Ulus IRKAD
ÖNCE BİR ÜLKÜ YURDU MAHALLELİ-BİR ÖĞRETMEN VE ESKİ BİR BELEDİYE BAŞKANININ ARDINDAN…
Eski Maliye Bakanlarımızdan Salih Coşar’a öncelikle nereli olduğunu sorsanız önce “Baflı” daha sonra da Ülkü Yurdu Mahalleli olmakla gurur duyduğunu söyleyecektir. Şimdilerde emeklilik yaşayan Salih Coşar hakkında 1974 öncesi de Baflılardan hep öğücü sözler duymuşumdur. Salih Coşar’ın akranlarından Zeynel Arıkan da önemli bir Ülkü Yurdu Mahallelidir. Onlardan büyük olmasına rağmen Rahmetli Hüseyin Kanatlı da bana Salih Coşar hakkında geçmişte güzel şeyler anlatmıştır. Aynı mahalleden çıkıp önemli devlet görevlerinde bulunan eski Eğitim yetkililerinden ve önemli yerlerde görev almış Ali Süha için de duyardınız bu övücü sözleri… Aslında Rahmetli Rauf Denktaş için de övücü sözler söylenmekte ama küçükken çok yaramaz bir çocuk olduğu konusunda Rahmetli Hıfsıye abla da bana çok öyküler anlatmıştı Baf’ta. Hıfsıye abla Rahmetli Polis Kani Karaderi’nin kayınvalidesiydi ve anlattığına göre Denktaşlar 1920’li yıllarda Baf’tayken, eski Baf milletvekili Sobutay Irıkoğlu ve babası Ali Ratip Bey'in evlerinde kalmaktaydılar. Çok küçük olmasına rağmen küçük Denktaş, Ali Ratiplerin yüksek balkonundan aşağıdaki kum kümelerine atlamakta ve annesini de telaşlandırmaktaymış.
Bu senenin Baflıların deyişiyle Mağusa için “gudumsuz-hayırsız” olduğunu söyleyebiliriz. Sene başından itibaren bu dönemin maalesef olumsuz ve hayırsız olduğunu söyleyeceğim. Dün 1974 öncesi Baf’ta gerek Orta 3’te gerekse 1974 Savaşı’ndan önce Lise 2'de “Fizik” öğretmenim olan Kemal Çelik’in cenazesindeydim. İnanın Baflılar için “Gudumsuz-Hayırsız” denilen bu günler içinde geçen haftalarda ailelerimizle birlikte çolcuklarımız ki aile ve çocuklar arasında akrabalar ve öğrenci velileri arasında öğrencilerim de vardı. Öğretmen Koleji’nden arkadaşım emekli müdür Sevinç Bundak Hanımın torunu da dahil, Recep Kılıç ve Feriha Yiğittürk öğrencilerimin çocuklarıyla gene ilkokulda okuttuğum Havva öğrencimi kocası ve çocuğuyle ve de diğer dostlarımız ve arkadaşlarımız veli ve çocuklarımızı kaybetmemiz beni derinden etkilemiştir. Onlara buradan başsağlığı ve rahmet dilerim. Bazı ailelerimizin iki çocukları ve anneleri birden rahmetli oldu. O kadar üzüntülüyüm ki anlatamam. Öğrencilerimizi ve ailelerimizi Adıyaman’da kaybetmeden önce üç yıl okuttuğum Helinimizin bir cinayete kurban gitmesi de yüreklerimizi burkan talihsiz bir olaydı.
Geçen gün teyzem rahmetli Ayla Ayral’ın mevlidi sırasında Baf Kurtuluş Lisesi 1974 öncesi Fizik öğretmenim olan Kemal Çelik’in ölüm haberiyle 1994 yılında birlikte ABD’ye burs alıp eğitim için birlikte gittiğimiz Hanımefendi arkadaşım Nazif’in sevgili babası İsmet Baykur Bey’in ölüm haberi ulaştı bana. Baflıların veya Kıbrıslıların deyişiyle “gudumsuz”luk devam etmekteydi.
