Nurduran Duman
nurduranduman@gmail.com
İnsanlık, zamanında evlerimizi her türlü tehlikeli sürüngene, canımıza malımıza zarar veren börtü böceğe karşı koruyan, ruh sağlığımızı kollayan kedileri, nasıl etti de sokaklara koyuverdi, anlaşılır değil. Kimi ülkelerde sokaklardan bile alıverdi, hele bu hiç anlaşılır iş değil. Son zamanlarda bilgi kırıntıları bombardımanı altında hemen her konuda kafası karışmış bir tür olan insan, “mesele” olana bir tanım yaptı mı, bir ad taktı mı onu meşrulaştırıyor, dahası meselenin böylece çözüldüğünü varsayarak rahatlıyor. Neymiş? “Sokak hayvanı”. Neymiş sokak onların doğal ortamı. Kimi ölecek kimi kalacakmış, kim daha güçlüyse türdeşlerine zorbalık edebildiği için sokakta barınabilecek, kim bir insan bulur kendini sevdirirse eve terfi edecekmiş… Böyle doğal ortam olur mu? Sokaklar orman mı? Dağ başı dağ eteği mi? Köy meydanı mı? İnsanın çöpünü karıştırıp hayatta kalmaya çalışmak doğal mı? İnsan türünün kendini bilmezlerinin tekmesine, eziyetine maruz kalmak doğal mı? Kendini bir eve atmaya çalışmak için türlü taklalar atmak?.. Bu özgür ruhlu canlıların yaşam alanı yalnızca ev duvarları arası, -şanslılarsa- balkon havalandırması da olmamalı. Her çözümün daha iyisi, her iyinin bir öte iyileştirmesi vardır. İnsan kedilerin yaşamını iyileştirdiğinde kendi yaşamını da iyileştirmiş olacak. Medeniyet, sözcüğün bilindik tanımına göre buradan ölçülebilir mi bilinmez ama, bazen neredeyse terliksi hayvanınkine benzer bir yaşam becerisinden öte bir beceriye sahip olamayan insanın yüzde yüz yaşam becerisi edinmesi için de bir ölçü olabilir kedilerin nasıl yaşam sürdüğü. Bir fırsat. Anadolu insanının, özellikle de İstanbullunun bu meselenin sorumluluğunu üstlendiğini, bu fırsatı gönülden ve iyi değerlendirmeye çalıştığını İstanbul sokaklarını dolaşmış, İstanbul evlerine konuk olmuş olan herkes bilir.
İstanbul kediler için en kendine özgü kent. Biricik daha doğrusu. İstanbul kedileri de çok uzun zamandır dünya insanlarının ilgisini çekmiş durumda, hatta yine çok uzun süredir sosyal medyada #catsofistanbul etiketiyle her gün konuşulmakta. Şimdi bir de bu etiketin altını çizecek, altı çizilesi bir filmimiz var: ‘Kedi’. Ceyda Torun’un çektiği bir belgesel. Bu filmin zemini, kedilerin kent işi vahşi ile kentleşmiş evcil yaşam arasında hayat kavgası verdiği, yine de bu çok zorlu işin yanında her birinin kendi farklı karakteriyle varlık alanlarını yaratabildiği bir olur olmaz yer… İnsanlar için ise kent ile doğa arasında hâlâ ekmek parası kazanıp soluk alabildikleri, insan kalabildikleri bir olmaz olur mekân. Sokak, çarşı pazar. Sonra evler, pencereler, balkonlar, elbette çatılar… Kedi filmi, kedilerle insanların kader birliği ettiği yaşamlardan, bu yaşamları misafir eden mekânlardan derlenmiş bir İstanbul öyküsü, zamanın belleğine emanet edilen seksen dakikalık bir kayıt.
Sarı, Duman, Bengü, Aslan Parçası, Gamsız, Psikopat, Deniz… Ev tepelerinden, masa altlarından, tezgâh üstlerinden, kayıklardan iskelelerden peşlerine takılmış izleyen kameraya günlük yaşamlarını oynayan yedi kedinin hikâyesiyle insanların hikâyelerine dolanıp sarılan, dallanıp budaklanan bitmez bir İstanbul bu. Gönül bahçesi geniş insanların hem kedilerini ve kedileri konuştuğu, hem İstanbul olduğu… Kedileri seven kollayan, onlardan iyilik bulduğunu anlatan esnaf, ev hanımı, ressam, yazar, karikatürist, işçi, hurdacı, pazarcı, balıkçı… Güzel sürprizler Mine Söğüt ile Bülent Üstün’ün de aralarında bulunduğu türlü meslekten, yaşam biçiminden türlü koca yürekli insan.
