Kıbrıs’ı Türkiye gibi yaşıyor pek çok insan...
Kıbrıs’ta yaşıyor bedeni ama ruhu ve aklı aslında Türkiye’de…
Sırasında hepimiz aynı!
Böyle öğrendik, böyle ezberledik.
“Bu memleket bizim” demekle değişmiyor gerçek…
“Başka Kıbrıs yok” demekle de…
Kıbrıs’a sımsıkı tutunan, buradaki kimliği ve kültürü sahiplenen çoğunluğun bile gündeminde Türkiye var genelde…
“Son günlerde en mutlu olduğum şey Galatasaray’ın şampiyonluğu” diyenlere bakınız…
“Arzum Onan ile Mehmet Aslantuğ boşanmış” diye dertlenenlere…
Üstelik samimi duygular bunlar…
Öyle menfaatle, yaranmakla, itaatle ilgisi yok…
İnsani bir sevinç hali anlatılıyor.
Siyaseti, sanatı, sporu, modayı, artistleri, dertleri ve tepkileri hep Türkiye gibi yaşıyoruz.
Türkiye’den “kopyalıyoruz” pek çok tavrı, eylemi, modeli…
Kıbrıs’ta yaşıyor ama Türkiye’yi yaşıyoruz…
“Kendi olamama hali”ni toplum ya da sosyal bilimciler çok daha iyi yorumlayacak mutlaka…
***
İletişim üzerinden mental bir entegrasyon yaşandığı da ortada…
Bu durum dille de ilgili olsa gerek…
Türkçe üretilen filmler, müzikler, diziler hayatlarımızı kuşatıyor.
Bir de unutulmasın özellikle savaşın ardından Kıbrıslı gençlerin neredeyse tamamı yükseköğrenimini Türkiye’de yaptı, adaya taşıdığı kültür de hep orası oldu.
***
Elbette şu anlaşılırdır.
Bir başka ülkenin takımını tutarsınız…
Evrenseldir spor…
O delice izlenen dizileri Yunanistan’da da takip ediyorlar şimdi…
Hatta adanın güneyinde bile…
Oysa yaşadığımız gerçeklik bu değil bizim…
Bir başka ülkenin takımı gibi değil tuttuğumuz…
Elbette işin içinde çaresizlik de var.
Bir kızımız atletizmde şampiyon oluyor, Türkiye adına…
Kıbrıs Cumhuriyeti adına yarışacak ya da…
O’nu da düşmanlaştırıyor çoğu, cebinde pasaportunu taşımasına rağmen…
***
Bu ortam pek tabii rastgele oluşmadı.
Yıllarca eğitimden iletişime, medyadan sosyal hayata, siyasetten kültüre bir başka hayat dayatıldı hep…
İlmik ilmik okundu Kıbrıs…
Nüfus taşındı, buradan oraya, oradan buraya…
Kıbrıslı Türkler buna itildi bir yandan da…
Türkiye’nin Kıbrıs’ın demokrasi ve iradesi üzerindeki mutlak kontrolü son 70 senedir hep var… Kıbrıs ülkesinden dışlanmışlığı da…
“İthal öğretmenler” rastlantı değil…
Ne de “tayinli imamlar…”
Özel Harp ya da Milli İstihbarat’ın kılık değiştirerek yaptığı işler herkesin bildiği sırlar…
***
Ha meselenin bir de “yaranmacı” hali var elbette…
Riyakarca olan…
Bir ülkenin milletvekili, bir başka ülkenin seçiminde oy kullanıyor ve bunu sosyal medyada paylaşmak ihtiyacı hissediyor misal…
Hatta bundan övünç çıkartıyor kendine!
Varlığını kendi seçmeni ya da halkına değil bir başka ülkenin bürokratına, bakanına, başkanına adayanlar var.
***
Kıbrıs’ı Türkiye gibi yaşıyor ya çoğunluk…
Kıbrıs’ı Kıbrıs gibi anlamak, hissetmek, solumak da yadırganıyor böylece…
Hele bütün seviyorsanız bu yurdu, sınırsız…
Zor!
