“Kimse olması gerektiği yerde değil. Doğru insanlar olması gerektiği yerde değil. Ve işin kötüsü ne biliyor musun? Nereye gitsek, ne yöne baksak bu böyle…”
Daha da kötüsünü söylemek istiyorum.
Doğru insanlar olması gereken yerde oldukları zaman da düzenle uyumlaşıyorlar.
Dönüştürmek yerine o yapıya dönüşüyorlar bir anda…
“Ne yapalım” diyorlar, “böyle…”
İnsanı en fazla da bu gerçeklik üzüyor.
Bir “oyun” var hayatlarımızı kuşatan ve pek çok insan kendi rolünü oynuyor, gönüllü ya da zorunlu…
“Hayatımızın her alanında her şeyimizi etkileyen bir beceriksizlik çılgınlığı… Çünkü cehalet büyüyor. Herkes rahatça atını oyabilmek için, birilerinin vizyonsuz, misyonsuz, bilgisiz olmasını göz ardı ediyor. Bir şeylerin üstü kapatılıyor. Gerçekten bu hayatta kendi aklına, ruhuna yatırım yapmış, emek vermiş insanlar da aç yaşıyorlar! İnanılmaz! Ve biz kendi mutluluğumuza mezar kazıyoruz. Yeteneksiz, beceriksiz, iradesiz insanların çoğunlukta olduğu bir dünyada var olmaya çalışmak... Konforlu hayatlarından vazgeçmemek için. Direnmeyenler… Eyleme geçmeyenler…”
***
Bir oyundan alıntıyla başladım.
“Cut.”
Ya da “Kes.”
İki toplumlu cesur bir deneme…
Nehir Demirel yönetmiş, Nejdet Serkan Sadıkoğlu’yla birlikte yazmışlar.
İki genç yazar, tiyatronun ölümsüz ustası William Shakespeare'e yaslanarak ve ‘Hamlet’e göndermelerle bilginin, yeteneğin, emeğin anlamını sorguluyor.
Birce Birsel Çağlar ve Penny Finiri önemli bir performans ortaya koyuyor.
İdealist bir girişim.
İki toplumu buluşturan projeleri seviyor, destekliyor, alkışlanıyorum.
Umutlanıyorum çoğaldıkça...
Kıbrıs'ta barış siyasetçilerin atacağı imzayla değil toplumların – ve özellikle sanatçıların – yaratıcı katkısı ile kurulacak.
***
Oyuna dönecek olursak…
Hamlet oyununu yönetmek üzere davet alan hayal kırıklıklarından yorgun bir yönetmenin, yeteneksiz ve rolünü hak etmeyen bir oyuncuyla çalışmasını, çatışmasını, gerilimini anlatıyor.
Öyle güçlü bir prodüksiyon değil belki…
İyi niyetli, derinlikli, nitelikli bir deneme ve yurduna, sanatına, mesleğine gaileli insanların sesini duyurma çabası, üretme inadı…
“Biz kendi mutluluğumuza mezar kazıyoruz” diyor yönetmen bir yerde…
Bana kalırsa kendi “mutsuzluğumuza” kazıyoruz bu mezarları…
Bilgiden, yetenekten, kapasiteden uzak insanlar hak etmedikleri görevlerde durdukça…
Kabullendikçe bunu…
Uydukça, uyumlaştıkça, eklemlendikçe bu düzene…
Geleceğimizi gömüyoruz.
***
"Liyakat" sözcüğünü çok fazla duyuyoruz.
Bir kavram çok fazla kullanılıyorsa, hayatın içinde azaldığı içindir.
"Yetkinlik, uygunluk, layık olma" anlamındadır, liyakat…
Bir insanın yeteneğine, niteliğine, bilgisine, deneyimine, karakterine göre karşılık bulmasını anlatır.
Yaşadığımız ülkede böylesi değerler dibi görmüştür maalesef…
O nedenle köhnelik dayatılmış hayatlarımıza, vasatlığın esiri olmuşuz.
Yetenek ya da donanım yerine hırs, kibir, hile baskın!
