“İstediğim hayatı yaşıyorum, böyle yaşamaktan mutluyum” demek ne kadar olası pek bilmiyorum ama Kıbrıs’ta yaşamak bu sözleri söylemek için çok uygun bir coğrafya değil diye düşünüyorum.
Özellikle benim gibi 60’lı yıllarda veya daha önce doğanlar için bunu söylemek hiç mümkün değil.
Daha doğrusu toplumsal huzursuzlukların başladığı yılların öncesi birlikte yaşamanın belki de ‘dayanılmaz hafifliği’ hissedilirken bu rahatsızlıkların, çatışmaların başladığı yıllardan sonra o hafifliğin hissini bilebilmek olasılığı ortadan kalktı.
Kimilerine göre 60, kimilerine göre 55, kimilerine göre daha az yılların getirdiği, yaşattığı Kıbrıs’taki huzursuzluk önümüzdeki günlerde bir bitiş sürecine girer mi, yoksa başka hesaplar yine buradaki toplumların, Kıbrıslıların önündeki hayata kelepçe vurur mu şu an için bilemiyorum ama bunu kimsenin de bilebildiğini sanmıyorum.
Geçenlerde tartışıyorduk; İnsanların değişmediğini, yıllar önce kafalar ne ise hâlâ o kafaların devam ettiğini savunanların karşısında 30-40-50 yıl öncenin kafalarıyla, düşünce biçimleriyle şimdinin düşünce yapılarının aynı olmadığını savunuyordum.
Dünyada her şeyde evrimleşme yaşandığı gibi, insanın düşünce biçiminde de evrimleşme sürecinin devam ettiğini düşünüyorum.
Kıbrıs’taki iki toplumu göz önüne alırsak yıllar önce yaşanan çatışmaların, karşılıklı ateş açmaların, gözü kapalı savaşmanın, her iki taraftan yaşanan kayıpların şu an için yaşanamayacağını düşünüyorum, belki de öyle olmasını istiyorum.
Ancak dediğim gibi evrimleşmenin beyinlerde de devam ettiğini, eskiden kedi-köpek kavgalarının insan ilişkilerinde de “kedi-köpek gibisiniz” benzetmelerine yansımasının bugün için geçerli olmadığını söyleyebilirim çünkü artık günümüzde kavgalar, kovalamalar yerine kedi-köpeklerde dostluğun örneklerini yaşıyoruz.
Kedi-köpek ilişkilerinde bile evrimleşme yaşanırken insanlar arasındaki ilişkilerin yerinde sayması zamanın matematiğine ters bir durum olur.
Onun içindir ki ben her zamanki ‘umut’ hissimi içimde taşıyorum ve artık Kıbrıs coğrafyasında yaşamanın da eskiden olan ‘dayanılmaz hafifliği’ hissettirebilecek bir hale geleceğine inanmak istiyorum.
Yüksek binalar bir daha…
Londra’da bir yüksek binada çıkan yangın, ülkemizde de özellikle Girne’de her gün yükselen binaları yine gündeme getirdi. Londra’da ölü sayısının 100’ü bulması endişesi yaşanıyor çünkü henüz yangının enkazının altında ne kadar canın olduğu belli değil.
Girne’deki binalara gelirsek; Olası bir yangın için gerekli düzenlemeler var mı? Fazla bir dumanda, hafif bir ateşte devreye girecek su sistemi binalarımızda var mı, böyle bir sistem bina projelerine onay verenler tarafından arandı mı?
Binaların hepsinde yangın çıkış merdiveni var mı, faal durumdalar mı? Peki itfaiyemiz!.. Bildiğimiz kadarıyla 7-8-10 katlı binalarda yangın çıkması durumunda ulaşacak itfaiye merdiveni yok. 10. kattaki yangını söndürecek bir ekipmanımız yok. Peki bu binalar nasıl onay alıyor, nasıl yapılıyor!
Kendi adıma bıktım usandım artık… Söylemekten, yazmaktan gına geldi ama yapanlar, onay verenler hiç tınmadı…
Çıktık sonra çıkıyor, yapıldık sonra yapılıyor. Bu neyin kafası, anlamak zor.
Trodos’ta tur günü…
Londra’dan tatile gelen bacanakla birlikte birkaç gün önce doğduğu köy Vreçça’ya gittik… Daha önce defalarca gitmesine rağmen her geldiğinde, her Vreçça’ya gideceğinde ilk kez gidecekmiş izlenimini edinirsiniz… Öyle bir heyecan, öyle bir özlem ki!.. Her gidişinde de aklındaki sorulara yanıt arar… Bildiği yolu değil de bilmediği, aklında olan veya çocukluğunda oralardan geçtiği ama şimdi hatırlamaya çalıştığı yolları arar köyüne ulaşmak için… Biz de öyle yaptık… Kermiya kapısından çıkıp Trodos üzerinden Vreçça’ya ulaşmanın yollarını aradık… Gerçek anlamda ‘yol’dan söz ediyorum… Saatlerce Trodos’un üzerinde dolaştık durduk dersem yalan olmaz… Patika yollar, off-road yollar dolaştık da dolaştık… Sonuçta bir yerden Vreçça’ya ulaştık ama yine olmadı! Umduğu yoldan, bulmak istediği, ulaşmak istediği yoldan ulaşamamışız… Ben sonunda ulaştığımız için mutluydum ama o, bu sefer gelişinde denemelerinden vazgeçmeyeceğini söylüyor. Yukarıdaki resim de o civarlardaki bir doğa harikası… Şu zamanlarda az da olsa akan derenin üzerine uzun yıllar önce kurulmuş köprü… Her zaman facebook’ta arkadaşların paylaşımlarında görüp gideceğim yerlerin arasına kattığım yerdi. Sonuç bana yaradı gibi!..
Olur olur…
“Bu kadarı da olmaz” dedirtiyor ama sanki bu hükümet yapınca o kadar da garip gelmiyor… Ercan İşletmesine ek dört yıl daha verilmesiyle ilgili kararın alındığı tarihte Bakanlar Kurulu toplantısında Dışişleri Bakanı Ertuğruloğlu olmamasına rağmen toplantıda olduğu tarih gösterildi ve o tarihte kararın alındığı şekilde karar resmi gazetede yayınlandı. Ertuğruloğlu itiraz etti. Bu kez resmi gazetede tarih değiştirildi ve tekrar basıldı. Olmaz mı? Burası KKTC. Hükümet UBP-DP. Çok normal!
Bira tüketimi
Kıbrıslı Rumlar bira tüketimini artırmışlar… Bir istatistik bilgi yayınlandı ve geçen yılın Mayıs ayına göre bu yılın Mayıs ayında bira tüketimi güneyde artarken, ihracat da önemli oranda düşmüş. İhracat düştüğü için mi Rum dostlar bira tüketimini artırdılar yoksa, tüketim arttığı için mi ihracat düştü bilmiyorum ama bu haberi okuyunca ben de bir bira içmek istedim, öyle de yaptım zaten!..
İnsan ulaşamadığı her şeyin “delisi”, ulaştığı her şeyin “nankörüdür…
PABLO NERUDA