“Evren Küçük bir okyanusmuş meğer Kıyısında yelkenli batan” der Ahmet Telli...
Kıyısında battığımız yer, memleket…
***
“Hayatı eve sığdırınız” diyorlar.
Ev içleri artık yabancı!
Umutsuz, güvensiz, sıkıcı, boğucu, miskin, tutsak gibi duygular peş peşe yaşanıyor…
***
Çürüyoruz!
“Hayatı ada yarısına sığdırınız” diyorlar.
Küçük İskender’den mülhem, gözlerimiz sığmıyor yüzümüze…
***
Çırpınan bir balık misali!
Oltanın ucundayız ve yemliyorlar.
“Biz sizin tüm değerlerinizi satın alabiliriz” diyorlar.
“Şükran” çekiyor birileri, sadakat devrinde!
***
Toprağın tozunda boğuluyoruz, ömrün ortasında kırılıyor kanatlarımız ve göğe hasretlikler büyütüyoruz.
Kendi gövdesine yabancı bir dal gibi savruluyoruz boşlukta, kendi yangınına sevinçli bir orman gibi budala sevinçlerimiz var.
***
Çok ağır hasta bu ülke!
İncinmiş...
Yetim...
Yaralı...
Çığlık çığlığa susmuş bu ülke, fısıldayarak söylenmiş, köklerini çiğnemiş...
Yalanı gerçek gibi yaşamış.
Yaşıyor...
Kanıyor bu ülke halen...
Kanatıyor.
Koyun gibi…
Çobanın peşinden sürüklenen sürü gibi bu ülke...
***
Bir söz var, tam da şimdi anlıyorum önemini...
Alman şair Rainer Maria Rilk’in sözü...
“Kuşlar uçtukça genişliyor gökyüzü...”
Kuş tüyü yastıklara uzanıyoruz ama kafeslerde...
Kendi yurdunda göçmen, kendi göğünde tutsak, kendi göğsünde çaresiz...
***
“Yarım düşleri yüreklerinize sığdırınız” diyorlar...
Ütopyasını yitirmiş patikalarda kaybolmuş yarım gülüşleri topluyoruz yerlerden...
Olmuyor!
Yerler gülümsemiyor.
***
Düşlerdir asıl sınırsız olan...
Bir adanın kıyısında, birkaç kuşak batıyor.
İçimiz sızlıyor...