İki âşık parkta oturuyorlar.
Güzel bir gün…
Olivia, yüksek sesle elindeki gazeteyi okuyor: “Ülkemiz bugün itibariyle komşusundan tamamen bağımsız bir Cumhuriyet olmuştur.
Sevgilisi Artur pek de aldırmıyor:
“Keşke ördek doğsaymışım...”
Az sonra bir muhafız geliyor ve hem parkın, hem de iki sevgilinin oturduğu bankın tam ortasına bir bant çekiyor.
- Bu ne?
- Sınır
- Neyin sınırı?
- Ülkenin
- Hangi ülkenin?
- Hangi tarafta durduğuna göre değişir.
Ülke bölünüyor (!)
Böylece kadın bir yanda kalıyor, adam diğer yanda…
***
“Parkta Güzel Bir Gün” (An Incident at the Border) harika bir politik güldürü ya da gülerken ağlama hali, bizim öykümüze çok benziyor.
Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun hem de bir parkta ilk kez sahnelediği oyun bölünmüş yurdumuza fazlaca mesaj içeriyor.
Tek farkla belki!
“İki sevgili gibi” olmadı bu coğrafyada insanlar…
Buna izin verilmedi…
Tarih, coğrafya, yurt ve yurttaşlık hakkı hepimizi birleştirmesi gerekirken, soydaşlık üzerinden çizilen aptalca sınırlar ülkemizi böldü, parçaladı, ayırdı.
***
İsterseniz geliniz oyunun başlığını değişelim, “Plajda Güzel Bir Gün” yapalım.
Ersin adlı genç elinde gazete okuyor:
“Burası ayrı bir devlettir ve egemen eşitliğimize, uluslararası statümüzün kabulü şarttır.”
Henüz lafı bitmeden birisi geliyor, sahile dikenli tel çekiyor.
Bir de tabela: “Yasak Bölge Girilmez.”
- Bu ne?
- Yasak bölge!
- Neyin yasağı?
- Kurtarıcının!
“Keşke ördek doğsaymışım” diyor, “keşke keşke keşke” yineleyerek…
***
- Bir de balıklar var tabii. Kim bilir suyun altında gözlerden uzak ne işler çeviriyorlardır?
- Muhtemelen sadece yüzüyorlardır.
- Evet ama sınırın hangi tarafında?
- Ha demek balıklar için de sınır belirleyeceksin! Peki ya kuşlar, kuşları ne yapacaksın?
***
Her yerde hayatımızı kuşatan anlamsız sınırlar var; gün gece zihinlerimize örülüyor duvarlar, dikenli teller bilinçlerimize çekiliyor ve yurtsuzluğa, yarınsızlığa mahkûm ediliyor gençler…
Başkaldırmazsak eğer bu gerçeklik değişmeyecek…
Bu yarı/m yurdun dört bir yanı “askeri bölge” aslında…
Birinci derece, ikinci derece, üçüncü derece askeri bölge!
Uluslararası hukukla değil “güç”le korunuyor bu nizam ve o nedenle “yasaklıyız” dünyada…
***
- Bu bir bant parçası, çok da iyi bir sınır sayılmaz, değil mi?
- Bu geçici!
- Sonrasında peki?
- Bir tür parmaklık yapılır herhalde. Ya da duvar. Tepesine dikenli tel falan da kondurulur.
- Bu neden gerekli ki?
- İnsanları içeride ya da dışarıda tutabilmek için!
- Yani biz bu sabah kendimizi bir ülkeye ait zannederek uyandık, hatta hâlâ o ülkeye aitiz ama ülkenin kendisi değişti, öyle mi?
- Ben sadece emirleri uyguluyorum.
