Christos Christofides
chrichrini@ymail.com
Çeviren: Seda Argün
Her yerde çokça görüldüğü üzere, milli çıkarların ortaya çıkarılacağı durumlarda, kitle iletişim araçları genellikle devletin de onayı ile hükümet politikalarını her zaman olduğundan daha fazla desteklemektedir. Özellikle de ülkede savaş var ise, medya etkin bir şekilde devletin propaganda makinesine dönüşmekte ve kitlesel komplo ile kıyaslanabilecek bir ‘uyum’ oluşmaktadır. Bu gidişat otomatik olarak doğru kabul edilirken subjektif veya tek taraflı içeriğin varlığı hiçbir zaman incelenmemektedir. Bir diğer deyişle, bu tür durumlarda, “biz” kavramıyla iyiler ve her zaman haklı olanlar, “diğerleri”yle ise kötüler ve yanlış tarafta olanlar ifade edilmekte ve “biz ve onlar” ikilemi yaratılmaktadır. “Düşman” olan tarafa ait karşıt görüşü ortaya koymak hatta ifade etmek, bunu yapacak olanın ihanet ile suçlanma riskini doğuracaktır ve bu, aslında çok zor bir görevdir.
Aynı şekilde, her zaman için geçerli olmasa da basın, ana akım politika veya siyasi partilerin kendilerine ait veya bağlı oldukları diğer tarafların sahip olduğu politikalar ve/veya siyasi parti menfaatleri ile ekonomik çıkarlarına hizmet etmektedir. Bundan dolayı da savaşın olduğu veya uzun süredir devam eden sorunların olduğu durumlarda, medyanın sergilediği duruş aslında hükümet, parti veya hizmet ettikleri ekonomik çıkarlar doğrultusunda olmaktadır.
“Etnik” sorunun yaklaşık elli yıldır çıkmazda olduğu Kıbrıs’ta, bu iki genel kural özellikle kendini göstermektedir. Her ne kadar da bir kişi yukarıda söylenenlerin, gazetecilerin bu ortamda tamamen tarafsız olamayacağı ve kendi tarafları için “adil” olduğunu düşündükleri olgulardan etkilendikleri gerçeğinin doğrudan bir sonucu olduğunu iddia etse de, söz konusu uç noktalar olduğu zaman kişi aynı iddiayı ortaya koyamamaktadır. Siyasi veya ekonomik çıkarlara hizmet ettiklerinden veya “vatanseverliğin” sattığını düşündüklerinden ötürü genellikle olayların olumsuz yönlerini yansıtmakta ve ellerinden geldiğince olumlu yönleri göz ardı etmektedirler. Çoğunlukla basmakalıp ve altı boş sloganları kullanmakta ve haberleri saptırıp, yanlış yansıtıp veya senaryolar yaratarak ateşli tartışmaları kışkırttıkları haberleri “üretmektedirler”.
Ve tabii ki de kullandıkları kelimeler benzerlik göstermektedir. “Diğerini” gücendirecek, sinirlendirecek, rahatsız edecek ve hatta aşağılayacak kelimeler, ifadeler ve kavramlar kullanıyorlar. Kimi zaman bu o kadar mekanik veya otomatik bir şekilde yapılıyor ki, olay komik bir hal alıyor; örneğin okullar söz konusu olduğunda “sözde” üniversiteler ve “sözde” profesörler ifadeleri kullanılıyor ve TV veya radyo kanalları ise isimleri ile anılsa da “yasa dışı” bayrak şeklinde yazılıyor; “Ara Bölgede sözde salyangoz ararken vuruldu”! gibi.
Yapılacak şey bu mu, bunları yapmak kaçınılmaz mı? Savaş ve bölünmenin izlerini taşıyan Kıbrıs gibi bir ülkede, basının barış inşa etmede bir rolü var mı? Tabii ki var. Basının toplumsal değişim ve kalkınma, kabul etme, hoşgörü, güven ve barış konularından öncü bir role sahip olabileceğine ve olması gerektiğine inanıyorum. Zor zamanlarda iletişimimizin kalitesi ve hassas dil kullanımı güven tesis etmek adına çok fazla önem arz etmektedir. Çünkü kelimeler önemlidir!
