Mustafa Öngün
m.ongun85@gmail.com
Yanlış yaşam doğru yaşanmaz
Teodor Adorno
Yazının başlığı gündelik yaşamda sıklıkla karşımıza çıkan bir söylem. Okul hayatımızdan iş hayatımıza, ilişkilerimizden hobilerimize kadar kendimizi geliştirmemiz gerektiği söylenir durur. Kitapçılara gideriz, en çok satanlar kısmında yine karşımıza o çıkar: “Kendini geliştirme sanatı”, “5 adımda kendini geliştirme” vs. vs. Ne var ki bu kadarıyla, yani baskın kültürümüzdeki yerleşik biçimiyle ‘kendini geliştirmek’, oldukça kısıtlı ve sorunlu bir başarı anlayışı üzerine temellenir. Kısaca anlatacak olursak, ‘kendini geliştirmeyi’ başaran kişi, okulda, işte ve aile kurmada başarılı, itibar sahibi birisi olur. Başarılı insan en kötü ihtimalle orta sınıfta “iyi” bir aile kurar, yaptığı işte “ün” ve para kazanıp bu çerçevede istikrarlı bir yaşam sürer.
Bunu biraz daha açacak olursak, baskın toplumsal ve kültürel yapımızda bir bireyin kendini geliştirmesi onun birtakım geleneksel değerleri benimseyerek teknik kapasitesini yetkinleştirmesiyle eşdeğer tutulur. Bu durum daha çocukluktan başlayarak, öğrenciliğe ve meslek hayatımıza kadar bizi sarıp sarmalayan bir norma dönüşür. Öğrenciyseniz, notlarınızı yükselterek kendinizi geliştirirsiniz, doktorsanız, daha iyi teşhis ve tedavi tekniklerini geliştirerek. İş insanıysanız, şirketinizi büyütecek teknik kapasitenizi ilerleterek bunu yaparsınız. Avukatsanız, dava kazanma kapasitenizi artırdıkça kendinizi de geliştirmiş olursunuz. Bütün bunlara ilave bir de baba veya anne olur, çocuk yapar ve çocuklarınıza iyi bir gelecek verebilecek teknik donanım ve prestije sahip oldunuz mu, artık her şey tamamdır.
Yaşadığımız toplumda (ve daha birçok yerde) ‘kendini geliştirmek’ az çok yukarda bahsedilen unsurlara indirgenmiştir. İndirgenmiştir diyorum çünkü birazdan da anlatacağım gibi ‘kendini geliştirmek’ten anlayabileceğimiz sadece bunlar değildir. Kendimizi geliştirmeyi bilindik anlamıyla ciddiye alırken, insanın bir başka yönden de bunu sağlayabileceğinin hayati diyebileceğimiz önemini gözden kaçırmış oluyoruz. O da şudur: erdemli bir karakter geliştirebilmek. İnsanın erdemlerini geliştirmesinin de bir tür ‘kendini geliştirmek’ olduğunu her anlamda unutmuş durumdayız. Hatta sadece unutmakla da kalmıyoruz, dürüstlük, tutarlılık, cömertlik, adalet gibi erdemleri sosyal hayatın gereksiz elemanları olarak algılıyoruz. Bu algıysa, pratikte birçok siyasi ve sosyal problemimizi tekrardan üretmemize neden oluyor. Ancak bunu daha iyi anlatabilmek için bahsi geçen konuya çok daha farklı bir pencereden bakmakta yarar var.
Bu noktada, farklı bir kültür olarak Antik Yunan’dan günümüze bakmanın, hem kendi kültürümüzü anlamak, hem de eleştirmek açısından faydalı olduğunu düşünenlere kulak vermek iyi bir başlangıç olabilir. (MacIntyre bu görüşün en önemli temsilcisidir). Çünkü Antik Yunan (ve özellikle de Aristoteles’in) felsefesine baktığımızda bambaşka bir ‘kendini geliştirme’ anlayışı ile karşılaşırız. Yunanlılara göre insan, nasıl spor yaparak vücudunu geliştirebiliyorsa, karakterini de geliştirebilir. Karakterin gelişmesi ise dürüstlük, cesaret ve cömertlik gibi erdemlerin ortaya çıkmasıyla mümkün olur. Örneğin Aristoteles için insanın nihai amacına (eudaimonia’ya) ulaşması, ancak bu şekilde, yani erdemli bir karakter geliştirmesiyle, sağlanabilir (Nicomachean Ethics, 1097b22). Erdemli bir karakter geliştirmekse uzun dönemde erdemli davranışlar sergilemek suretiyle gerçekleştirilir. Erdemli olmayı da tıpkı bir müzik aleti çalmak gibi öğrenebiliriz. Aristoteles bir insan, “adaletli davranışlar sergiledikçe adaletli olur” derken bunu demek istemiştir (NE, 1103a33). Erdemli olmak, öncelikle bunu bir hedef haline getirmeyi, sonrasında ise buna ulaşmak için uzun süreli bir gelişim sürecine girmeyi gerektirir. Kısacası adaletli, dürüst ve cesaretli olmak bu özellikleri karakterimizde geliştirebileceğimiz uzun vadeli bir dönüşüm içine girmekle mümkün olur.
