Vartan Estukyan
Cumartesi sabah babamın telefonuyla uyandım. “Birazdan mamanla sergiye gideceğiz, gelmek ister misin?” diye soruyordu. Zaten hafta içi gitmeyi planladığım için babamın bu teklifini başta reddettim, “Öncesinde de kahvaltı yapacağız” dediğinde ise ikna olup kabul ettim. Bir şeyler yedikten sonra üçümüz yola koyulduk. Varış noktamız, ‘İmroz’un 1964 Belleği’ adlı sergiye ev sahipliği yapan Fener’deki Yuvakimyon Rum Kız Lisesi. Oraya cumartesi günüyle, güzel bir havada İstanbul trafiğinde nasıl gittiğimizi bir biz biliyoruz. Gerçi nasıl döneceğimize dair meğer bizi daha büyük bir sürpriz bekliyormuş ama İstanbul trafiği ve kalabalığı bu yazının konusu değil elbette. Fener’e vardığımızda semtin hem yerli hem yabancı turistik akınının manzarasıyla karşılaştık. Üçümüz de oraya uzun zamandır gitmemiştik, bu manzara hepimizi ayrı ayrı şaşırttı. Kız lisesine dair bildiğimiz tek şey, meşhur Fener Rum Lisesi’nin bir arka sokağında olması. Telefonumdan haritayı açtım, söylediği istikamete doğru yürüdük. Fener Rum Lisesi tüm ihtişamıyla semtin her ucundan görünüyor zaten, bir süre sonra Yuvakimyon Kız Lisesi’ne vardık.
Okulun kapısında bizi, sergiyi hazırlayan gazeteci Melike Çapan karşıladı. Daha önce Galata Rum Okulu’nda birçok sergi gezdim fakat itiraf etmem gerekirse bu okul gerek etrafındaki yapıları gerek manzarası gerek kendi ihtişamıyla çok daha çarpıcı bir etki bırakıyor izleyicide. En azından benim adıma öyleydi. Bir azınlık okulunun sergi salonu olarak kullanılması ise hep bir çelişki yaratıyor bende. Bu okulların sergi salonu olmasına üzülüyor hatta öfkeleniyorum fakat diğer yandan binaların atıl bir şekilde kalması, yıkılması veyahut butik otel vs. gibi yerlere kiraya verilmesindense en azından sanat alanı olarak kullanılmasına da seviniyorum. Fakat bu da bir başka yazının konusu.
Çapan’la kısa bir sohbetin ardından sergiyi gezmeye başlıyoruz. Bizi önce üst kata, serginin ana bölümüne götürüyor. Ben daha sergiyi gezmeye başlamadan okulun sınıflarına göz atıyor ve doğal olarak öğrencili zamanlarını hayal ediyorum. Annemin ifadesine göre ‘bu lisede okuyan kızlar ya edebiyatçı ya da sinemacı olmuştur’ herhalde. Sahiden de “Bu manzara insanı şair eder” klişe cümlesini akıllara getiren bir görüntüye sahip okul. Dönelim sergiye. Serginin ana hatlarını İmroz’a dair fotoğraflar oluşturuyor. İmroz’dan, Ekümenik Patrikhane’den ve bizzat Patrik Bartholomeos’tan elde edilen yaklaşık 300 fotoğrafın 30’unu bu sergide görmek mümkün. Çapan, bize sergiyi gezdirirken hem fotoğraflara dair bilgiler veriyor hem de Patrik’le bu süreçte yaşadığı komik anekdotları paylaşıyor. Bu yüzden sergiyi onunla gezmek hem keyifli hem lüks, çünkü, anekdotları bir kenara bırakacak olursak, fotoğraflara dair bilgiler ne yazık ki görsellerin yanında yazmıyor. Melike Çapan da birçok fotoğrafa dair varsayımda bulunduklarını, sadece tahmin yürütebildiklerini söylese de, örneğin, babamın teklifin reddedip hafta içi kendim gitseydim, bu tahmin veya varsayımları da bilemeyecek, öylece fotoğraflara bakacaktım. “Serginin ana hatlarını fotoğraflar oluşturuyor” demiştim, ama bana kalsa serginin en büyük eksikliği de tam bu sebepten ötürü aynı fotoğraflardan oluşuyor.
