Keşke Kıbrıs’ı Aşk Tanrıçası Afrodit yönetse!

Serhat İncirli

2024, tarihin en sıcak yılı olmuş!

Hangi tarih?

Tabii ki “bilinen” ve “kaydı tutulanı”…

-*-*-

Bilinmeyen bir tarih de mi var?

Girmeyelim tarih bilimine, kızdırmayalım tarihçi arkadaşları ama “evet”!

-*-*-

Dün de yazmıştık; küresel ısınma, bilim insanlarının bazı tahminlerinden “daha hızlı” gerçekleşiyor!

Mesela, devletlerin temsilcileri Paris’te bir araya gelmiş; küresel ısınmayı tetikleyen bazı tedbirleri konuşmuşlar ve bir “Anlaşma” imzalamışlar!

-*-*-

Neymiş bu anlaşma?

En basit ifadeyle, imzacı ülkeler bazı tedbirler alacaklar ve küresel sıcaklığı, sanayi dönemi öncesindeki sıcaklığa çekecekler!

-*-*-

Ama başaramamışlar!

Ve şu anda, küresel sıcaklığı düşürmek bir yana; beklenen rakamın ortalama bir buçuk derece üzerine çıkarmışlar!

-*-*-

Ne olacak?

Söndürülemeyen orman yangınları!

Zamansız, ani ve çok yoğun yağışlar!

Ama hepsinden önemlisi, okyanusların ısınması ve buzulların erimesi yoluyla deniz seviyesindeki yükselişi hızlandırmak!

-*-*-

Tedbir almak mümkün mü?

Elbette bazı tedbirler almak mümkün ama büyük devletler ya da Donald Trump gibi “kendisinden sonraki insanları kaale almayan”lar olduğu müddetçe, çok da ciddi çözümlere ulaşabileceğimiz söylenemez…

-*-*-

Haaa deniz seviyesi yükselirse ne olacak?

Şrak diye bu seviye 3 metre birden yükselmeyecek tabii ki!

Mesela 75 yıl sonra örneğin Akdeniz’de 50 santimetrelik bir yükselme olacak!

-*-*-

Dediğim gibi, tarihçilerin uzmanlık alanına girmeyelim demiştik; bu konuyla ilgilenen bilim insanlarının alanına da müdahaleden kaçınmak zorundayız!

Ama şunu söylemek lazım; küresel ısınma, çok da iyi bir şey değil!

Hatta şunu da eklemek lazım; küresel ısınma nedeniyle “kıyamet” senaryosu yazan bile var!

-*-*-

Evet, iklimler değişti gibi!

Cuma öğleden sonra KKTC’de iç bölgeler ve sahillerde sıcaklık 18 – 21 derece santigrat arasındaydı…

Mis gibi hava!

-*-*-

Bu satırları yazdığım Cumartesi sabahın erken saatlerinde Gönyeli – Lefkoşa bölgesinde hafif yağmur yağdı; bugün ve yarın da yağması bekleniyor ama beklentiler; Temmuz, Ağustos ve hatta Eylül 2025’te, aşırı sıcakların bizi bunaltabileceği yönündedir!

-*-*-

Hava güzel ya!

Cuma günü öğleden sonra hafif bir yürüyüş maksatlı ovalara, kırlara daldım!

-*-*-

1950’lerde yaşadıklarından anlatmaya başladığı için, yaşını tahmin etmem çok zor olmayacak bir Kıbrıslı kadın, ovada ot topluyordu!

-*-*-

Yanına yaklaştım!

Bir elinde çok kalın bir eldiven, aynı eliyle büyük bir bıçağı toprağa sokuyor, köküyle birlikte yeşil bir otu söküyor, toprakları silkeleyip kovaya atıyor!

-*-*-

Nedir bu ot?

Sordum!

“Pakla otu” dedi!

Yani Kıbrıslılar “Pakla” der ama doğrusu “bakla!”…

“İster paklaynan, ister böğrülceynan gaynadabilin oğlum” diye de ekledi!

Daha fazla ayrıntı istemedim!

-*-*-

“Bu araziler hep bubamındı” dedi!

Ve yemin ederim hiç sormadan, anlatmayı sürdürdü:

“… Bizim köydeki gavurlar (Rum köylülerinden bahsediyor) oturduğu yerde oturamadı… Hep bizi tehdit ettiler… Kovdular… Göçmen olduk, sonra geri geldik ama hayır etmedik… Hep bu gavur! Oturamadı yerine! Şimdi da bazıları der ki gavur bize hiçbir şey yapmamış! Beraber yaşayabilirmişik! Yörüsünner o yanı da olmaz öyle şey! Gavurunan beraber yaşanmaz!”