Kemal Çelik, Baf Kasabası’nın Ülkü Yurdu Mahallesinde çocukluğunu geçirmişti. Baf Kurtuluş Lisesi’nden mezun olan Çelik BKL’de eğitimi sırasında derslerinde başarılı olması kadar bilhassa basketbol sporunda da başarılı bir öğrenciydi ve sıkı bir Ülkü Yurdu Kulübü takipçisiydi. Fizik dersinde kafalar yoruldu mu bazen Ülkü Yurdu mahallesinde geçen çocukluğundan bahseder, yorulan kafaları tekrar derse döndürür ve dersine büyük bir ciddiyetle devam ederdi. Espritüeldi ve bu yeteneğini derste de çok güzel kullanırdı. Çünkü dersi ağırdı ve derse ilgiyi çoğaltmak için bu yeteneğini çok etkili bir şekilde kullanırdı. Aynı anı tekniğini orta 2’de bizi okutan Rahmetli İzzet Kombos Hocamız (Piskobulu) da kullanırdı. Mesela İzzet Hocamız Erenköy Bölgesi’nde, 1964 savaşında, sıkı yaylım ateşiyle arkadaşlarıyla geriye çekilirken, bir ağıl içinde o kadar susamış ki, belki de hayvanların bıraktığı yerde bir su birikintisi görmüş ama bir arkadaşının, o yaz kavurucu sıcaklığı içinde, bu su birikintisindeki suyu içmek için kendisinden önce suya saldırdığını, onun bu suyun zehirli veya içilemeyecek kadar kirli olabileceğini söyleyerek onu oradan uzaklaştırdıktan sonra, kendisinin bu suyu içtiğini anlatır ve derste de gülerdi. Kemal Çelik’in de benzer anıları vardı. Mesela Makarios’un, onların öğrenci olduğunu öğrendikten sonra Erenköy mevzileri yanına kadar kamyonlarla yiyecek getirip döktüğünü, onların bunu, komutanlarının da emriyle reddettiklerini ama daha sonra bazı arkadaşlarının geceleyin oraya gizlice giderek yiyecekleri aldıklarını anlatmıştı Baf’ta bana 1974 öncesi…
Kemal Çelik, öğrencilerini seven ve mutlaka onlar ve aileleri hakkında bile öyküler bilen, fıkralara önem veren ve eğitimde bunu çok güzel bir anlatım tekniğiyle kullanan bir öğretmendi. 1974 sonrasında Canbulat Lisesi’nde öğretmenlik ve daha sonra da Mağusa’da Belediye Başkanlığı yaptı. Ne yazık ki o dönemler Belediye’nin gelir kapasitesi bayağı azdı ve izlediğim kadarıyla Belediye Başkanlığı döneminde bayağı mali zorlukları olmuştu. Ama buna rağmen gene de Belediye’yi başarıyla yönetti ve insan ilişkilerini burada da kullandı. Görevini bitirdiği zaman Belediye’yi sorunsuz bir şekilde devretti.
Belediye Başkanlığından sonra rahmetli Kemal Çelik, Baf konusunda anılarını da muhafaza ederek huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşadı. İstediğim zamanlar benimle söyleşi yaptı ve bana eski Baf anılarıyla beynindeki o zengin öykülerinden bahsetti.
Kemal Çelik, öğretmenliğinden sonra sadece Belediye Başkanlığında değil önemli bir siyasetçi olmanın da yeteneklerini sergiledi. Bu yıl olumsuzluk ve üzüntülerle yeni yıla başlayan Mağusa’nın artık olumsuzluklarının biterek mutlu bir şehir olmasını dilerken, tüm kaybettiğimiz, çocuk ve velililerimizin anısına saygılarımı belirtir, Kemal Hocamızın Anısı önünde de saygıyla eğiliyorum…
İSMET BAYKUR’A SAYGIYLA
İsmet Bey’i 1975 yılında Eylül ayında Namık Kemal Lisesi’ne gelince tanımıştım. Ben, Baf’tan, savaştan dolayı, Mağusa’ya geldikten sonra oraya kayıt yaptırdığımda, Namık Kemal’de sekreterdi. 1975 yılında, savaş çıkmasaydı, Baf Kurtuluş Lisesi’nden mezun olacaktım fakat savaş dolayısıyla Baf’ta esir düşünce, orada bir sene beklemek mecburiyetinde kalmıştım. Daha sonra Kıbrıslırum esir öğrencilerle, orada Baf’ta mahsur kalmış Kıbrıslıtürk mahsur öğrenciler değiştirilecek ve Kuzey’e geçecektik. Önceleri ailem de gelmediği için Ağustos ayına kadar beklemiş ve Baf’tan gelen Baflılarla birlikte Mağusa’ya gelip yerleşecektik. Mağusa Maraş’ı iskana açılacaktı. Son seneyi okumamıştım ama Türkiye o sene bayağı burs vermişti Kıbrıslıtürk öğrencilere. Siyasallardan tutun tüm okullara kadar… Rahmetli babam “Sen bir sene okuyamadın hazırlıksızsın” demişti. Bu yüzden son sınıfı okumak için Namık Kemal Lisesi’ne kayıt yaptım. Tabi verilen burslar o sene içindi. Aynı bolluğu artık göremeyecek ve ertesi sene mecburen üniversite sınavlarına girecek fakat istediğim üniversiteyi kazanamayacaktım. Şimdi bile iyi mi yaptım kötü mü yaptım zaman zaman düşünmez de değilim.
