“Kibar” Tahakkümcülerle “Kibar” Ayrılıkçılar

Niyazi Kızılyürek

Yakın Kıbrıs tarihinde etnik çatışmaya damgasını vuran iki ana akım olmuştur: Tahakküm eğilimi ve ayrılıkçı milliyetçilik!

Tahakküm eğilimi Kıbrıs Rum toplumuna mahsustur ve kendisini iki biçimde göstermiştir: Enosis talebi olarak dışa vuran Helen Milliyetçiliği ve Kıbrıs Cumhuriyeti devletini tek başına yönetme eğilimi olarak Devlet-milliyetçiliği...

Birinci akım çoktan tarihe karıştı. 1960’lı yıllarda can çekişmeye başlamıştı ve 1974’te de tarih sahnesinden temelli olarak el ayak çekmişti.

İkinci akım 1960’lı yıllarda güçlenmeye başladı ve 1974’ten sonra doruk noktasına ulaştı.

2004 referandumlarında bu ideolojinin gücünü çok net biçimde gördük. Kıbrıs Cumhuriyeti devletini korumak, federal devlet fikrinin önüne geçmişti. Önceleri Makariosçu bilinen elit çevrelerinde baş gösteren bu akım, 1974’ten sonra şekil değiştirerek toplumun geneline yayıldı. Neredeyse bütün siyasi partiler farklı derecelerde olsa da bu ideolojinin etkisi altına girdiler.

İster Helen milliyetçiliği ve Enosis talebi olsun, isterse Kıbrıs devletini kendi tekeline alma/tutma anlamında Devlet milliyetçiliği olsun, her iki ideoloji de Kıbrıs Rum toplumunu “ana etnik grup” veya “halkın ana gövdesi” olarak kavramaktadır. Yani, self-determinasyon hakkına ve egemenliğe sahip olan halk grubu... Hem 1964’e kadar sürdürülen Enosis mücadelesinde hem de 1964’ten sonra devleti tek başına sahiplenme döneminde Kıbrıslı Türkler “azınlık” olarak görülüyorlardı. Enosisin karşılığında Kıbrıslı Türklere Lozan Antlaşması’nda Trakya’daki Türklere tanınan azınlık hakları uygun görülmüştü. Enosisin gerçekleşmesi mümkün olmadığı anlaşılınca, Makarios Kıbrıslı Türklere  yerel özerk idare gibi “genişletilmiş azınlık hakları” öneriyordu.

1974 yılında güçler dengesinin değişmesinden sonra Kıbrıs Rum elitleri kağıt üstünde iki bölgeli, iki toplumlu federal devlet tezini kabul etmek zorunda kaldılar ama bu konuda ciddi kafa karışıklığı yaşadıkları gün gibi aşikardır. Özellikle Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini ve devlet organlarına etkin katılımını benimsemekte zorlanıyorlar. Bu yüzden BM tarafından çeşitli dönemlerde ortaya atılan fikir ve önerilerin çoğuna karşı çıktılar, karşı çıkmaya devam ediyorlar.

Günümüzde de Kıbrıs Rum siyasi elitlerinin büyük çoğunluğuna Devlet-milliyetçiliği akımı rehberlik ediyor. Günümüz itibarıyla sadece AKEL farklı bir duruş sergiliyor.

Bu arada, 1974’ten sonra devlet milliyetçiliğinin bazı değişikliklere uğradığını belirtelim. Artık ELAM’dan başka hiçbir parti açık açık Kıbrıslı Türkler “azınlıktır” diyemiyor. Fakat federasyon görüşmelerine üniter devlet unsurları yerleştirip Kıbrıslı Türklerin federal hükümete katılımı sınırlandırılmak isteniyor. Son dönemlerde Nikos Anastasiadis’in ortaya attığı “adem-i merkeziyetçilik” tezinin amacı da budur. Kıbrıslı Türklere kendi bölgelerinde kendi kendini yönetme anlamında siyasal özerklik öneriyor ama bunun karşılığında federal yürütmeye etkin katılımlarını sınırlandırmak istiyor.

Anastisiadis’in bu “kibar” tahakkümcü yaklaşımı federalizmle çelişiyor. Bu daha ziyade, merkezi güçlü devletlerin adem-i merkeziyetçilik yoluyla ulusal azınlıklara özerklik önermelerine benziyor ki, bunun federalizmin özerklik ilkesiyle hiçbir ortak tarafı yoktur. Çünkü Federal devletlerde özerklik, oluşturucu devletlerin kendi kendini yönetmesi kadar, federal yürütmeye etkin biçimde katılmalarıyla da paralel gider.

Kıbrıslı Türklere gelince. Tarihsel olarak bakarsak hiç kuşkusuz ayrılıkçı milliyetçilik en güçlü akım olmuştur. Bu akımın esas itibarıyla iki türlü siyaseti vardı: adanın bölünmesi ve parçalarının Yunanistan ile Türkiye arasında paylaştırılması (Çifte-Enosis) veya adanın bölünmesi ve ayrı bir Türk devletinin kurulması.

Ne var ki bunların hiçbiri başarılamadı. Süreç içinde Çifte-Enosis tarih sahnesinden çekildi. Öte yandan ada de-facto olarak bölündü ama ayrı ve meşru bir Türk devleti kurulamadı. Bu yüzden, ayrılıkçı milliyetçiliğin başını çeken Rauf Denktaş dahil herkes iki-bölgeli, iki toplumlu federasyon tezini kağıt üstünde kabul etmek zorunda kaldı. Fakat Kıbrıs görüşmelerinde ortaya konan önerilerde konfederal unsurlar federal unsurlardan daha ağır basıyordu. Denktaş açık açık iki-devletli konfederasyon tezini gündeme getirene kadar bu durum böyle devam etti. 1990’lı yılların ikinci yarısından sonra ise Denktaş resmen konfederasyona yöneldi ama hiçbir sonuç alamadı. KKTC’yi ne uluslararası topluluğa ne de Kıbrıslı Rumlara kabul ettirebildi.

Ne var ki, KKTC içinde yetişen yeni kuşaklar Rauf Denktaş’ın ideolojik bir saplantı olarak gündeme getirdiklerini sosyolojik bir gerçeklik olarak yaşamaya başladılar ve KKTC’nin ayrılıkçı kurumlarını benimsediler. Özellikle 1974-sonrası yetişen kuşakların elit tabakası siyasi kariyerlerini KKTC’nin kurumları içinde gerçekleştiriyorlar. Sol veya Sağ kimliklerinden bağımsız olarak “Neo-KKTC’ci” diyebileceğimiz kuşaklar iktidara talip oldular. Bunlar eski kuşak ayrılıkçılardan daha farklı bir söylem geliştirdiler. Örneğin “Kıbrıslı Rumlarla görüşmeyelim” veya “Kıbrıs Sorunu 1974’te bitti” gibi laflar etmiyorlar, federal devlet formülüne açık olduklarını söylüyorlar, barışçı görünüyorlar ama “kibarca” ayrılıkçı politikalar izliyorlar. İki devletli çözüm biçimini (konfederasyonu) federasyondan daha fazla önemsiyorlar.

Kısacası, Kıbrıs bunca yıllık etnik çatışmadan sonra etnik çatışmayı körükleyen tahakkümcü ve ayrılıkçı akımların diyarı olmaktan kurtulamadı. Bir farkla: günümüzün tahakkümcü ve ayrılıkçıları eski kuşaklar gibi hırçın ve saldırgan değildirler, şiddete baş vurmuyorlar. Son derece “kibar” bir görünüm çiziyorlar...