“Keşke öldürülen kardeşimin fotoğraflarını bulabilsem...”

Sevgül Uludağ

“Srebrenika’yı Hatırlamak” örgütünün (“Remembering Srebrenica”) internet sitesinde yer alan Cemil Hodziç’in öyküsü oldukça dokunaklı... Bosna-Hersek savaşı esnasında kardeşi gözlerinin önünde öldürülmüş. Onunla tek bir fotoğrafları var birlikte... Kardeşinin fotoğraflarını arıyor...

Cemil Hodziç’in yazısını özetle derleyip okurlarımız için Türkçeleştirdik. Cemil Hodziç, şöyle yazıyor:

***  Benim adım Cemil’dir, Bosna-Hersek’in Saraybosna kentinde, 1983’te dünyaya geldim. Hayatımızın nasıl olduğunu hatırlıyorum, basit bir hayattı, kaygısız, macera gibi – sanki de hiçbir şey önemli değilmiş gibiydi... Erkek kardeşimle birlikte okula gidiyorduk, eve dönüyorduk, yemek yiyorduk, dışarı çıkıp oynuyorduk ve her çocuğun yaptığı şeyleri yapıyorduk... Yorgunluktan düşüp kalıncaya kadar oyun oyunuyorduk, bazan yemek yemeyi de kaçırıyorduk çünkü çocuklar hiperaktif olurlar ve adrenalinle dolu olurlar... Hiçbir şeyi kaçırmak istemiyorduk... Sokakta olmaktı bizim gıdamız, günler fazla kısaydı, sonsuz bir mutluluk içinde gibiydik.

***  1992 yılında çocukluğum dramatik biçimde değişti çünkü savaş başlamıştı. Hayatım ve ailemin hayatı aniden sekteye uğramıştı, hiçbir uyarı olmaksızın... Bir anda barış vardı, sonraki anda ise savaş vardı... Ve hayat bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı... Şimdi geriye dönüp de baktığımda iyi ki bir çocuğun paralel evreninde yaşamışım diyorum... Hiçbir fikrim yoktu, yalnızca mutlu, iyimser bir çocuktum...

***  Savaş başladığında neredeyse dokuz yaşındaydım ve ilkokul üçüncü sınıfı bitirmek üzereydim... Dokuzuncu doğumgünümü, uyduruk bir bomba sığınağında ailemle ve arkadaşlarımla birlikte kutladığımızı hatırlıyorum, bombardımanlardan kaçıp oraya sığınmıştık, orada saklanıyorduk.

***  Savaş olduğu halde, biz çocuklar için eğlence bitmiyordu... Oynuyorduk, askermişiz gibi yapıyorduk, sığınaklara saklanıyorduk, sanki ön cephedeymiş gibi sürünüyorduk... Eğleniyorduk çünkü okula gitmemiz gerekmiyordu ve dışarıda oynayabiliyorduk, çevremizdeki gerçek tehlikelerin farkında bile değildik...

***  Silah ve patlama sesleriyle uyanıyorduk, başkaları için kaotik ve şaşkınlık uyandıran bu durumlar, biz çocuklar için normal birşeye dönüşmüştü... O günlerde, bu gündelik yaşamın bir parçasıydı. Parlak kırmızı ışıkların gökyüzünü taradığını hatırlıyorum, sonra da ateş açılıyordu... Küçük bir paraşit vasıtasıyla yere düşüyordu alevler... Bu alevleri takip ediyorduk ve paraşütlerle oynuyorduk, bunların beleş oyuncaklar olduğunu düşünüyorduk ancak bunların öldürmek için dizayn edilmiş şeyler olduğunu, ondan sonra kimin öleceğine baktıklarını biliyorduk. Savaş yoğunlaşmaya başladığında pek çok aile Bosna’dan zaten ayrılmış vaziyetteydi, komşularımız ve arkadaşlarımız da gitmişlerdi ama benim ailem orada kalmıştı...

***  Babam yurdumuzu Sırp saldırganlardan korumak için Boşnak ordusuna katılmıştı... Gururlu bir adamdı ve yurdunu terketmenin onursuzluk olacağına inanıyordu... Annem ise yerel bir hastanede tam gün bir hemşire olarak çalışmaktaydı yıl boyunca... Her gün insanların öldüğünü gördüğü halde ve morgta bunlara tanık olduğu halde, eve taşımıyordu bunu bizlere... Hastanede yaşadığı acıları, depresyonu ya da başka sefillikleri bize hissettirmiyordu hiç...