Namık Kemal’den mezun olduktan sonra bir de Öğretmen Koleji sınavlarına girerek, aynı gün belki Adana’da kontenjan kazanırım diyerek Adana’ya teyzemin oğlu Mustafa Karaderi’nin yanına gidecektim ama oradaki durumların pek de iyi olmadığını görecektim. Sağ ve sol arasındaki durumlar savaştan da kötüydü ve daha sonraları daha da kötü olacaktı. Normal demokrasi olan bir ülkede olsaydı, bu öğrencilerin arasındaki farklılıklar zenginlik olarak addedilir, bu fikir ayrılığından sentezler ve demokratik düşünceler, hatta empatiyle hoşgörü de üretilebilirdi ama Türkiye’nin egemenleri, bu ayrılıklardan kaos ve buhran çıkarmaktan başka, hatta bu farklılıklardan kaos çıkararak bu kaosun darbeye dönüşmesini sağlamaktaydılar. Aslında konum bu değil… İsmet Bey’i Öğretmen Koleji’ni bitirdikten sonra pek görmedim. Zaten Kolej ve askerlik diyerek 1980’lerin başlarında Mağusa’da öğretmenliğe başladım. Yaklaşık onbir yıl “Şehit Osman Ahmet İlkokulu”nda öğretmenlik yaptım. Mağusa’da birçok tanıdık arkadaşım ve meslektaşım oldu. 1991 yılında aslında İngilizce Öğretmeni de olduğumdan dolayı İngilizce öğretmenliğine Gazi İlkokulu’nda başladım. O cici ve güzel öğrencilerimle aynen Osman Ahmet İlkokulu’nda olduğu gibi orada da karşılaştım. Şehit Osman Ahmet İlokulu’ndaki öğrencilerimin saygı ve sevgisini de elbette unutamam.
Gazi İlkokulu’nda gene o yıllarda benim gibi İngilizce öğretmeni olan Nazif Baykur adlı Hanımefendi arkadaşımızla tanıştım. O başka okuldaydı ama bana muhakkak gelip danışırdı. Elbette bizden küçüktü ama öğretmenliğe son derece heyecanla sarılan ve sınıf içinde çocuklara faydalı olmaya çalışan bir arkadaşımızdı.
Nihayet,1994 yılında ABD’ye Connecticut Üniversitesi’ne Nazif ve gene birlikte on arkadaşımız ve de Güney Kıbrıs’tan da on meslektaşımız birlikte burs kazandık. ABD’ye gitmeden önce tüm arkadaşlar karşılaşıp görüşmekte ve ne yapacağımız konularında tartışmakta ve hatta daha bilgisayar görmediğimiz için bilgisayarların nasıl kullanılacağı konusunda bölgemizdeki üniversitelere de gitmekteydik. Eğitim bakanlığı da bizlere uzman olan müfettişlerle kurslar vermeye başlamıştı. O zamanlar bilsayarlarda sadece “Excel” programları bulunuyordu. O program konusunda bilgilendirildik. O dönemlerde bu temaslar sürerken Nazif’in saygıdeğer ailesiyle karşılaştım. Kızkardeşleri Firdevse ve Fatoş Hanımefendiler de onun gibi bilgiye susamış, İngilizce diline vakıf ve devamlı okumakta olan insanlardı. Rahmetli annesi Tufan Hanım’ın incelikleri ve misafirperverliğini, babası Rahmetli İsmet Baykur Bey’in nazik yaklaşımlarını unutamam. Aile tüm bireyleriyle İngilizce kitaplar okumaktaydı ve Nazif’in de İngilizcesi bayağı çok iyiydi. O da çeşitli kitaplar okumakta ve kendini geliştirmekteydi. İsmet Bey, kızlarının aydın insanlar olması için elinden geleni yapmaktaydı. İsmet Bey, hanımı ölünce gene hanımefendi ve çalışkan öğretmenlerimizden Zerrin Hanımefendiyle ikinci izdivacını yapmıştı. Mutlu bir aileydiler. Aileyi bu şekilde tanımıştım. Her zaman İsmet Bey’le durup konuşurduk. O, benim için Hanımefendi meslektaşım, kızkardeşim gibi sevdiğim-saydığım Nazifimizin babasıydı. ABD’de Nazifimizin ailesinden de gelen inceliklerini, insancıllığını da unutmadım.