-*-*-

Türk Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ve KKTC’deki memurlarının sık sık dile getirdikleri “birlikte yaşamak çok zor hatta imkansız, iki devletli çözüm şart” iddiasının temelinde, yukarıda pakla otu toplarken sohbet ettiğim hala hayatta olan çok sayıda Kıbrıslı Türk’ün çok acı tecrübeleri de yatmaktadır!

-*-*-

Çünkü çok doğrudur; bu Ada’nın 1800’lü yılların ilk çeyreğinden itibaren yavaş yavaş filizlenen “milliyetçilik” hastalığından çekmediği kalmamıştır!

-*-*-

Bu hastalığın, aşırı cehaletle birleşmesi; araya emperyalist Amerikan ve İngiliz çıkarlarının, sözde Sovyet çıkarlarını engellemek maksadıyla kin ve kan katmasıyla büyümesinin sonucu ortadadır!

-*-*-

İster Rum olsun ister Türk; ister Ortodoks isterse Müslüman; geçmişte var olan “milliyetçi çekişme, çatışma, kin, hırs ve nefret”; gerek eğitim, gerekse kültür aracılığıyla “toplumsal hafızanın” içine yerleştirilmiştir!

-*-*-

İki toplumu çatıştırmak ve barıştırmamak için, “milliyetçilik”le hasta edilmiş bu hafızanın sürekli propaganda ile yenilenmesi; yeniden bir arada yaşama arzusu ve hedefini hep engellemiştir!

-*-*-

Peki ne yapılmalıdır?

Aslında Kıbrıs sorununa çözüm bulmak amacıyla devreye girenler yapılması gerekenleri hep yapmaya çalışmaktadır ama başarılı olma seviyesi çok da yukarı çekilememiştir!

-*-*-

Mesela Annan Planı döneminde, bir toplumun neredeyse dörtte üçü, “geçmişi unutmadan ama affederek” çözüm ve barış için oy kullanırken; öteki toplumun ise neredeyse dörtte üçü tersi yönde oy kullanmıştır ve ciddi bir fırsat kaçırılmıştır!

-*-*-

Peki şimdi ne olacak?

Rum toplumu, terk ettiği, terke etmek zorunda bırakıldığı, kovulduğu toprakları unutacak mı?

Elbette “parasını alıp unutmaya hazır” olanlar vardır!

Elbette ki güney tarafta kalan Türk toprağı ile takası kabul edecek olan da bulunabilir!

Kim bilir bazılarına da toprakları iade edilir!

-*-*-

Ama Türkiye’nin çok kibar, çok sağlam bir ses tonu ile konuşan dışişleri bakanı öyle dedi diye, Kıbrıs Rum toplumundan, adı Kıbrıs Rum Devleti olarak geçen Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nden “tamam Hakan Fidan kardeş, kabul ettik, haklısın” diye bir yanıt beklemek; “önümüzdeki haftadan itibaren Kıbrıs Adası Yunan Tanrısı Zeus’un himayesine girecek ve ülkeyi bir bütün olarak Zeus’un Aşk Tanrıçası kızı Afrodit yönetecek” beklentisinde olmaktan ötedir!

-*-*-

Ne yapmak lazım?

Zor bir soru!

Yapılması gerekenler aslında bir miktar yapılıyor ama yapılmaması gerekenler de kesintisiz devam ediyor!

Örneğin Kıbrıs Türk toplumunun veya halkının “geleceğini tayin hakkı” şu anda elinden alınmış durumdadır!

-*-*-

Elbette Aşk Tanrıçası Afrodit, doğduğu bu Ada’yı aşkla yönetiyor olsaydı durum çok değişecekti!

Ama taaaa 1820’lerden beri, aşk yerine milliyetçi nefret ekilen bu topraklardan, çok da iyi kalitede barış ürünlerinin yetişmesini beklemek, o kadar kolay bir “çiftçilik” değildir diye düşünmekteyim!

-*-*-

Sonuç: Çözüm zor!

Milliyetçilik, milliyetçi çıkarlar ve egolar hala bizimle…

Keşke Afrodit yeniden doğsa denizin dalgalarının köpüklerinden ve bu güzel Ada’yı O yönetse!