İşte bundan dolayı, profesyonel medya gruplarının küresel bir koalisyonu olan Etik Gazetecilik Ağı ortaklığında AGİT Medya Özgürlüğü Temsilciliği Ofisi’nin Kıbrıs’ın her iki tarafındaki medya tarafından kullanılan olumsuz kelime ve ifadeler için alternatifler sunacak bir sözlüğün oluşturulması için yaptığı “meydan okumayı” kabul ettim. Dr. Bekir Azgın, Esra Aygın, Maria Siakalli ve ben, projenin uygulamasını üstlendik.
Sözlük, tüm gazetecilerin karşılaştığı zorluğu ortaya koyuyor: tüm topluluklar adına Kıbrıs’ın karmaşık durumunda profesyonel şekilde haber yapmak. Gazetecilerin adanın geleceği ile ilgili müzakerelerden sorumlu olmadığı bilinmekle birlikte; yaklaşımları, durumu haber yapma şekilleri ve hatta kullandıkları kelimelerin dahi meydana gelecek algı ve kamuoyunun görüşü üzerinden doğrudan bir etkisi bulunmaktadır. Gazeteciler ve medya, milliyetçi duygular ve derin yaralarla oluşan kin ile yıllardır devam eden bölünmenin getirdiği gerçekleri göz ardı etmemelidir. Bunu göz ardı ederlerse aptallık yapacakları ortadadır. Gazeteciler ve medya, farklı geleneklerden gelen insanlar arasında daha iyi bir anlayışı yaratırken; serbestçe haber yapmanın etik zorlukları, gazeteciliğin diyaloğu nasıl etkileyeceği ve yeni fikirlere nasıl kapı açılacağı üzerine fikir paylaşımı yapmalıdırlar. Sözlük de bu sürece bir katkı niteliği taşımaktadır. Medya sahipleri, editörler ve faal gazetecilere haberlerini ve yazılarını şekillendirme yolları ve kullandıkları dili tartışmaları için bir davettir. Bizler, hem Rumca hem de Türkçe olarak gazetecilerin yazılarını hazırlarken kullandıkları dili yakından inceledik. Gazeteciliğin kullandığı ifade bakımından güçlenip kısıtlanmaması gerekliliğini ve aynı zamanda da tartışmalı kelime ve ifadelerin medya yazımında gerekli olup olmadığı olasılığını dikkatlice göz önünde bulundurduk. Eşit etkiye sahip fakat gereksiz dargınlığa yol açacak kelimeler kullanmayı gerektirmeyen farklı bir anlatım şekli var mı?
Bu sözlük, bir bütün olarak kullanılması istenen bir şey değil. Tıpkı medya etik kılavuzları gibi, gazetecilerin kullandıkları kelimelerin etkisini anlamalarına yardımcı olacaktır. Toplumlar arasındaki çatışmaya katkıda bulunmadan söylenmek istenenlerin alternatif şekillerde nasıl aktarılabileceğini düşünmeye sevk eden bir kaynaktır. Bunun yanında, olayların sunum şekli hakkında gazeteciler arasında fikir alışverişini de tetikleyecek bir kılavuzdur. Sözlük için, öneri, iyileştirme ve düzeltmelere açığız ve bu konuda herkese çağrıda bulunuyorum.
Fakat maalesef ki, her iki tarafın da tek taraflı anlatımlarına meydan okumaya çalışan her şey reddedilmektedir. Tıpkı yazarları gibi, sözlük hakkında, henüz daha sunulmadan Güney’de gazeteciler de dahil olmak üzere milliyetçilerden çok ciddi ve etik olmayan eleştiriler gelmiştir. Bu eleştiriler, sözlüğü okumamış kişilerce yapılan yalan ve çarpıtmalara dayanmaktadır. Şunu söylemem gerekir ki, milliyetçilerden sözlüğe ilişkin bir eleştiri ve ayaklanma bekliyorduk da, bu boyutta ve bu kadar nefretle olmasını beklemiyorduk. Bu da yaptığımızın doğru olduğunun bir kanıtıdır. Yaptığımız işten pişmanlık duymuyoruz ve inanıyorum ki ayaklanmaların dindiği şu dönemde sözlük daha iyi bir şekilde karşılanacak ve yazıldığı amaca hizmet edecektir.
*Bu yazı, 11 Aralık 2018’de “Arif Hoca Belgeseli” adlı etkinlikte Basın-Sen Lokalinde sunulan konuşmanın çevirisidir.