Bugün İsmet Bey’i de ebediyete uğurladık. Çok kültürlü bir ailemizin çok kültürlü bir babasını kaybettik. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Hep aydınlıklar içinde kalsın…
*** GEÇMİŞLE YÜZLEŞME KONUSUNDA DÜNYADA NE GİBİ ZORLUKLAR YAŞANIYOR?
“Travma sonrası stres bozukluğu yaşayan Boşnaklar’ın durumunu, pandemi ve Ukrayna savaşı ağırlaştırdı...” (2)
Emine Dizdareviç, Lamiya Grebo
Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BIRN
*** Mierala Osmanoviç ise savaşı hatırlamıyor ancak Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun hayatına damga vurmuş olduğundan emin... Srebrenitsa soykırımında hiç tanımamış olduğu iki erkek kardeşi öldürülmüş, Srebrenitsa katliamından iki sene sonra dünyaya gelmiş kendisi. Osmanoviç, Srebrenitsa’nın düşüşü ardından yaşananları ve bunun akıl sağlıklarını nasıl etkilediği, ana-babalarından çok daha fazla bilincinde olan genç ve eğitimli bir kuşaktan geliyor. Henüz ilkokuldayken anne-babasının nereli olduğunu duyanların kendisine nasıl da farklı davrandığı gözünden kaçmamış.
*** “O günlerde insanların annemle babamın başına gelenlerin, benim de başıma geldiğini varsaydıklarını anladım, yani ben de istesem de, istemesem de, o öykünün parçasıydım” diyor Osmanoviç. Kuşaklar arası travmanın kendisini nasıl da biçimlendirmiş olduğunun artık çok daha fazla bilincinde – bu deyiş, kuşaklar arasında travmaların aktarılmasına ilişkin karmaşık fenomen için kullanılıyor fakat bu konu henüz Bosna-Hersek’te yeterince incelenmemiş. 1997’de Saraybosna’da dünyaya geldiği ve hala başkentte yaşadığı halde, Srebrenitsa kökeni, onun kimliğinin parçası.
*** Annesi 15 yaşındaki Ahmedin ve 17 yaşındaki Velid’in kollarından koparılıp alındığı o gün tam olarak ne olduğunu hiçbir zaman Mara’ya anlatmamış... Osmanoviç ancak fotoğraflardan tanıyor onları... Bugünlerde annesinin neler hissettiğini anlamaya çalışıyor... “Srebrenitsa’da evimizin önüne gittiğinde herşeyi farklı görüyor, mesela evin avlusunu benim gördüğüm gibi görmüyor, başka bir şey görüyor. Evlatlarını görüyor” diyor Osmanoviç.
*** İnsanlar ona erkek kardeşilerinden daha küçük olana benzediğini söyledikleri zaman, annesinin kendine baktığında ne düşündüğünü merak ediyor sık sık – eğer annesine oğlunu hatırlatıyorsa, bu onu mutlu mu yoksa hüzünlü mü hissettiriyor? “Ben bizzat Srebrenitsa soykırımı deneyiminden geçmemiş olsam dahi, beni de dolaylı biçimde kesinlikle etkiledi bu” diyor.
