Söze Rosa Luxemburg ile başlayalım.
“Hareket etmeyen, zincirlerini fark edemez.”
...
Her gün 3 kadın “şiddet” görüyor.
Neredeyse herkesin elinde iki üniversite diplomasıyla gezdiği bu “medeni” ülkede (!)
...
Üç ayda 266 kadın şiddet için polise sığınmışsa bu korkulacak bir gelişmedir.
Ama daha korkuncu, erkek egemen anlayışın “mülkiyetçi” tavrına yenilmektir.
Kendi içine sığınanlar için korkmalıyız, çok daha fazla!
...
Evlilikte değil sadece…
Daha “sevgili” aşamasında dahi kendini kadınının “sahibi” gören bir anlayış var: “O artık benim.”
“Köle” pazarından “yürek” satın almış gibi “süslü” sözler ardına gizliyorlar, içlerindeki hergeleyi!
....
Elbette insanların sorumlulukları vardır.
Elbette her ilişki, kendi ortak değerlerini yaratır.
Yine de…
Kimse kimsenin ne eşyasıdır, ne de malı…
Kadın erkeğin “iznine muhtaç” değildir, yaşamak için!
....
Ülkemizde manzara son derece tutucu ve gericidir.
“Boşanmaları” konuşan bu toplumun asıl bakması gereken “maskeli” evliliklerdir.
Erkeklerin kadınlara “dar” ettiği hayat alanına bakmalısınız.
Şiddet denilen olgu; tekme, tokat, küfür, aşağılama değildir sadece!
“Hesap sorma” üzerinden psikolojik duvarlarla baskılanan sözüm ona “sahiplenme” de şiddetin ta kendisidir.
O nedenledir ki, erkek egemen zihniyetle “uğraşmak” gibi bir “zorluk” vardır kadının önünde!
Daha ana okulda başlar bu, gel gör ki, ölüm merasimine dek sürer.
Mezarlıkta söylenir imam, “kadınlar arkaya geçsin” diye…
...
Rus yazar, yürekli kadın Ayn Rand’ın sözüyle noktayı koyalım:
"Soru kimin bana izin vereceği değil, kimin beni durduracağıdır."
Kadınlara selam duralım, daha güzel bir dünya, daha umutlu bir ada için seslerini hep yükseltsinler diye…