Geçtiğimiz hafta, Işık Kitabevi’nin “Tasarım ve Gerçeklik” üst başlığı ile sunduğu Kitap Fuarı’ında “Siyasette Yeni Arayışlar” üzerine bir tartışma gerçekleştirdik. (i)
Orada da belirttiğim gibi, siyasetimizde birbiri ile ilişkili iki temel etmene bağlı ciddi bir kriz olduğunu düşünüyorum. Krizin adı da iktidarsızlık! Siyasetin iktidarsızlığı! (ii) Öncelikle geniş ölçekte, siyasetin Neoliberal zamanlarda, halktan aldığı gücü kullanamadığı ya da daha naif bir ifade ele devretmek durumunda kaldığı söylenebilir.
Çağımız, tekdüze siyasi projelerin, alternatifsizliklerin, tek modellerin, aynılaşmanın, güvensizliğin ve belirsizliğin çağı. “Güvensizlik ve belirsizlik” en belirgin özellik. Birey, topluluk, toplum, hiç kimse kendini güvende hissetmiyor. Geleceğe değil sadece, bir sonraki güne dair belirsizlikler, yaşamların endişe, kuşku ve kaygı ile devam etmesini sağlıyor. Kapitalizmin yeni aşaması Neoliberalizm ya da Post Fordizm bizi hem yalıtıyor, hem yalnızlaştırıyor hem de vatandaşı güçsüzleştirerek güvensizlik ve belirsizlik sarmalına itiyor.
Neoliberalizm, kendi öngördüğü ekonomik modelin dışına çıkmanıza veya bunu sorgulamanıza asla izin vermiyor. Öngördüğü, ekonomik modeli hayata geçirebilmek için en temelde başvurduğu yöntem ise siyaseti, ekonomik süreçlerin dışına savurmak. İnsan hayatı için elzem olan adil, özgür ve eşit bir düzene dair temel unsur olan ekonomik düzenleme iradesini elinizden alıyor. Siyasetin rolü, “tek ekonomik akıl” olan modelin dışında işlerle uğraşmak, diye de not ediyor. Hayatın tüm düzenlemesini karını maximize etme derdinde olan bir şirket mantığına indirgeyerek, bunu kültürel anlamda çoğaltıyor. Dili, düşünce şekli, davranış şekli, tüketim alışkanlıkları her şey bunun üzerine kuruluyor. Vatandaşı tüketiciye, devleti şirkete indirgeyerek, toplumsal davranış kalıplarını bu yönde şekillenemeye zorluyor. Artık “ortak iyi”nin çekirdeği olan iyi vatandaş, sosyal sorumlulukları, yasal hak ve yetkileri olup, ahlaki duruşu yansıtan olmaktan giderek çıkıyor. Aslolan iyi bir tüketici olmanız ve sistemi yeniden üretmenizdir. Yani, tüketeceksin, özelleştireceksin, kemer sıkacaksın, bütçeni denkleştireceksin, ekonomik gelir dağılımına kafayı takmayacaksız, adaleti var olan sistem üzerinden tanımlayacaksın, özgürlüğü var olan sistem/durum sanıp tüketen vatandaş olarak düşüneceksin, eşitlik zaten hikâye bir şey... Bu modele ya da bu akıla karşı çıkan her türlü direniş noktasını da kıracaksın!
Sendikalar, toplumsal örgütlenmeler, aydınlar, aktivistler. bu türleri marjinal ilan edip, dışlayacak, sistemin ötesine paketleyeceksin.
Şiddet, Neoliberal model ve aklın asla vazgeçmeyeceği, vazgeçmesi mümkün olmayan bir şey. Bunu sağlayan aygıt ise, tüm kurum ve güçleri ile tanıdık bir aygıt: Devlet. Devlet, neoliberallerin, kurtarıcısı. Her zaman kendilerinden yana olması gereken bir aygıt. Herzaman gerekli! Öyle bir ara ifade edildiği gibi, küçük, etkin, işlevsel devlet işleri artık tedavülden kaldırıldı. Çünkü devlete ve bürokrasiye ciddi anlamda ihtiyacı var Neoliberalizmin. Çünkü devlet sistemin devamı için çok değerli bir aygıt.