*** Koronavirüs pandemisi, 2020 yılı ilkbaharında hayatı durması, Travma Sonrası Stres Bozukluğu yaşayanlar, 30 sene önce Bosna’da savaşın başlangıcını hatırlatmış... Sokakların bomboş olması, dükkanların kapalı olması, Enis Dediç kendini 1992 yılına dönmüş gibi hissettirmiş... “İki sene sonra Rusya’nın Ukrayna’yı işgali yaşandı. Bu da bize çok sert geldi... Gene 1992 yılına geri dönmüş gibi hissediyorduk... 1991 ve 1992 yıllarında dükkanlardan malların yavaş yavaş tükendiğine tanık olmuştuk... Tuzla kentinde böyle başlamıştı ve sonra da tüm Bosna-Hersek’te” diye anlatıyor Dediç.
*** Bir süre tüm haberleri takip etmiş, Ukrayna’ya ilişkin tüm programları izlemiş ancak bunu çok uzun süre yapamamış çünkü savaş esnasında yaşadıklarına ilişkin imajlar kafasına üşüşmeye başlamış... Ukrayna’dan imajlar, kendi savaş deneyimlerini geri getirirken, yüksek sesler de Milinareviç’e bomba patlamalarını hatırlatıyor... “Titremeye başlıyorum, çok korkuyorum” diye anlatıyor.
*** Doktor Marko Romiç, yetkililerin bu konuya yaklaşımının, uzun vadeli sonuçlara yol açmış olduğuna inanıyor. Bosna savaşı sona erdikten sonra Travma Sonrası Stres Bozukluğu’ndan muzdarip olan bazıları 30’lu yaşlarında emekliye ayrılmışlar, bu da başka sorunlara yol açmış, “çünkü öylece oturup içki içiyorlar, kumar oynuyorlardı” diyor.
*** Savaş sonrasında Travma Sonrası Stres Bozukluğu sorunlarının devam etmesine karşın, Bosna-Hersek, bundan muzdarip olanlar için özel merkezler kurmamış... Bunun yerine merkezi olmayan bir sistem geliştirmiş, ülke çapında 50’den fazla akıl sağlığı merkezleri oluşturmuş. Bu merkezler, Travma Sonrası Stres Bozukluğu dahil bir dizi akıl sağlığı sorunuyla başetmeye çalışıyor. Çoğunun personel eksikliği var ve yeterli finansmanı da yok.
*** “Profesyonellerin sayısı yeterli midir? Sanmıyorum, çünkü bu bir devlettir, değil mi?” diyor Goran Çerkez... Kendisi Sağlık Bakanlığı’nda kamu sağlığı müsteşarı olarak görev yapıyor... Devletin elinde Travma Sonrası Stres Bozukluğu’ndan kaç kişinin muzdarip olduğuna ilişkin kesin sayılar ve düzgün ve net bilgiler bile yok – onların ihtiyaçlarına ilişkin de net bir veri yok. Devlet bütçesinde, Travma Sonrası Stres Bozukluğu için ayrılmış çok küçük bir finansman var, birkaç bin Boşnak markı da bu konuyu ele alan sivil toplum örgütlerine ayrılmış...
*** Ülkenin on kantonu biraz daha fazla para ayırıyor ve bu miktarlar da onbinlerce Euro’ya eşdeğer... Travma Sonrası Stres Bozukluğu’ndan muzdarip olanlarla doğrudan çalışma, genellikle gaziler dernekleri gibi sivil toplum örgütlerine havale ediliyor. Ülkenin bundan muzdarip olanlar için hiçbir zaman ulusal bir stratejisi olmamış, Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı’nın sorularına yanıt verecek bundan sorumlu tek bir kurum da yok...
*** Çerkez, Pandemi ve Ukrayna savaşının ortaya çıkışıyla birlikte Bosna-Hersek’te akıl sağlığı krizinin büyümekte olmasından kaygılı – ülkede her 60 bin kişiye bir psikolog, bir psikiyatrist ve dört hemşire düşüyor... “Her gün Travma Sonrası Stres Bozukluğu’ndan muzdarip insan sayısı artıyor” diyor Çerkez... “Savaş esnasında böylesi bir travmanın olmadığını söylüyoruz... Bu gecikmiş bir travmadır” diye konuşuyor.
https://balkaninsight.com/2023/03/01/pandemic-and-ukraine-war-aggravate-suffering-for-bosnians-with-ptsd/
(BIRN’de 1 Mart 2023’te Emine Dizdareviç ve Lamiya Grebo’nun incelemesini özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).