kolajın hakaret içerdiğini söylüyorlar ve aynısını normal vatandaş olan kişilere karşı kullanmak için başkalarına işaret gösteriyorlar.
Anlaşılan yakın zamanda hazırlanın, çok güleceğiz.
İfade özgürlüğü ve basın özgürlüğü konusunda öğrenecekleri daha çok şey var. Elbet bu kararı okumaya başlayarak konuya giriş yapabilirler ancak eğilip, büküldükleri yerlere baktığımızda bu çabanın beyhude olduğunu da söyleyebiliriz.
Bu karar çok önemli bir kazanımdır.
Bu karar Kıbrıslı Türklerin direnirlerse, birlikte mücadele ederlerse kendilerine kurulan pusuları çok kolay aşabileceklerini göstermesi açısından örnek bir mücadeledir.
Duruşma 8 aya yakın bir zaman sürdü. Bu süreçte büyük bir dirayetle ve inançla saatlerce sanık kutusunda bekleyen Ali Osman Tabak ve Şener Levent sonunda zafere ulaştılar. Onların nezdinde zafere ulaşan aslında tüm Kıbrıslı Türklerdir.
Davanın Recep Tayyip Erdoğan’ın, dönemin Başbakan Yardımcısı ve Kıbrıs İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Recep Akdağ’ın ve TC Lefkoşa Elçiliği’nin talimatı ile açıldığını her zaman söyledik. Bu iddiamız duruşmada sunulan belge ile de kanıtlandı.
Karar sonucunda kaybedenler ve kazananlar ortaya döküldü, satranç tahtası dağıldı, piyonlar üzüldü.