KıbrıslıRum lider Anastasiadis, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldonümü olan 16 Ağustos için ‘KıbrıslıRumlar’ın Bayramı’ nitelemesini yapmış.
Bu açıklama üzerine, KıbrıslıTürk lider Tatar, hem Kıbrıs Cumhuriyeti hakkındaki görüşlerini hem de Kıbrıs sorununun bazı yönleriyle ilgili tutumunu yeniden açıklama gereğini hissetti.
Sayın Tatar’ın söyledikleri önemli çelişkiler barındırıyor.
Sayın Tatar’ın ‘Aralık 1963 itibarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti bir Rum devletine dönüşmüştür. Bu devlet, Kıbrıs Türk halkını asla temsil etmemektedir’ söylemi hem bazı doğruları hem de bazı önemli yanlışları içeriyor.
Toplumlararası çatışmalar nedeniyle, 1963 sonundan başlayarak, Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’nin KıbrıslıRum siyasal elitinin kontrolüne geçtiği tarihsel bir gerçekliktir.
Ama sayın Tatar, devlet ile onun aygıtları arasındaki farkı görmüyor veya görmek istemiyor.
KıbrıslıTürkler Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin organları içinde temsil edilmiyor ve bu da ciddi bi anomali oluşturuyor.
Yani Kıbrıs cumhuriywti’nin mevcut hükümeti KıbrıslıTürkleri temsil etmiyor.
Ama KıbrıslıTürklerle Kıbrıs Cumhuriyeti arasındaki ilişki, sınırlı anlamda olsa da hep devam etmiştir.
İki Taraf, 1977 Makarios-Denktaş anlaşmasından beri Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin federal bir yapıda yeniden örgütlenmesi konusunda uzlaşmıştır.
Bu uzlaşma, konu, uluslararası güvenliği ve bir üye devletin toprak bütünlüğünü ilgilendirdiği için BM Güvenlik Konseyi kararlarıyla da Kıbrıs sorununun çözüm parametresi haline gelmiştir.
Ama tüm bunlar Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin varlığını etkilemiyor.
Zaten, garantör devlet olarak Türkiye 1974’te askeri müdahalede bulunurken, amacını ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bozulan anayasal düzenini yeniden tesis etmek’ olarak açıklamıştı.
Sayın Tatar ‘1968 yılında başlayan federal temele dayalı çözüm müzakerelerinde, Rum tarafının ana hedefinin Kıbrıs Türk halkını Rum devletine dönüşen "Kıbrıs Cumhuriyeti"ne yamalamak, Anavatan Türkiye’nin garantörlüğünü kaldırmaktır’ diyor.
Bu söylem de ciddi yanlışlık ve eksiklikler içeriyor.
İlk olarak, 1968 yılında başlayan toplumlararası görüşmeler federal bir çözüme ulaşmayı öngörmüyordu.
İkincisi, KıbrıslıRum tarafı, 1977’den sonra resmi düzeyde yaptığı önerilerinde KıbrıslıTürklerin mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti’ne dönüşünü öngören bir tutum içinde olmamıştır.
Yani konuşulan şey, KıbrıslıTürklerin siyasal olarak geriye dönüşü değil, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve halkının birliğinin federal bir çatı altında sağlanmasıdır.
Son olarak, garantörlük meselesini sayın Tatar gibi anlayan başka bir aktörün olmadığını söylememiz gerekir.
BM Genel Sekreteri’nin meşhur Guterres Çerçevesi’nde eski garanti sisteminin sona ereceği ve onun yerine de yeni bir güvenlik sisteminin oluşturulacağı belirtilmektedir.
BM Güvenlik Konseyi’ne hakim olan anlayış ‘bir tarafın güvenlik ihtiyacı için öngördüğü düzenlemelerin diğer taraf için güvensizlik kaynağı olmaması gerektiği’ şeklindedir.
Sayın Tatar ayrıca, ‘iki ayrı devlete dayalı çözüm’ önerisinin, tek gerçekçi çözüm yolu olarak müzakere masasında’ durduğunu ileri sürmektedir.
Adanın bölünmesini öngören iki devletli çözüm modelinin masada olduğunun sanılması büyük bir yanılgıdır.
Bırakınız KıbrıslıRumları, uluslararası toplumun tümü Kıbrıs adasının kalıcı olarak bölünmesini öngören iki devletli çözüm önerisinin konuşulmasını reddediyor.
Daha da önemlisi, bu modele KıbrıslıTürk toplumu içerisinde yöneltilen ciddi tepkiler vardır.