***  Babamın orduda geçirdiği zaman ve annemin gece mesaileriyle birlikte üç senelik savaş boyunca, bir tam yıl boyunca bizden uzakta olduklarını hesapladım... Erkek kardeşimle birlikte çoğunlukla evde yalnızdık. Uyarıcı sirenleri duyduğumuzda okula gitmiyorduk çünkü bu çok tehlikeliydi... Ancak siren sesleri bizim için oyun zamanı demekti, isyan ediyor ve sığınağa gitmiyorduk... Tam da savaş bölgesinin ortasındaydık ve dışarı çıkıp bütün gün oynuyorduk. Ev ödevimiz yoktu, kafamızda söylenecek ana-babamız yoktu, bu da bütün çocukların düşüydü... Bugünün perspektifiyle bakacak olursak bu çılgınca gelebilir ancak 1995’teki bir çocuk olarak ben kendimi özgür, mutlu ve kurtulmuş gibi hissediyorum, oysa savaş evimden bir taş atımı uzaklıktaydı...

***  Savaşın neredeyse sonuna gelmiştik, Mayıs 1995 idi – iki taraf arasında bir tür anlaşmaya varılmıştı – sanki de böyle bir şey bizi üç yıl boyunca taciz eden o canavarlar için mümkün olabilirmiş gibi, bir anda hayatım değişti, sonsuza kadar hem de... Dışarıda oyun oynuyorduk. Erkek kardeşim tenis oynuyordu, ben de çetemle birlikte pirilli oynuyordum. Aniden bir tetikçi bize ateş açtı... Kardeşim göğsünden vuruldu ve bana doğru gelmeye başladı, bir yandan da yarasını tutuyordu... Vurulan bir tek oydu. En uzun boylumuzdu, en büyüğümüzdü o... Çocuklar bağırıyor, ağlıyordu, anneler isimlerimizi çağırıyordu, tam bir kaos vardı... Erkek kardeşim eve dönmeye çalışıyor, hala ayakta duruyordu, yarası kanıyordu, ben ise koşup yardım etirmeye, anneme çağırmaya gittim, bize öğle yemeği hazırlamaktaydı annem evde, gece mesaisi bitmiş ve eve dönmüştü... Annem kardeşime yardım etmeye çalışırken ben de bir battaniye kaptım, onu sarmak için, hemen ambulans gelsin diye telefon açtım ve dışarıya çıktığımda kardeşimin hayattaki son dakikalarına tanıklık ettim... Annem onu hayata döndürmeye çalışırken kucağında ölmüştü kardeşim...

***  O günü, o anları asla unutmayacağım... Son yemeğimizi hatırlıyorum, paylaştığımız son çiklatayı ve onun giydiği giysileri, kan bulaşmış olan saatini... Saatini kendim için aldım, o günün üstünden çok zaman geçtiği halde, saatteki kanları temizlemedim, bunun nedenini hala bilmiyorum. O gün kahvaltıda ne yediğimizi nasıl hatırlarım, bu nasıl mümkün olur? Kafamda o kadar çok detay var ki o günden... Bir tetikçi tarafından vurulmuştu. Kardeşimin vurulduğu gün ben 12 yaşındaydım, o ise 16 yaşındaydı. O günden sonra artık zamanı onun ölümünden önce ve sonra diye görüyorum... 3 Mayıs 1995 tarihi sonsuza dek belleğime kazındı. Bu, benim çocukluğumun sona erdiği gündü... Anlaşma demişlerdi oysa Sırplar’ın savaşa dair el kitabında böyle bir şey yoktu...

***  Ne yazık ki savaş esnasında Saraybosna’da büyürken çekilmiş fotoğraflarımız yok çünkü buna olanağımız yoktu ailece ve bunu çok düşünüyorum... O döneme dair okuldan, doğumgünlerinden veya ailemizden hiç fotoğrafımızın olmayışı beni çok rahatsız ediyor. O döneme dair tek bir fotoğraf dahi beni çok mutlu ederdi... Bugünlerde yetişen çocuklara baktığımda, tüm olanaklara sahip çocuklara, sanki de büyük bir hapishanede büyümüşüm gibi geliyor. Hatıralarım var, pek çok şeyi hatırlıyorum, bunlar çok canlı, iyi ve kötü hatıralar... Pek çoğumuz şu cümleyi de duymuştur: “Eğer belgelemezseniz, o şey olmamış gibi olur...”