“Kendi olamama hali” acayip…
Yabancılaşma, insanın üzerine çöken en ağır duygu olmalı…
Nefret nefreti doğurur, yitirmeyelim değerlerimizi
Kıbrıslı liderden Dr. Fazıl Küçük’ün bir papazın sigarasını yaktığı tarihi fotoğraf var.
Çok severim.
Düşmanlık öğretilerine, kin ve hınç kültürüne karşılık insanlığı anlatır.
Barışı anlatır bana…
En fazla öğündüğümüz değerlerimiz değil mi farklılıklarımıza rağmen insan olma halimiz, yerelliğimiz, her daim yüz yüze bakabilmemiz.
Hürriyet Matbaası’nda bir kardeş CTP’nin bildirilerini basardı, öteki UBP’nin…
Pek çok ailede kardeşlerin kimi milliyetçidir olabildiğince, kimi solcu!
Çocukken biz bayram öğleni ailenin büyükleri rakı sofralarını kurar; kimileri camiden gelir o sofraya katılırdı.
Her daim gülümseyerek - ve buralı bir gururla – bakmaz mıyız iki azılı muhalif Denktaş’la Özker hocanın karşılıklı dans ettiği fotoğraflara…
Kavga kavgayı, nefret nefreti doğurur, biliriz.
Kim ister bunu?
Tufan hoca, geçenlerde Ünal Üstel’le buluştu sokakta…
Kucaklaştı, birlikte fotoğraf çektirdi.
Kimileri buna itiraz etti.
Ne çabuk unuttuk, Kıbrıs adasını böylesi bir “hınç” kültürüyle böldüler!
Hele barışı kendilerine ilke edinmiş insanların düşmanlık önerisini anlamak güç…
“Görüşlere ve zihniyetlere karşı mücadele ettim ama insana, insan olduğu için sevgimi ve saygımı her zaman korumaya çalıştım” dedi Tufan hoca…
Bu tartışmadan daha da sevilerek çıktı.
Her insana saygı duyacaksınız diye de bir kural yok.
Çokları var ki asla hak etmez saygıyı, sevgiyi…
Kimsenin hınçla, nefretle, kavgayla karşılanması da gerekmez.
Kıbrıs onca değerini yitiriyor zaten…
Bunu da kaybetmeyelim ne olur…
Yan yana gelebilme erdemini…
Hem en sert tepkiyi gösterelim, eleştirelim, farklı görüşlerimizi ortaya koyalım, onaylamadığımız zihniyetlere karşısında ama hem de nezaketimizi, dayanışmamızı, insan olma gerçeğimizi koruyalım.
Samimi olalım yeter…
Tiyatro ‘haziran’a geldi!
Tiyatronun eylül’ünü seviyordum, şimdi vakit değişti.
“Kıbrıs Tiyatro Festivali” yıllar sonra hazirana geldi.
Hele de ara seçim sürecinde iyi olmadı…
Nedenini sordum, özellikle Türkiye’den davet edilen tiyatrolar için daha iyi bir dönem olduğu söylendi; 19 senedir eylülde geliyorlardı oysa…
Festivale dört gün kala programı açıklamak ve bilet satışını başlatmak, organizasyon açısından geç kalınmış bir durum oldu.
Neyse…
Öyle hep de olumsuz unsurları öne çıkarmayalım.
Tiyatro her daim güzel…
Hele de hayatın böylesine üzerimize geldiği, düşlerimizin epeyce kırıldığı, sevmeye doyamadığımız evlatların yasının hiç bitmediği ve geçim kavgasının giderek büyüdüğü bir ortamda sanatla iyileşeceğiz.
Lefkoşa Belediyesi 19’uncu Kıbrıs Tiyatro Festivali’ni tanıttı dün…
5-10 Haziran arasında 10 oyun var, bunların 4’ü Kıbrıs’tan…
Biri güneyden…
İzel Seylani’nin de başrolünde yer aldığı ‘Red Peter.’
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu iki yeni, bir de geride bıraktığımız sezondan kalan üç oyunla sahnede olacak, önemli bir gelişme bu…
İnsanı insan yapan değerleri yeniden hatırlamak için haydi tiyatroya!