Sayın Tatar’ın iki devletli çözüm ısrarının, hem KıbrıslıTürkleri hem de Türkiye’yi uluslararası toplumla çatışmaya yönlendirdiğini görmemesi veya görmek istememesi kendi başına bir sorun oluşturuyor.
Böyle bir çatışmadan galip çıkan tek bir devlet ya da askeri/siyasi bir aktörün varlığını biliyorsa eğer, bunu hemen açıklaması gerekmiyor mu?
İki toplum arasında bir uzlaşmayı temsil etmediğine göre, iki devletli çözüm ısrarı,çözümsüzlükte ısrar anlamına gelmiyor mu?
Ama, tüm bunların ötesinde, 16 Ağustosu kimin kutlaması gerektiği anlamlı tarihsel bir soru olarak ortada durmaktadır.
1960 öncesi dönemde KıbrıslıRum siyasal eliti Enosis için, KıbrıslıTürk siyasal eliti ise Taksim için mücadele ederken, esas itibarıyla, uluslararası toplumun bir tercihi olarak ortaya çıkan Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti’ni benimsemediler.
Ama, 16 Ağustos 1960 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilk yönetim kadroları, o yıllarda Enosis ya da Taksim idealine sımsıkı bağlı kişi ve gruplarca dolduruldu.
Bunun elbette bazı istisnaları vardır.
Örneğin, Kıbrıs cumhuriyeti’nin daha emekleme döneminde olduğu günlerde KıbrıslıRum lider Makarios ile KıbrıslıTürk lider Dr. Fazıl Küçük, siyasal istikrarsızlık yaratan unsurlara karşı iki toplumun işbirliğini savundular.
Temsilciler meclisindeki bazı KıbrıslıRum üyeler, Enosis gayesini vurgulayacak şekilde ‘kendi kaderini tayin hakkı’ için mücadele edeceklerini açıkladıkları zaman, Makaros’un göterdiği tepki oldukça anlamlıydı:
‘Kıbrıs’ta Türk-Rum işbirliğini bozmak eğilimi gösteren herhangi bir hareketin, Kıbrıs halkının genel terakki [gelişme] ve refahı için zararlı olduğu kanaatindeyim (…). (Bkz. Filelefteros, 11 Şubat 1961).
Dr. Fazıl Küçük ise, uzlaşmacı bir çizgi izleyerek ‘ayrı belediyeler’ ve ‘kamu yönetiminde yüzde 70/30 oranı’nın uygulanmasını ‘zorlu sorunlar’ olarak tanımlamakta ve bunların iki toplum yöneticilerinin işbirliğiyle çözümlenebileceğini açıklamaktaydı (Bkz. Bozkurt gazetesi, 16 Mart 1961).
Ne Makarios ne de Dr. Küçük bu olumlu eğilimlerini daha fazla sürdürmeyerek ya da sürdüremeyerek milliyetçi yönelimlere teslim oldular.
Ama, iki toplumlu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşatılması idealinden vazgeçmeyenler de vardı: Haşmet M. Gürkan ve Ayhan Hikmet.
Haşmet Gürkan, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunun hemen ardından ‘bazı şahısların ya da grupların kanunu çiğneyerek’ ‘tedhiş hareketlerine’ bulaştıklarını açıklayarak Kıbrıs hükümetini önlem almaya davet etmekteydi (Bkz. H. Gürkan, ‘Bu işin sonu,’ Cumhuriyet gazetesi, 3 Aralık 1960).
Ayhan Hikmet ise, Kıbrıs Türk Halk Partisi başkanı sıfatıyla yaptığı açıklamada, KıbrıslıTürk toplumu içinde ‘yüksek mevki sahibi bazı kişilerin’ ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nin normal çalışmasını sağlayacak yerde iki cemaatın birarada yaşayamayacağı ve cemaatler arasında gerginlik olduğu şeklinde propaganda’ yaptıklarını vurguluyarak (Bkz. Cumhuriyet gazetesi, 3 Nisan 1961) anayasanın uygulanmasını talep ediyordu.
Bu iki hukuk insanının çabaları elbette yeterli olamazdı.
Kıbrıs Cumhuriyeti 1960’lı yılların koşullarında anayasal anlamda iki-toplumlu karakterini sürdüremedi.
Ama bu 16 Ağustos’un anlamını değiştirmiyor.
Dr. Fazıl Küçük, 16 Ağustosu, KıbrıslıTürklerin kendi kendini yönetme hakkının simgesi olarak tanımlamıştı.
Bugün, iki toplumun federal ortaklığının siyasi, hukuki ve ahlaki temelleri de 16 Ağustos’a dayanmaktadır.
Sorun Anastasiadis’in kutlamayı tek başına yapması ya da buna iki devletli çözüm macerasıyla izin verilmesidir!