***  O dönemden sahip olduğum tek fotoğraf, erkek kardeşimin cenaze töreninde çekilmiş bir fotoğraftır ki bunu da savaş dönemi olarak addetmiyorum. Bu sayılmaz... Bana göre o kanlı savaş, kardeşimin öldürüldüğü gün sona ermişti... Bu psikolojik bir şey olmalı, bir tür blokaj ya da inkar gibi birşey bende...

***  Kardeşimin fotoğraflarını bulmak isityorum belki sınıf arkadaşları ya da başka arkadaşlarında vardır ve belki de bunun farkında değillerdir. Yayınlanmamış kaç fotoğraf olduğunu merak ediyorum. Öldürüldüğü zaman gazetelerde yayınlamak ve cenaze hizmetleri için fotoğrafına ihtiyaç duyduğumuzu hatırlıyorum. Oysa sahip olduğumuz tek fotoğraflar, o küçük yaşlardayken çekilmiş fotoğraflardı – sonra rahmetlik babam kardeşimin bir burs kazandığını ve onun fotoğrafını çektiklerini hatırlamıştı. Bizde olan son fotoğrafı bu işte, bu da sahip olduğumuz en değerli şey...

***  Benzer durumda ve hatta daha da büyük trajediler yaşamış olan başka çocuklar ve başka aileler de vardır. Belki de o talihsiz dönemden fotoğraf arayan başkaları da vardır. Savaş esnasında Bosna’yı ziyaret etmiş olan pek çok fotoğrafçı vardır, belki de onların henüz paylaşmamış oldukları arşivleri vardır... Dünyanın bunları görmeye ihtiyacı vardır... İşte bu nedenle sinperalley.photo adlı internet sitesini yarattık.

***  Bu internet sitesinin amacı, Bsona-Hersek’te, Saraybosna’da çekilmiş fotoğrafları bulup arşivlemektir, 1992-1996 yılları dönemindeki savaş esnasında... Bu internet sitesinde bu fotoğraflar, benim ve ailem gibi bunları yaşamış olan insanlar tarafından belgelenecektir. Bizimle birlikte savaşı yaşayan ve çektiğimiz acılara tanıklık eden o cesur fotoğrafçıları da anmak istiyoruz... Bazıları bu süreçte hayatlarını yitirdiler... İnternet sitemiz o cesur savaş fotoğrafçılarını onore edecektir – onların çalışmaları, bize olanların dünya tarafından görülmesini sağlamıştır.

***  Zaman zaman, en azından yılda bir kez erkek kardeşimin cenazesinden fotoğraflara bakarım. Ailemizde bir fotoğraf albümü vardır, yalnızca erkek kardeşime dair – bebekliğinden öldürülmesine kadar geçen süre içinde çekilmiş fotoğraflarıdır bunlar. Bu resimlere bakarım, o dönemleri düşünürüm, hayalimde o olayları tekrar canlandırırım, gülümserim, düşünürüm...

***  Bu satırları yazmak benim için kolay olmadı, 20 senemi aldı bu yazıyı yazmak... Pek çok kereler durup yeniden başladım... Bu yazımın savaşı yaşamış tüm diğer çocuklara da yardım edeceğini umuyorum... Bu benim öyküm olsa da, pek çok diğer çocuğun da öyküsüdür. Bu aynı zamanda savaş fotoğrafçılarının da öyküsüdür. Ve kardeşimin öyküsüdür.

Kardeşimin adı Amel Hodziç idi. 8 Mart 1979’da dünyaya gelmişti... Saraybosna’da “Sanat Yüksek Okulu”na devam ediyordu, ikinci sınıftı 1995’te, öldürüldüğü zaman.  16 yaşında ve 55 günlüktü...

***  Onu tanıyan birisi bu satırları okuyorsa eğer...

Benimle paylaşacak belki bir fotoğrafı vardır, belki bir anınız ya da bir öykünüz vardır ona dair bana anlatacağınız... Herhangi bir şey...

https://srebrenica.org.uk/survivor-stories/dzemil-hodzic

(SREBRENİKA’YI HATIRLAMAK internet sitesinde yer alan Cemil Hodziç’in yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).