Ceyda Torun, filmine bir balıkçı teknesi ile Avrupa-Anadolu yakası arası deniz yolunu, Galata Kulesi, Samatya, Kandilli, Nişantaşı, Cihangir gibi semtlerdeki mahalleleri mekân olarak seçmiş. Buralardaki kedi hikâyelerine kendini daha yakın hissetmiş olmalı; Anadolu yakasından hiç kedi kahramanımız yok. Kadıköy, Moda, Kuzguncuk, Üsküdar kedileri olmayınca, tüm dünyaya aslında Anadolu kültürünü de işaret ederek İstanbul insanını söyleyen bu ses biraz kısık kalmış gibi. Çünkü “kediler ve İstanbul kedileri” de “İstanbullular ve iyi insanlar” da onlarca filme konu, karakter olacak denli özgün, çok. Belki de Torun bu belgeselin devamını çeker. İstanbul’un kedilerle ortak hayat paylaşan kitabevleri, yayınevleri, tiyatroları, üniversiteleri, başka birçok yüzleri de var.
Belki başka yönetmenler de kendi gözleri dilleriyle kendi “İstanbul Kedileri” filmlerini çekmeli. Kedi İstanbul için yaşamın bir parçası olduğu gibi bir kültürel değer de. Ayrıca bu yaratık, edebiyat için olageldiği gibi sinema, sanat için de insan ve varoluş temasıyla yan yana yürüyen (z)engin bir tema. Başka kentlerin kedilerini, kentlilerini de hesaba katarsanız hele bir de… Hepsiyle birlikte ise sosyoloji için kıymetli bir malzeme.
Filmde geçen kentsel dönüşüm meselesi örneğin. Kentsel dönüşüm nedeniyle bir kentin sokaklarından kediler sürülmüşse, sürülecekse, oradaki çarşı pazar, esnaf da sürülecek demektir. Bu da sosyoloji bilimi için pas geçilemez bir alan. Filmdeki her kedi, karakteri, sürdüğü yaşamla filmin bazı sorunlara, sorunsallara değinmesine de fırsat vermekte. Örneğin Samatya’nın kedisi Psikopat, mahallesinde hem insanlara hem kedilere sözünü geçiren güçlü bir dişi kedi olarak kadınlık konusuna değinilmesine imkân vermiş. İstanbul’un başka semtlerindeki kedilerle bu konuya ve diğer konulara başka türlü de bakılabilirdi elbette. Bizimle birlikte ormanlardan, dağlardan, köylerden kasabalara, kentlere gelen kediler ve bizimle birlikte köyden kasabaya eklenerek kente, mega kente uzayıp genişleyen İstanbul, upuzun hikâye.
Bu belgesel özellikle sinema sosyolojisi alanında hareket eden sosyologların odaklarına almaları gereken iyi bir örnek olabilir. Müzik sosyolojisi alanı da kullanılan şarkılara bakabilir. İlk sahne Barış Manço’nun “Arkadaşım Eşek” şarkısıyla başlıyor, sonra diğer harika şarkılar geliyor, aralarında Mavi Işıklar’dan Fındık Dalları, Erkin Koray’dan Deli Kadın da var.
Birçok uluslararası festivalde gösterilen Kedi filmi Türk sinemalarından önce ABD’de gösterime girip bu ülkede en çok izlenen Türk filmi, en çok izlenen ikinci belgesel oldu. Geçtiğimiz haftalarda Türkiye’ye de gelen filmin, ABD gösterimleri hâlâ devam etmekte. Böyle giderse belki de orada en çok izlenen belgesel olur. Birçok mecrada en iyiler arasında sayılmaya başladı bile. 2018 Oscar ödüllerinde belgesel dalında aday da gösterilirse, ne güzel olur!
Henüz izlememiş olan meraklısı, çoğunlukla gülümseyerek seyredeceği, yer yer salondaki karanlığa kahkahalar katacağı, bazen de gözlerinin dolacağı bir deneyime hazır olsun.
Yazarın kişisel notu:
Epey zaman önce, fırtınalı bir kış gecesi, ilk andan insanı olduğum kedim Evren evime, yaşamıma füze gibi girip yerleşti. Beni, tüm dünyamı değiştirip dönüştürdü; dünyanın başka türlü dönmesine yol açtı. Kalbimi genişletti, dahası bana hiç bilmediğim bir bilginin varlığını öğretti, ‘el bilgisi’ kazandırdı. İşte o günlerde yazdığım şiirdir. İlk kez bu mecrada okurla paylaşılıyor. Bir İstanbul kedisi olan Evren her gün en az bir kez bahçeye sokağa çıkar, bir süre dolaşır gelir; bazen de seslenirim, duyar gelir. Sokak, bahçe, ev, evin içi hep Evren’indir. Maması suyu bereketli, şansı sevgisi bol olsun.
evdeki kedi
sevgiliye varmak için
vapura yetişmeye
dizeler yetiştirmeye şiire
uçuşup koşarız ya sokakta
koşulurmuş öyle
evdeki kediye de
Nurduran Duman