Neriman Cahit
Soğuk, yağmur, rüzgar – ne olursa olsun – bu hafta sonu kırlara çıkmak ve “ot toplamak” öylesine dayattı ki yüreğimde… Ülkemin, kırlarının güzelliğini özlemişim besbelli. Kırların yeşilliğini… Çocukluğumuzda – köyde – haftada birkaç kez sofrada önümüze gelen o müthiş ‘yeşil otların’ oluşturduğu yemekleri…
Gelin görün ki, bu yazı böyle devam etmeyecek… Çünkü, birileri ‘zınk’ diye kesti uçurtmamın iplerini… “Haddini bil, kendi sahanın dışına çıkma cüretini gösterme!!!” der gibi…
Bizimkisi gibi toplumlarda, sıranın dışına biraz dahi çıktınız mı – hele de, üstelik bir kadınsanız, hapı yuttuğunuzun günüdür…
***
Aslında, taa çocukluğumdan beri, ailem de beni, sıradan bir kadın gibi yetiştirmeye çok çok uğraştı… Fakat, bunu hiç beceremedim. Çok güç geldi bana… İçimde, “bir başkaldırı” hep kendini dayattı durdu… Kendisine benzemeyeni – hayvansı bir sezgiyle – fark edip, beni durmadan yaraladı, durmadan ezdi toplumun kuralları…
Ve ben, yaralarımı yeniden yeniden sarıp hayata uymaya çalıştım…
***
Ama gün geldi, yaşadıklarım ve okuduklarımın da etkisiyle, içimde bir ses, güçlenmeye başladı: “Bütün kapıları kapasanız da, ben yine çabamı sürdürecek ve var olacağım…”
Ve sanırım yazmak, bu bilincin sonucunda oldu… Artık yazmak, benim için var olmak, direnmek demekti…
Ve bir de benim neslimin yüklendiği sorumluluk duygusundan… Ama, galiba dahası var: “Başkalarını düşünerek yaşarken, bir yandan da ‘KENDİM’ olabilmek için verdiğim mücadelenin en büyük silahıydı yazmak… Ama, bunun karşısında çoğu kez yaşadıklarımı bir araya getirdiğimde karşılaştığım onca soruna “ödediğim diyet” hayatımı zehir eden, sivri uçlu bir bıçak gibi parlayan ve can acıtan birer acı ve yabancılıktı…
***
Evet, sevgi okuyucu, sıradan bir yaşam sürüyorum…
Bazen yüceltilerek, bazen – “kadın” olduğum, haddimi bilmem gereği anımsatılarak, itilip, dışlanmaya çalışarak…
Ve ben… Ülkemin, insanımın geçmişini özlüyorum… Ama bu, marazi – yok edici bir duygu değil… Geçmişimi yok ederek, yok sayarak değil… Ona dayanarak kurulacak güzel bir ‘geleceği’…
Anılarımı istiyorum… Geçmişimin güzel anılarını (çünkü, anıların pırıltısını silin, tarihte ne kalır, acıdan başka!)
***
Ve biliyorum ki, bu yolda yalnız değilim…
Kendi yalnızlığımda, benim gibilerin çoğukluğunu duyarak, tüm uyumsuzluklara karşın… Daha büyük bir uyumun – ‘geçmiş ve geleceğin – uyumunu hissedebilmenin o derin huzurunda…
Sıradan bir yaşam sürüyorum…
----------------------------------------------------------------------------------------
ALIŞTIK ÇÜNKÜ…
Size de olur mu bilmem…
Tüm yaşananlar yoruyor insanı…
Bazen o kadar çok yoruyor ki, “Yeter artık, ben bu hayattan vazgeçmek istiyorum.” dedirtecek kadar… Ama, bu da mümkün değil…
Öylesine ağırlaşmış ki her şey, bir zamanlar öğrencisi olduğum ve iletişimimi hala sürdürdüğüm bir hocamın sözü geliyor sık sık aklıma: “Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür.”
Günümüz Türkçesi’nde anlamı aşağı yukarı şöyle: “İnsan hafızasıdır, unutur…”
***
Öyle midir gerçekten, kolay mıdır unutmak ?...
***
Popüler kültür ürünlerinden birisi ise söz konusu olan… Kolaydır unutmak… Bir başka deyişle: Tüketmek…
Alıştık çünkü…
Hani, derler ya: “Titre ve kendine gel…”
Şöyle bir titreyelim ve bakalım alıştıklarımıza…
Alışmalı mıyız örneğin, neredeyse sürekli ‘ahmak’ yerine konmaya… Alışmalı mıyız, hayatımızda ya bize ya da çok yakınlarımıza yapılanlara…
Alışmalı mıyız “Devleti deniz farz edip, sürekli yakınlarına soydurtmaya…”
***
“Alışmalı mıyız?” diye başlayarak yazacağım konular sayfaları doldurur…
Ama ansızın ve sanki bir ses duyuyorum arkamdan: “HAYIR… ALIŞMA…” diyen…
Kesin ve ürkütücü bir ses…
***
Bir süre bir ürkütüp, durduruyor beni düşünmekten; ama güneş doğmayı, günler birbirini izlemeyi sürdürüyor… Ve ben, aklımdan çıkaramıyorum takıldığım konuyu… Bu arada notlar da almaya başladım, kitabın bende yarattığı etki üzerine…
Birkaçını sizinle de paylaşayım bu notların…
İNSANİ BİR EYLEM…
• ‘Unutmak’, gerçekten de insani bir eylem… Ancak, ‘anımsamak’ da gerekiyor çoğu kez…
Akıp giden zamanı, çirkinlik ve güzellikleriyle, iyilik ve kötülükleriyle yapılanları… Söylenenleri, tutumları, tavırları, niyetleri…
Kısacası: Yaşananları önüne koymalı insan…
O zaman, ‘daha insan’ oluyoruz çünkü…
Geçmişe de bakıp, bugünlerle kıyaslamalı…
• Örneğin, ülkemizde taptaze bir “SEÇİM” deneyimi yaşandı, artısı ve eksisiyle… Bazılarına göre, bir tür “Siyasi Paranoya.” Ülkemizdeki partilerin geçirdiği evrimi, seçmenin tutumunu, partilerin davranışlarını…
Kısacası: “Siyasetin binbir masalları” anlatıyor…
***
Ya yarınlar…
Çocuklarımız ve ülkemizin yarınları… Geleceği…
***
“Cehennem başkalarıdır,” diyor Sartre…
“Cehennem, başkalarının olmamasıdır” diyor Garaudy
“Cehennem benim” diyorum ben…
Her şeyi ‘bütün’ taşır, her şeyden yorulurum…
Hayat, taşınamayacak kadar ağır bir heykel…
Ama, ben o heykeli parçalamayı hiç düşünmedim…
Ne de taşımamayı…
***
Her şeye karşın…
---------------------------------------------------------------------------------
PARANTEZ
Yaralı aşklar
sığdırdım
dağılan sokaklarına
kalbimin
eksik ada’mlar…
Nasılsın
sorusuna
“Lefkoşa gibiyim.”
demesi gibi
bir şairin…
Fatoş Avcısoyu Ruso