Panayia’dan, düğünden, kız isteme törenlerinden, kahvehanelerden, kısacası bir köyde yaşanacak her andan fotoğraflar bu sergide görülebilir. Çapan, bizi bir başka sınıfa götürüyor. Orada göze en çok çarpan, ahşap bir beşik. Adadaki evlerden toplanmış materyaller bu sergide önemli bir yer kaplıyor. Tıpkı kâğıt belgeler gibi. Bu belgelerden en etkileyicisi, belki de, istimlak edilen arsalardan birinin belgesi. Arsanın batısı ayrı, doğrusu ayrı kişilerden istimlak edilmiş. Bir başka sınıfta ise bir karatahtanın üzerinde, pandemide hayatını kaybeden İmrozlu bir ahbaplarının fotoğrafları yer alıyor. Fotoğraflar kadar karatahtanın sol üst köşesinde duvara asılı İstiklâl Marşı da dikkatimi çekiyor. Son olarak alt kata, okulun girişine iniyoruz. 20 dakikalık bir belgesel de bu sergiye eşlik ediyor. Belgeselde İmroz’un 1964’teki yerlileri hem adayı hem yıllar sonra adaya ilk gidişlerinde karşılaştıkları manzaraları anlatıyor. Bir bölümünü izlediğim belgeselde doğrusunu söylemek gerekirse konuşanların yüzünde öfke görmeyi bekliyordum. Hüzün, ve anlattıkları kendi İmrozlarına dair özlem vardı sadece. Bir kadın, yıllar sonra İmroz’a döndüğünde, artık adanın yerlisi olan bir Türk’ün kendisine “Ne İmroz’u? Burası Gökçeada artık, buraya Gökçeada diyeceksiniz” dediğini anlatıyor. Kadın ise “Gerçekten bilmiyordum, üzgünüm” diyor. Onun üzüntüsü benim öfkemi daha da büyütüyor. Sergiyi birçok ruh haliyle ardıma bırakıyorum, ama büyük hissimin kızgınlık olduğundan da adım gibi eminim.
İmroz’a dair bir sergiyi Fener’deki bir okulda gezmek aslında çok da anlam taşımamalı belki de. Ama neredeyse artık en büyük anlamı tam da bu ayrıksılık taşıyor. Sonuçta bu iki yerleşkenin tek ortak paydası Rumluk. Oysa ne hayatları birbirine benziyor, ne kültürleri tıpatıp aynı, ne de insan profilleri. Ama böyle bir sergiyi büyük galerilerde açmak da elbette burada bıraktığı gibi bir etki bırakmayacak hiç kimsede. Çapan, sergiyi İmroz’a ve Yunanistan’a da taşımak istediklerini söylüyor. İster Yunanistan’da açılsın, ister İstanbul’da, bu sergi elbette en çok da İmroz’da kendini bulacak.
‘İmroz’un 1964 Belleği’ 24 Kasım’a kadar her gün Fener’deki Yuvakimyon Rum Kız Lisesi’nde görülebilir, görülmeli.
(AGOS – Vartan ESTUKYAN – 13.11.2022)
BASINDAN GÜNCEL...
“Sergi, Kıbrıs çatışmaları ardından İmroz’da yaşanan kimliksizleştirme politikasını anlatıyor...”
Kıbrıs olaylarının ardından yaşanan kimliksizleştirme politikasının anlatıldığı "Yeniden Buluşacağız: İmroz'un 1964 Belleği" isimli sergi, 9-24 Kasım arasında Yuakimion Rum Kız Lisesi’nde ziyaretçisiyle buluşuyor.
Gökçeada’da Kıbrıs olaylarının ardından yaşanan kimliksizleştirme politikasının anlatıldığı dökümantasyon sergisi "Yeniden Buluşacağız: İmroz'un 1964 Belleği" sergisi açıldı...
Türkiye’den gazeteci Melike Çapan tarafından hazırlanan sergide, İmroz halkının 1964 sürecinde yaşadıkları, adalarını nasıl terk etmek zorunda kaldıkları ve gitmeden önce nasıl bir hayata sahip oldukları 1964 öncesine ait fotoğraflarıyla anlatılıyor.
Sergi 9-24 Kasım tarihleri arasında, Yuakimion Rum Kız Lisesi’nde ziyarete açık olacak.
Serginin tanıtım bülteninde şu ifadelere yer veriliyor:
"Gerginleşen Kıbrıs politikalarının sonucu olarak 1964'te Yunan pasaportu olan ve sayıları 10 bini aşan Rum’un sınır dışı edilmesi kararı, İstanbul'un yanı sıra Gökçeada'da yaşayan Rumlar için de zorlu bir zamanın başlangıcıydı.