Aristoteles’in veya Antik Yunanlıların bu konuyla ilgili söyledikleri elbette ki bundan çok daha fazla ve ayrıntılıdır, ancak benim burada üzerinde durmak istediğim nokta erdemleri geliştirmeyi gözden kaçırdıkça, ismine statüko dediğimiz problemler bütününü sürekli olarak yeniden üreteceğimizdir. Apaçık bir gerçek var ki, statüko içerisinde, cömertlik, tutarlılık, dürüstlük, cesaret, adalet gibi erdemleri sergilemeden de pekâlâ iyi bir iş, iyi bir aile, iyi bir ev ve araba sahibi olabiliriz. Hatta erdem ne kadar azsa, bunlar o kadar fazla olur bile diyebiliriz. Diğer bir ifadeyle, popüler kültürdeki anlamıyla kendimizi geliştirmiş ancak erdemsiz bir hayat sürdürebiliriz. Dahası statüko, erdemi dışladığı gibi erdemsizliği de bir şekilde tekrardan yaratabilir. Eğer adaletsizlik, yalan ve bencillik her alanda topluma hakim olmuşsa, bu hakimiyetin bireylerin davranışlarından oluştuğunu unutmamak gerekir. Gerek cinsiyet eşitliği, gerek gelir dağılımı, gerekse de siyasetin kendisi açısından adaletsiz, dürüst olmayan bir düzen içerisinde yaşıyorsak, bunun bir sebebi de düzeni oluşturan kültürel yapının bir karakter özelliği olarak adalet ve cesaret gibi erdemleri geliştirmemize engel olmasıdır. Aynı şekilde yaşadığımız adaletsizliklerin, yüzleştiğimiz yalanların ve karşımıza çıkan bencilliklerin önemli bir kaynağı da erdemlerin bizi “başarıya” götürememesidir. Adaletli, dürüst ve cesaretli olmadan da oldukça iyi bir aile kurabilir, itibarlı bir birey, çok iyi bir kariyer sahibi ve hatta siyasetçi olunabilir.
Aristo’nun veya Antik Yunan anlayışı çerçevesinden baktığımızda erdemli olmak bugünkü toplumun içerisinde başarısız olma cesaretini göstermeyi şart koşmaktadır. Bu yüzden de erdem ve statüko birbirini dışlayan iki ayrı şeye dönüşmüştür. Bu durumun içerisinde en kötüsü ise popüler kültüre, statükoya ve iktidara karşı çıktığını iddia edenlerin, kendini geliştirmenin indirgenmiş halini benimsemekten geri kalmıyor oluşlarıdır. Popüler kültürdeki kendini geliştirme anlayışı dışına çıkabilecek küçük bir adım bile, onları, ne yapacağını bilmeyen küçük çocuklara dönüştürebilmektedir. Bunun sonucundaysa, erdemin dışarda kaldığı iyi bir iş, iyi bir aile, itibarlı bir yaşam, iyi bir ev ve arabayla hem muhafazakarlar hem de muhalifler toplumda kendilerine yer bulmakta, konum kazanabilmektedir. Hal böyle olunca farklı bir ‘kendini geliştirme’ kültürü bir türlü üretilememekte, statüko bunun üzerinden kendini durmadan yeniden yaratmaya devam etmektedir.
Sonuç olarak erdemli yaşamın kendini geliştirmekle hiçbir alakası kalmadığı bir toplumda, başarının tamamen teknik ve kariyerist bir niteliğe büründüğü bir kültürde, doğru yaşamı yaşadığımızı sanıyorsak, Adorno’nun “yanlış yaşam doğru yaşanmaz” sözünü iyice bir düşünmemizin zamanı gelmiş demektir. Ve bu yanlış yaşamın içerisinde kendini geliştirdiğini ve başarılı olduğunu varsayarak diğerlerini başarısız addedenler, hangi başarı sorusunu sormadan bir şeyleri değiştirdiklerini sanmamalı; statükoda şöyle veya böyle bir yere gelmenin yanlış bir yaşamın içinde ilerlemek olduğunu akıllarından çıkarmamalılar.