Çok fazla kendimizi dinliyoruz...
Sesimizle boğuşuyoruz...
Kendimizle konuşuyoruz çok fazla...
Artık ahengini yitirmiş, tınısından yorulmuş, iyice örselenmiş sesimizle...
Sözler duvara çarpıp çarpıp geri dönüyor yeniden, hep aynı!
Yılgın, derbeder, çıldırmış harfler...
Sesimiz, beynimize hışırtılı...
Denize dökülemeyen nehir gibi...
Sefil bir kelam yığını var şimdi...
Başımıza üşüşen bir gürültü...
...
Öylesine “aynı” ki hayat!
Epeyce bayat, küflü, kokuşmuş...
Ve sanki kimse dinlemiyor bizi...
Kimseleri dinlemiyoruz biz de...
Onca kalabalık içinde, herkes, sadece kendine konuşuyor...
Onca ses, öksüz...
Öyküler aynı...
İsyanlar cılız...
...
Nazım'a benzer bir duygu var içimde:
“O kadar hiç, o kadar boş, manasız,
Öyle haksız yere senden uzağım ki...”
O kadar uzağız bir başka sese, bir başka düşe, bir başka fikre...
...
Uzağına düştükçe, umudun arzusunu yitirdikçe ve kendi sesimizden dahi yoruldukça... Bileklerimizi sıkıyor, aynılaşmış hayatın kelepçeleri...
Bir ateş tarlasına dönüşüyor ne varsa...
Bugün de dün gibi...
Dün de evvelki...
Gece, tıpkı bir önceki gece...
...
Hani bir ağacın dalına takılmış uçurtma misali gövdelerimiz...
Gökyüzü yerine...
Yaşlı bir okaliptüse dayamış sırtını...
Konuşuyor durmaksızın...
Konuşuyor... Her birimiz...
Kendi kendine... Mırıl da mırıl...
Kimse kulak vermiyor, bir diğerine...
Kıbrıs ağzı... Ve Türkçe
Ama “zorlama” konuşmalar nasıl çirkin gelir kulağıma, anlatamam!
Çok itici...
Tiyatrocu gibi özel eğitim almış insanlar değilseniz, bir şiveyi taklit edemezsiniz, sırıtır, eğreti durur ağzınızda...
Bir de “Kıbrıs ağzını” abartarak, komedi unsuru haline getirenler var...
Ne münasebet!
“Güldürmelik” değildir bizim şivemiz, vurgumuz, sözcüklerimiz...
Erol Atabek, televizyonculuğun duayen isimlerinden biri...
“Güzel Türkçe Konuşalım” diye bir kitapla gelmiş...
“Doğru Diksiyon, Doğru Vurgulama, Doğru Tonlama” diyor...
Kıbrıs ağzını korumak, saklamak, yaşatmak ne kadar önemliyse, anadilini doğru konuşmak da aynı... Ve elbette, olabildiğince yabancı dili de iyi bilmek...
Erol Atabek, alıştırma CD’si ile birlikte sunmuş kitabını, Limasol Bankası destek olmuş, ciddi bir boşluğu gidermiş...
Özellikle de radyo, televizyon spikerlerine öneriyorum...
Hele de ülkemde...
İnsan çıldırıyor bazen, dinlerken...
Masal
Arşivde geziyordum...
2008 Eylül’ünde rastladım...
Sevgili Cenk,
Uzunca bir süredir eşimle İstanbul'dayız ve Kıbrıs'ı internetten, YENİDüZEN ve diğer gazetelerden
izliyoruz düzenli olarak. İstanbul-Kadyköy'ü mekan tutma gerekçemiz şu: Çünkü bir kız torunumuz
oldu.
Adı: MASAL
Bu nedenle büyükanne ve dede olarak belki şimdiden tam bilemeyeceğim, uzunca bir süre Kıbrıs'tan
uzak olacağız. Tabii, tatiller dışında... Böylece hem MASAL'ın her gün biraz daha serpildiğinin sevincini yaşayacağız, hem belki Kıbrıslı Türk edebiyatçıları ve şairleri için buradan ('içeriden') daha yararlı olabileceğim. Ekim'de de ikinci torun için ABD'ye uçacağız, demek ki Kıbrıs'a epey uzun bir süre uzaktan bakacağız.