Nüfusunun büyük bir çoğunluğu Rum olan adada 1964 yılı itibariyle başlayan ve 1974'te daha ağır sonuçlar doğuracak Türkleştirme politikaları uygulanmaya başlandı. 1964 yılı itibariyle sırasıyla adaların kadastrosunun yapılması, modern bir caminin inşası, açık tarım cezaevi tesisi, devlet üretme çiftliği, yatılı ilk öğretmen okulu kurulması ve bir jandarma er eğitim taburu intikali planlandı ve uygulandı.
Bununla sınırlı kalmadı. Okullar kapatıldı, tarımla yaşayan halkın arazileri istimlak edildi. Geriye sadece ellerinde kalan evleriydi. Sonra mahkumları getirdiler ve İmroz için yaşanmaz günler başladı. O sarı üniformalı insanlar hala hafızalarda.
Yerli halk arazilerini kaybetti, ana dilde eğitim hakkını kaybetti ve en son vatanım dediği İmroz'da sahip oldukları en güzel hissi, huzuru kaybettiler. Onlar için gitme vakti gelmişti. Gittiler. Ancak hep geriye dönmeyi düşündüler.
Yeniden Buluşacağız sergisi, 1964’ün kara bulut gibi üzerlerine çöktüğü İmroz halkının hikayesini anlatmaktadır. Sergi içerisinde yer alan belgeselde İmrozlular 1964 sürecinde yaşadıklarını, adalarını nasıl terk etmek zorunda kaldıklarını anlatırken, gitmeden önce nasıl bir hayata sahip olduklarını 1964 öncesine ait fotoğraflarıyla sizlere anlatıyor.
Her daim kalabalıklar içinde beraber olmayı seven bir toplumun tesbih taneleri gibi nasıl dağıldığına tanıklık ederken onların hikayesinden geriye kalan eşyaları görebilirsiniz."
Resmi tarih yazımında yer almayan İmroz’da uygulanan eritme programına karşı bir bakış açısı sunan Yeniden Buluşacağız sergisi yaşanan acıların belleğe kaydını aynı zamanda da yüzleşmeyi amaçlamaktadır."
(T24’ten – Kasım 2022)
GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR KİTAPLAR...
“Nereden Nereye - Bir yaşamöyküsü: Hraç Kırmızıyan (Anuşavan)...”
Kitap, ARAS yayınları arasında yayımlanmadı ancak ARAS, kitabın hazırlık sürecine ve dağıtımına katkıda bulunuyor. Hraç Kırmızıyan’ın kendi yayını olan kitapla ilgili ARAS Yayınları şöyle diyor:
“Nereden Nereye farklı ülkelerde, farklı kültürler arasında hayata tutunan bir ailenin hikâyesi. Romanya’da doğup büyüyen ve ilkgençlik yıllarını burada geçiren Kırmızıyan kardeşler, köklerinin dayandığı Türkiye’de, daha önce tanımadıkları İstanbullu aileleri tarafından adeta yeniden “evlat” ediniliyor, farklı bir kültürle, farklı âdetlerle yaşamaya başlıyorlar. İstanbul’da yeniden inşa ettikleri hayatları daha sonra onları Fransa’ya, Paris’te yaşamaya savuruyor. Yıllar içinde, bir arada kalmak, aileyle birlikte hareket etmek ve şartlar ne olursa olsun pes etmemek Kırmızıyanların temel düsturu haline geliyor. Birçok sosyal ve ticari atılımda bulunan Kırmızıyan kardeşler, İstanbul’da saray mimarları yetiştirmiş ünlü Balyan ailesinin anıt-mezarının restorasyonu gibi projeleriyle de tanınıyor. Bu kitabı okuyacak olanlar, hiçbir şeyin imkânsız olmadığını, zorlukların aşılmak için var olduğunu ve çalışmanın da başarıya ulaşmak için yegâne araç olduğunu görecekler....”
“Halep’in Baronları... Suriye'de bir otel, bir aile ve Ortadoğu'nun son yüzyılı...”