Sınır ihlali ve ‘Parkta Güzel Bir Gün’
Tiyatroda repertuar seçimi son derece önemli… Yaşadığınız ülkeye, döneme, içinde bulunduğunuz şartlara, duruşunuza, hedeflerinize dair... Tiyatro kimi zaman sadece eğlendiren bir araçtır, buna da ihtiyaç var elbette… Ancak… Lefkoşa Belediye Tiyatrosu gibi gelenek ve misyon sahibi kurumlar için oyun seçimi çok daha hassas… Tiyatronun birleştirici gücü, düşünmeyi ve sorgulamayı zorlayan yanı oyun seçimleriyle öne çıkıyor.
Politika ile komedinin iç içe geçtiği, sınır ve özürlük kavramları ile birlikte yurttaş duyarlılığı ya da kayıtsızlığını da anlatan özel bir oyun seçti, Lefkoşa Belediye Tiyatrosu…
Kieran Lynn'in yazdığı, Yeşim Gökçe'nin çevirdiği “Parkta Güzel Bir Gün” adlı oyunu Kıymet Karabiber yönetti.
Yıllar sonra "yönetmen" olarak gördük yeniden Kıymet Karabiber’i ve iyi bir iş kotardı; samimi bir oyun çıktı ortaya, aşırılıktan uzak, izleyicinin düşünme alanına müdahale etmeyen, tadında, estetik, duygulu, tempolu ve meramını anlatan…
"Parkta Güzel Bir Gün" için mekan da akıllıca düşünülmüş, Kızılbaş Parkı'nda çevre seslere rağmen ilk gösterim için özel bir gün oldu.
Üç başrol vardı oyunda…
Melihat Melis Günalp, İzel Seylani ve Aytunç Şabanlı, üçü de rolünün hakkını verdi.
İzel Seylani son birkaç yılda bu ülkenin en fazla sahneye çıkan oyuncusu sanırım…
Adanın her iki yanında – hatta yurt dışında- farklı farklı oyunlarda rol alıyor. “Parkta Güzel Bir Gün” oyununda bu kez Arthur rolünde karşımıza çıktı, kimi jestlerinde vücut dili ‘Red Peter’i anımsatsa da güçlü ve kendine güvenliydi sahnede…
Olivia rolündeki Melihat Melis’e ayrıca bir parantez açmak istiyorum, çünkü uzun zaman sonra kendisini yeniden sahnede gördüm. Bir oyuncu için sanırım dezavantajlı bir durum bu, çünkü oynadıkça ustalaşıyor sanatçı… Belli ki Melihat Melis rolüne iyi yoğunlaşmış, çalışmış, enerjisi hiç düşmedi, duygu ve beden diliyle seyirciyi hep oyunun içinde tuttu.
Muhafız rolündeki Aytunç Şabanlı bugüne kadar izlediğim oyunları içerisinde en önemli sahne performansını gösterdi; ses tonunu, mimik ve jestlerini hikâyeyle bütünleştirdi. Şarkıları seslendirmede biraz daha kendini geliştirebilir, tınıların çok daha iyi yankılanması anlamında…
Seyirci sevdi oyunu, rejiyi, metni, sanatçıları… Oyunun sonunda sınırları söktü oyuncular, kum torbalarını dağıttı. Umalım ki o günleri de görelim, Kıbrıs’ta…
“Parkta Güzel Bir Gün”ü güneyden gelen tiyatro sanatçıları Myrsinie ve Christina ile yan yana izledik, elbette Yunanca ya da İngilizce çevirisi yoktu oyunun... Kıbrıs'ın acısına da ortaklık eden oyun, yeni sezonda, alt yazılı olarak güneyde de sahnelenmeli mutlaka... Hatta daha ötesinde, ortak bir kadroyla, doğrudan sahnede iki dilde de oynanabilir; Kostas Silvestros'un yönetmenliğinde İzel Seylani ve Yorgos Kiriaku’nun sahnelediği "Godot'yu Beklerken" bu anlamda iyi bir denemeydi, örnek alınabilir.
Barikatta oynansa keşke…
Tam da yeşil hattın oralarda bir yerde…