İnsan kurduğu cümlelerin sorumluluğunu taşıyor. Ağır bir sorumluluk bu... Cümleler, hayata müdahale araçları çünkü... Çoğu zaman beceremeseler de onu tanımlamaya ve değiştirmeye çalışan araçlar... Öylesine güçlüler ki yazıya dönüşünce bütün bir dünyayı taşıyabiliyorlar harflerinin incecik, kırılgan, çırpı bacaklarıyla... Kelimeler, sevgi kadar şiddeti de sırtlanıyorlar. Bir başkasını, hem en yücelere çıkarabiliyor hem de en derinden yaralayarak yıkımına vesile olabiliyorlar. Başkalarından gelen kelimeler sayesinde kanatlanıp uçabiliyor ya da onların getirdiği cehennemlerde yanabiliyoruz. Her aşk kırıklığı bir anlamda bir “kelime kırgınlığı” da değil midir? Bir de bakışlar var tabii, konuşurken konuşmaz olan; sevgiyle ışırken kara duvarlar ören… Bunlar, görüntüler olarak kalır belleğimizde. Aslında kelimeler de bazen görüntülere dönüşürler içimizdeki film yönetmeni sayesinde. Bellek hiçbir şeyi silmiyor, sadece solduruyormuş belli dönemlerde. Kelimeler ise yazıya geçtiklerinde zamana direnebiliyorlar. Bazen onlar da yok oluyorlar kuşkusuz; bir yerlerde yayımlanmamışlarsa, kütüphanelere giren kitaplara dönüşmemişlerse.
Kelimelerle kurduğumuz anlatılarda ise başka sorunlar var. Aynı olaya dair çok farklı anlatılar kurulabilir. Bellek, oluşturduğu bağlam çerçevesinde seçici devşirmeler yapıyor çünkü… “Gülün hafızası” şiirimden aşağıda alıntıladığım dizelerde iletildiği gibi:
……………………………
Susarsın
Susmak ki susuzluktur
gönül bahçelerinde
her hikaye yanlıştır başkasının dilinde
Bir tarih yazdım
ikimize dair
Solan gülün hafızası
dalından koparıldığı ana dair.
Kelimelerin gücü cezbediyor pek çok insanı... Bu, hayatta daha kolay sahip olunabilecek bir egemenlik alanı gibi geliyor. Onlara ulaşmak için mücadele etmemiz gerekmiyor. Zaten içimizdeler ve bizim denetimimiz altındalar. En yalnız, en çaresiz anlarımızda bizi “öteki”lere ulaştırabiliyorlar. Sevgiye, tutkuya dönüşebiliyorlar; nefret ve kine de...
Kelimeler en serseri gezginleridirler yeryüzünün. Onlar bizim gidemediğimiz yerlere gidebilirler ve oralarda bazı kalpleri aralayabilir ya da karartabilirler. Bazen hayal edebileceğimizin bile ötesinde etkileri olabilir. Uçup gittikleri uzak yerlerde tutkulu ateşler yakabilirler.
Kelimeler, kimi zaman kontrolsüz biçimde öylesine çıkarlar ağzımızdan. İçimizdekini; gerçekten hissettiğimizi eksik ya da yanlış aktarabilirler Derinden duyumsanan, kendini kelimelere teslim edince başkalaşır. Kimi zaman bize oyun oynarlar: müziklerinin büyüsüne kapılıveririz. Onları beceriyle kullanabilme gururu ile şımarır ve kendimizi başkalarına gösterebilmek için zücaciye dükkânına giren bir fil gibi dalarız aralarına.
Böylesi durumlarda önemli olan kelimelerle sergileyeceğimiz beceridir; onların nerede, ne sonuçlara yol açacağından çok.
Kelimeler aracılığıyla kişilerarası savaşlara gireriz. Bir düelloda kılıç yerine kullanırız onları; başkalarını anlama aracı olmaktan çıkarıp yaralama aracına dönüştürebiliriz
Bizim kelimelerimiz, kimi zaman bizim tarafımızdan değil de başkaları aracılığıyla aktarılır ötekilere. Bu “telefon oyun”unda başkalaşırlar.
Kendi kelimelerimiz bir gün bize geri geldiklerinde onları tanıyamayız.
Bir yandan da, hayatın Babil kulesinde, kendi dilimizin hapishanesinde tutar bizi kelimeler. Cümlelerimizin, bizim bilmediğimiz bir başka dile dönüşürken anlam açısından bir başkalaşım geçirip geçirmediklerini bilemeyiz.
Bazen çevirmenler sinsi oyunlar oynayabilirler. Bizim bilmediğimiz o dilde erk sahibidirler nasılsa ve çok kolay çekebilirler numaralarını.
Bunu ben mi uydurdum yoksa bir yerden mi işittim bilemiyorum. Hikâye şöyle: Çevirmenler dil bilmeyen iki devlet başkanını çevirmektedirler. Kasıtlı yanlışlar yaparak öyle bir çevirirler ki sonunda barış olur!
Şiirde hep tartışılır çevirinin rolü. Şiirin, yalnızca kendi orijinal dili içinde anlamlı olduğuna dair görüşler vardır. Ben ise hep onun en çok da çeviriye yakıştığını düşünenlerdenim.
Bütün şiir yazma edimi başlı başına çeviriden ibaret değil midir zaten? Önce kendi iç sesimizi kendi dilimizin ve becerimizin sınırları içinde ana dilimizdeki kelimelere çevirmekteyiz; sonra bir başkası bunu bir başka dile... Mesele önce bizim sonra da çevirmenin becerisinde. Bizim sesimizi bir başka dilde en yakın biçimde ifade edebilmesinde.
Hayatta önemli bir avuntu vardır kelimelere dair: Her şeyimizi elimizden alsalar bile onlar hala vardırlar. Nerelere gidecekler ne yapacaklardır bilemeyiz. Hep kendilerini en derinden işitecek birilerini arayıp dururlar. Biz ölsek de yaşamaya ve içimizdeki sesi duyumsayabilecek o güzel insanları aramaya devam eder onlar.