Alternatif mücadele alanlarını, yolları ve öngörüleri tamamen küçümseyerek ve halka ilişkilerin “yüksek bilimsel metodları” ve kanaat teknisyenlerinin “algı oyunları” ile yok ederek yol alanlar size şunu diyor: “tevavüz kaçınılmazdır, bari zevk almaya bakın.” Bu nokta bizi çok temel bir noktaya geriletiyor: İnsan gibi insan olacak mıyız, olmayacak mıyız?
Bu anlamda çok uzağa gitmeye gerek olmadan belirteyim, Neoliberal pratiğin en müstesna temsilcisi aslında yanıbaşımızda: AK Parti.
Bizim diyarda siyasetin iktidarsızlığı, uzun süredir KKTC’yi normalleştirmeye ve bize de bunu yutturmaya çalışan AK Parti siyasetinin uygulamaları, sosyal mühendislik projeleri, raporları, algı yönetimleri, tartışmaları ile dolu...
KKTC, bir vesayet rejimidir. Bu rejim değişmeden ve Federal Kıbrıs oluşmadan, Kıbrıslı Türkler kendi kendilerini yönetip, onurlu bir şekilde yaşama sarılamayacaklar. Bu temel gerçek, adadaki durumun olağanüstü olduğunu, Kıbrıslı Türklerin toplum olarak varoluşunu koruyacak ekonomik ve sosyal önlemlere ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Türkiye’nin adanın kuzeyi üzerindeki hâkimiyetini göz ardı ederek, Kıbrıslı Türklerin ada üzerindeki gücünü (siyasi, idari, ekonomik ve sosyal bağlamlarda tek tek açılıp tartışılabilir) sağlama yolu açılmadan, bu yolu inşa etme ihtiyacını öngörmeden siyasi sonuç elde etmek mümkün değildir.
Buradaki siyasi yoksullaştırma meselesi ise, toplumun duyarlılıklarını yanlış okuyarak, toplumsal mücadele kapasitesini eriten ve giderek, yapılması gerekeni bildiği halde farklı gerekçeler uydurup farklı yola sapan “sinik” anlayıştan kaynaklanmaktadır. Bu noktada dönüştürücü siyasetin temel dayanağı olması gereken gerçeklik, kurguya kurban edilmekte ve siyaset yalanın, uydurmanın sahte dünyasında kendine ezik bir şekilde yer bulmaya çalışmaktadır. Elbette bulur ancak bu alan, biatın siyasi alanındır ve burdan bir şey çıkmaz.
Ben panelde, bunları anlattım. Ve bana peki ne yapmamız gerekir diye soran izleyici/katılımcı dostlara, değişimin öznesi sizsiniz, toplumdur. İsterseniz değiştirebilirsiniz dedim. Bize kim yol gösterecek diye sorulduğunda ise şunu anlattım:
Brecht’ın “Galileo Galilei” oyununda şöyle bir bölüm var dedim. Oyunun bir yerinde oyun karakterlerinden Andreas, Galilei’nin başına gelenlerden etkilenerek şöyle fısıldar: “Kahramanları olmayan ülkeye yazıklar olsun”.
Bunu duyan Galilei, yerinden kalkar ve şunu der yüksek sesle : “Asıl, kahramanlara ihtiyacı olan ülkeye yazıklar olsun.”
Benim tercihim elbette ikincisi dedim ve devam ettim.
Yani Fuarın posterinde yer aldığı üzere, Kediyi (gerçeklik) bize Baykuş (tasarım) olarak pazarladıklarında buna itiraz etmediğimz sürece, yol almamız mümkün olmayacaktır.
------------------------------------------------------
(i)Gerek izleyici sayısının yüksek oluşu gerekse üç saati aşkın bir süreyi alması bakımından memnuniyet verici olduğunu belirtmeliyim. Elbette bizi buluşturan Nahide Merlen’in hakkı her zaman baki.
(ii)Siyasetin iktidarsızlığı ifadesini ünlü sosyolog Zygmunt Bauman yaygın olarak kullanıyor.