Senenin en az dört ayını İstanbul’da geçiriyorum bir süredir. Son iki yıldır 1940’lı yıllarda kocasından boşanma cesareti gösterip dul bir kadın olarak Lefkoşa’da yaşamaktansa İstanbul’a yerleşen ve sekiz yaşımdayken kaybettiğim babaannem Zekiye Şükran’ın Fatih Kadınlar Pazarı’ndaki evinde kalıyorum. Bu muhafazakârlığıyla ünlü semtin lokantalar, kasaplar, aktarlarla dolu trafiğe kapalı meydanına açılıyor kapım. Dışarıya çıkmak, kendini sıra boyunca sayısız lokantalar, küçük dükkânlar ve kahvehanelerde oturan, el arabalarında meyve satan, camiye giden, ortadaki yeşil alan boyunca yerleştirilmiş banklarda pinekleyen bir erkek kalabalığı içinde bulmak demek.
Bu meydanda yalnız ya da kadın arkadaşlarımla yürürken bazı erkeklerin düşünme baloncuklarını okuyabiliyorum. Üzerimize çevrilen bakışlar, başka şeyden söz eder gibi attıkları dolaylı laflar bir zaman tüneline girip çocukluğuma, ilk gençliğime dönmüşüm duygusu veriyor bana…
Kadınları hemen hemen hiç göremiyorum buralarda. Bütün dükkân ve lokanta sahipleri erkek... İş sahibi tek bir kadın yok. Tek hatırladığım köşedeki markette kasada oturan orta yaşlardaki eşcinsel literatürde “butch” diye nitelenen erkek görünümlü bir kadın. Alışveriş için kocasıyla çıkmış başörtülü kadınlar görülüyor ara sıra… Yaz aylarında daha kozmopolit oluyor meydan. Lokantalarda içki satılmadığı için turistler pek rağbet etmiyor buraya. Yine de yanlarında erkek arkadaşlarıyla yemeğe gelmiş modern giyimli kadınlar görmek mümkün bu aylarda.
Böylesi bir mahallede yaşarken iki seçenek var insanın önünde. Ya kendi yaşama biçimini savunacaksın ya da teslim olacak, kendini oradaki kültüre adapte edeceksin.
Ben yumuşak biçimde kendi yaşam biçimimi savunmayı seçtim. Doğrusunu söylemek gerekirse orada yaşamaktan pek rahatsız değilim. Beni en çok rahatsız edecek olan kendim olarak var olamamak olurdu. Kimseye aldırmıyorum. Vakarla arşınlıyorum sokakları. Zaten her yerde, kendi ülkemde bile bir yabancı gibi yaşamaya alışmışım. Nasıl göründüğüm pek umurumda değil.
Tek sorun bana musallat olan, hayaller besleyen lokantacı oldu. Cüretkârlığı epey ürküttü beni. Bir arkadaşım bana küçük tüpte biber gazı verdi. Bir süre çantamda taşıdıktan sonra “Bu çok saçma. Ben bunu telaştan kendi yüzüme doğru sıkıp kendim bayılırım” diye düşünüp çıkardım. Sonunda bir erkek arkadaş gidip konuştu onunla. Adam reddedildiği için gidip kendini Boğaz’a atmayı düşündüğünü, lokantasını satıp şehirden gitmeyi düşündüğünü söylemiş. Mahallenin kargaları gülmüş olabilir buna.
Kadınlar olarak yaygın erkek tacizi ve zulmünden nasibimizi almamız her zaman mümkün. Yani o tehlike hep mevcut ve zaman zaman başımıza gelmiştir. Zalim olmak istemediğim gibi mazlum olmayı da sevmiyorum ben. Bu rolü kabullendin mi onun için hapsoluyorsun çünkü. Zalime karşı direnirken mazlumiyetten zulüm çıkarmak da olası çoğu zaman. Bu rollerin sınırları o kadar net değil. Kurbanlar zalime zalimler kurbana dönüşebiliyor bir anda.
Ben daha çok da insanlık hallerine bakıp durumu kavramaya çalışıyorum. Pek çok kadın arkadaşım bu müsamahakârlık konusunda suçlamıştır beni. Kadınların mazlumiyet hikâyesi intikamcı bir karşı cephe açtığında bu masum tarafın da zalimleşmesini getirebilecektir sadece.
Sonuçta genel anlamda hayatın ve sistemin yanlışlarına karşı bazı erkeklerle de ittifak içinde yürütülen bir direniş söz konusu. Yanımızda gibi görünürken cinsel kimliklerinin verdiği ayrıcalıklardan da vazgeçmeye gönüllü olmayan pek çok erkek söz konusu. Bu kolay bir durum değil zaten. Bir kadın olarak feminist olmak bir erkek olarak feminist olmaktan daha kolay… O yüzden gerçekten feminist olabilen erkeklerin değerini iyi bilmeli.
Pek çok kadının hayatını heba eden bu zulmü görmezlikten gelmek mümkün değil. Bazen insan öylesine öfke duyuyor ve şiddetin ayakları altında ezilmekten öyle çok ürküyor ki kendi savunmasını karşı şiddet olmadan nasıl gerçekleştirebileceğini bilemiyor. İşte bütün mesele burada… Zalime karşı koyarken kendini bir zalime dönüştürmemede… Gücü ele geçirdiğinde erkeklere ait güç modelini taklit etmemede.
Kadınlar, erkekler, LGBT bireyler, bir 8 Mart’ta daha yeniden yükselen bu önemli gündemi insanlık adına yeni başarılara taşımak için adım atmaya hazırlanıyorlar. Düşe kalka gidilen, yanlışlardan ders çıkarılan bir yolculuk olmak zorunda bu… Emekçi kadınların armağanı bu gün herkese kutlu olsun.