İtalyan yazarlar Marco Tosatti ve Flavia Amabile tarafından kaleme alınan Halep’in Baronları – Suriye’de bir otel, bir aile ve Ortadoğu’nun son yüzyılı” başlıklı bu ilginç kitapla ilgili olarak ARAS Yayınları, şöyle diyor:
“Halep’te ünlü Mazlumyan ailesinin işlettiği Baron Oteli’nin hikâyesini anlatan ‘Halep’in Baronları’ özellikle tarih meraklılarına heyecanlı bir okuma vaat ediyor. İtalyan yazarlar Flavia Amabile ve Marco Tosatti tarafından kaleme alınan eser, Anadolu kökenli Mazlumyan ailesinin, 19. yüzyılın sonlarında memleketlerini terk etmek zorunda kalarak Halep’e göç ettikten sonra kurdukları ve bir asır boyu ayakta tuttukları Baron Oteli etrafında, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerini ve sonrasında Suriye ile Ortadoğu’da yaşananları anlatıyor. Tarihi 20. yüzyılın tarihiyle iç içe geçmiş olan otel, tehcir ve katliamlara, iki dünya savaşına, ülkenin bağımsızlığına, askeri darbelere tanıklık etmiş, Arabistanlı Lawrance’dan Cemal Paşa’ya, Mustafa Kemal’den Liman Von Sanders’e, Agatha Christie’den Hafız Esad’a tarihte yer etmiş kişileri ağırlamıştı. Günümüzde halen ayakta olan Baron Oteli, Suriye’de sürmekte olan savaş nedeniyle son derece zor günler geçiriyor. Halep’in Baronları, birbirinden etkileyici olayları son derece sürükleyici bir dille anlatan çarpıcı bir eser...”
“Madam Amati: Avrupa'dan İzmir'e bir keman ikonu...”
ARAS Yayınları, kitapla ilgili şöyle yazıyor:
“Madam Marta Amati, 1462. Sokak’ta, tam İzmir Özel Saint-Joseph Fransız Lisesi’nin karşısındaki tahta cumbalı evde otururmuş. O sokakla özdeşleşenlerdenmiş. Komşuları ise Rinaldo, Simes, Penso, Sera, Papi, Toctan ve Bertuzzi aileleriymiş.
Sıcak yaz akşamüstlerinde evinin önündeki merdivenlerde oturup, basamaklarda keman çalarmış. Sokakta Marta’nın kemanından Sergey Rahmaninov’un besteleri duyulurmuş. O dar sokaktan geçerken müzikle duraklayan İzmirlilerden, onun yanına oturan ve bu sayede müzisyenleri, bestekârları öğrenenler olurmuş.
Yine yaz akşamları, Madam’ı ev toplantılarına davet ederlermiş. Gidermiş. Evlerin bahçesinde leylakların, hanımellerinin arasında konser verirmiş. Pazar günleri ise Beth-İsrael Sinagogu’na gider, düğünlerde keman çalarmış...
Madam Amati, 1902’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu topraklarında doğan ve sonraki onyıllarda Avrupa kıtasını kasıp kavuran gelişmelerin sonucu olarak savrulduğu İzmir’de kendine yeni bir yaşam kuran keman sanatçısı Marta Amati’nin yaşamöyküsünü anlatıyor. Madam Amati’nin ölümünden yıllar sonra onun tek bir fotoğrafını İzmir’deki Beth-İsrael Sinagogu’nda gören ve bu gizemli kadının kim olduğunu merak eden Rita Ender, arşivlerde ve İzmirlilerin belleğinde iz sürerek onun hikâyesini ortaya çıkardı. Kemanı ve müziğiyle İzmir sosyal yaşantısının ayrılmaz bir parçası olan, pek çok öğrenci yetiştiren Madam Amati’nin kim olduğu, İzmir’e yerleşmeden önce nasıl bir hayat yaşadığı kimselerin dikkatini çekmemişti. Bu sanatçı kadın aslında kimdi? Hangi rüzgârlar onu Avrupa’dan İzmir kıyılarına atmıştı? Başına neler gelmişti? Ender, bu sorulara cevap bulabilmek için onun nerede doğduğunu, okuduğunu, nerede, nerelerde ve nasıl yaşadığını, çalıştığını, Türkiye’ye nasıl geldiğini, İzmir’de nasıl bir hayatı olduğunu öğrenmeye çalıştı. Bütün bu araştırmaların sonucunda ise ortaya sarsıcı bir hayat hikâyesi çıktı. Berge Arabian’ın fotoğraflarıyla zenginleşen Madam Amati, bir dönemin İzmir’ine dair pek çok önemli tanıklığı da bir araya getiriyor. Rita Ender’in incelikli kaleminden....”