Şimdilik buradan, başta tüm sanatçılara, dostlara, selamlar...
Fikret Demirağ.
...
Selamlar hocam, yeniden...
Özledik...
“Gittiğin yollarda, ıssızlıklarda / rüzgarda üzgünlükler gibi kağıtlar / dağılmış dizeler, yankısız şiirler...”
...
Ve öpüyorum torunların gözlerinden...
Eşeklik biraz da bizde!
Bir okurum paylaşmış, “Konya'nın Akşehir İlçesi Gölçayır Mahallesi'nde eşek çiftliği kuran Fevzi Taşçı, 200 eşekten günde elde ettiği 50 litre sütün büyük bölümünü, cilt kreminde kullanılmak üzere kozmetik firmalarına litresini 120 liradan satıyor. Günlük ortalama 6 bin TL kazanıyor.”
Ayda 15 bin liradan fazla bu!
Bir yanlışlık olmasın...
Ve eşekleri Kıbrıs’tan ithal etmiş!
Nasıl olmuş bu?
Hani bizim “özel koruma altında” tutulan Karpaz eşekleri satılıyor da, haberimiz mi yok?!
Diyor ki adam, “2 yıl önce okuduğum bir haberden etkilenerek eşek çiftliğini kurdum. İlk başladığım sıralar hobi olarak, kendi hastalığıma çare olsun diye düşünmüştüm. Ancak ülkemizin birçok yerinden gelen eşek sütü istekleri üzerine küçük olan çiftliği genişletmeye karar verdim. Eşeklerin çoğunu da Kıbrıs'tan getirdim.”'
Bir de...
Eşeğin sütünden böyle bir para kazanılıyorsa eğer...
Yani üretime dönüşüyorsa, yani gelire.
Eşeklik biraz da bizde!
…
meraklısına haberin linki:
https://m.milliyet.com.tr/esekleri-ozel-olarak-kibris-dan-ekonomi-2435917/
“Duymak istediklerini değil, duyman gerekenleri söyleyebilme cesareti olan insanlar durmalı yanında...” / Can Dündar
haftanın notcukları
- Siz duydunuz mu Erdoğan’dan “benim danışman ayıp etmiş” diyen bir açıklama!
- Çatışmalı toplumlarda ilk yitirilen daima ‘GERÇEKLİK’ olur.
(AGİT’in Medya Konferansı’ndan...) - UBP-DP Hükümeti geleli tam bir sene olmuş.
Haksızlık etmeyelim, sözlerini tuttular...
‘YURTTAŞLIK DAĞITACAĞIZ’ dediler, harfiyen uydular...
‘MÜŞAVİR YARATACAĞIZ’ dediler, şaşmadılar...
Söz ağızdan çıkmış bir kere... - 1 MAYIS’ta ne olur, meydanın en görünür alanlarını, işçilere bırakınız en fazla.
Bu ülkenin gerçek dar gelirli, gerçek ezilenlerine, en önde... - Serbest Çalışan Hekimler Birliği geldi,
1 Mayıs İşçi Bayramı’mızı kutladı. “Haber yapınız diye de gelmedik” dediler... En azından bir teşekkür edeyim... - Dünyanın en pahalı etini yiyelim diye, “devlet” üzerinden para ödüyor!
“Destek” olarak (!)
Boşuna “tırnak” içerisine almıyorum her seferinde “devlet”i... - “İyi bir uyku çekmek yaşlanmanızı engelleyen melatonin hormonunun daha bol salgılanmasını sağlar” diyor Amerikan Uyku Enstitüsü... Ve öneriyor: “Mümkünse çıplak uyuyunuz!”
İyi pazarlar !
Gökyüzüne asılı kalmış bir yankı
Arıyor kendisini bırakan ağzı
Yeniden, yeniden sesini bulmak için...
Ahmet Erha