Bilgi değil menfaat yarışıyor çoğunlukla…
***
O meşhur tiratla tamamlayalım biz de de yazıyı…
Hep birlikte düşünelim yeniden…
Tiyatro özellikle de düşündürmek için var…
“Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız bitebilir bütün acıları yüreğin, çektiği bütün kahırlar insanoğlunun. Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü. Çünkü, o ölüm uykularında, sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından, ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu. Bu düşüncedir felaketleri yaşanır yapan... Yoksa kim dayanabilir zamanın kırbacına?”
Festival, ışık ve Annesi
Elinde tesbih, başında sarık, sakallı bir yobazın kötücül bakışları üzerinden o yüreklendiren ses yükseliyor: Çıkın ışığa!
Bertolt Brecht’in sözü: "Çıkın ışığa; buluşabilenler, sevindirebilenler, değişebilenler..."
Kıbrıs Tiyatro Festivali 20’nci yılına hepimizi yeniden sanatın ve bilimin ışığına çağırıyor.
Ustaların sesi yankılanacak 17 Mayıs’tan 17 Haziran’a dek… William Shakespeare, Arthur Miller, Moliere ve Nazım Hikmet gibi isimlerin yazdığı oyunlar gelecek sahneye…
Festival yeniden Yakın Doğu Üniversitesi’ndeki sahneye dönmüş, ne mutlu…
Orası da gerçek bir “tiyatro salonu” değil ancak mevcutların en iyisi sanırım.
1974’ten bugüne çağdaş, donanımlı, yüksek kapasiteli tek bir tiyatro binası yapamamış olmanın utancı yine peşimizi bırakmıyor.
***
20. Kıbrıs Tiyatro Festivali’nin tanıtım toplantısı Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun sahnesinde yapıldı bu yıl ve tiyatroyu kendi evinde anlatmak çok daha samimi oldu, çok daha etkileyici…
Festival programını meraklısı okumuş, biletini de almıştır zaten…
En önemi oyun bana sorarsanız Antilogos Tiyatrosu’ndan “Annesi.”
Bir oğlunu 1973, bir diğerini 1974'te kaybeden bir annenin gerçek öyküsü...
Kıbrıs’ın trajedisi…
Üstelik sahnede kendi ailesinin hikayesini anlatan bir sanatçı var.
Biliyorsunuz, Girne’de sahnelenecekti ancak son dakikada iptal edildi oyun...
Korku salındı sanata!
Siyasi şube üzerinden baskı kuruldu.
Kıbrıs Tiyatro Festivali’nde bu ayıp temizlenir umarım…
***
Festival biraz da dil bariyeri nedeniyle çoğunlukla Türkiye’den oyunları ülkemize taşıyor.
Her festivale Avrupa’dan da bir oyun getirtmek hedefler arasında olmalı... Biliyorum, hem finans hem de iletişim anlamında çok kolay değil. Yine de başarılabilir.
***
Bu yılki festivalin ana sponsorları İktisatbank ve Pasha Grup’un desteğini buradan anmak istiyorum. Tüm diğer destekçilerle birlikte sanatın toplumla buluşmasına önemli katkı sağlıyorlar. Yüreklendirmek, takdir ve teşvik etmek gerekiyor.
***
“Umutlarımızı bir bir yok eden karanlık kıyıdakileri ışığımızla yenmek zorundayız” dedi Başkan Harmancı… Sanatçılar, destekçiler, yönetmenler söz aldı toplantıda… Yaşar Ersoy, Kıbrıs Tiyatro Festivali’nin doğuşunda ve bugünlere gelmesinde önemli isimlerden biri… İyi ki var… Festivalin 20’nci yılında, üç ismin daha davetli olmasını isterdim. En azından isimlerinin geçmesini… Kutlay Erk, Oktay Kayalp ve Sümer Aygın bu festivalin başlamasında siyasi irade göstermiş üç belediye başkanıydı. Üç şehirde başladı festival, Lefkoşa’da sürdü. Umarım, bir gün, ismine uygun olarak Kıbrıs’ın tümüne yayılır, Lefkoşa’dan Baf’a, Girne’den Limasol’a uzanır.
***
20’nci yılında yeniden tiyatronun ışığı altında toplanma zamanı…