Neriman Cahit
Tam da sırasıdır, “devlet ve sanatın ilişkisini” sorgulamanın; ama, bu kez onu sonraya bırakacak ve yeni sezonu açtıkları “Katil” oyunuyla ilgili yazacağım…
KTD Tiyatroları iki yıl önce, Antalya’da kurulan: “Türk Dünyası Tiyatro Birliği”nin Kurucu Üyeleri arasında yer almış; özellikle de Azerbaycan’la çok yakın ilişkiler kurarak her iki tiyatro arasında işbirliği protokolü imzalanmış…
Bu protokol gereği, Azerbaycan Sinema ve Tiyatro Yönetmeni Mehriban Elekberzade ülkemize gelerek: KTDT adına, “Katil” oyununu yönetmiş… Oyunun yazarı: Elcin Afendiyev. Oynayanlar: Oya Akın, Tuygun Töre, Bilen Kılıç, Yılsay Özbudak…
Dekor Tasarım: Hüseyin Özinal, Afiş – Broşür Tasarım: Ekman Zaifoğlu. Özgün Müzikler: Cem Adrian, Ennio Morricone…
GELELİM OYUNA…
Oyun, gerçekten de çağdaşlarıyla rahatlıkla kıyaslanabilecek denli, “başarılı ve psikolojik bir dram” ve de, özellikle iki başrol oyuncusu yüklendikleri rollerin üstesinden başarılı, çok başarılı bir şekilde kalkıyorlar; zaten, oyunda en büyük yük onların sırtında…
Oyun metin olarak mükemmel bir yapıya sahip… Sunum sürecinde başlayıp – sürerek, sizi kıskacına alıyor…
Bir başka olgu da “dekorun” oyuna inanılmayacak katkısı. O koyu- kopkoyu siyahlık içinde, yer yer ve zaman zaman beliren “kırmızılık…”
Ve ışık… Tiyatroda ışığın önemi…
KÜLTÜR POLİTİKASI…
Çevreme bakıyorum: AKM hıncahınç dolu… Ayakta izleyenler var; yani, iyi bir oyun rahatlıkla izleyici bulabiliyor…
Soğuk ve çöp yığını bir kentin, yürekleri paramparça insanlarının… yaşadıkları onca çirkinliğin sızısı… sanırım daha çok artıyor…
Eğer insanların, “Umudu ve soluğu” kesilirse yaşar gibi görünüp asla yaşayamadıklarını… kitaplarda değil… bizzat yaşamlarında deneyerek… çok ağır yüklerini sırtlamayı sürdürüyorlar…
***
Benim için oyun, sahne kapandığında da bitmedi… Sorgulamalar peşimi bırakmadı: İyi niyet / dilek olarak bir şeyler yazmalı – yazıyı bitirirken – olgusuna takılıp kaldım: Sanatı kullanmayan, değer ölçüleri yerine oturmamış bir topluma… kültür politikası belirgin olmayan bir devlete karşı… varoluşun katlanılması çok zor şartlarını yaşıyoruz…
***
Son söz olarak:
Umar ve dilerim ki, ön sıralarda oturanların dahi, güçlükle duyabildiği sahnedeki konuşmalar düzeltilir…
Bir kez daha anladım ki: Oyuncu, kendini ortaya koyduğunda, sahnede kendi öz varlığını öne sürebildiğinde yaratabiliyor…
Oyunda emeği geçen her bireyi yürekten kutluyorum… Özellikle, “Tuygun Töre” bu konudaki çalışmalarını daha derinine sürdürürse müthiş bir aktör kazanmış olacağız…
//////////////////////////////////////////////////
Sistem Onu, O Sistemi Sevmedi…
SERDAR DENKTAŞ…
Gazeteci – Yazar Nezire Gürkan’ın Serdar Denktaş’la yaptığı ve Rüstem Kitabevi’nce yayınlanan – biraz da “Nehir Söyleşi” tarzında çıkan: “Sistem Onu, O Sistemi Sevmedi – SERDAR DENKTAŞ” Adlı kitabını… hem sevinç, hem de kederle okudum… Dünyada – özellikle gelişmiş ülkelerde – çok yaygın olan politikacıların yaşam ve deneyimlerini bizde, “Mustafa Akıncı”nın yaptığı gibi ya kendisinin ya da başka bir yazarın yazıp, o deneyimleri toplumuna bırakması alışılmış ve takdir edilesi bir olaydır…
Ve, bu tip kitaplar neredeyse kapışılarak satın alınıp okunur…
BU COĞRAFYAYA VE TARİHE YAKIŞAN BİR SES…
Serdar Denktaş’ın anılarını büyük bir merak ve hüzünle okudum. Ailesi + bu acılı coğrafyayı ve tarihe yakışan, ‘gerçekçi ve acılı bir sesi’ var… Ne tarihten, ne görünen ve görünmeyenden sakınıyor… Hem görüneni, hem de görünmeyeni “saklı kalanı” söylüyor… (tabii ne kadarını kendine saklıyor bilemeyiz.)
Güncel olandan da, hayatında yaşadığı onca olgudan da kaçınmıyor… Zamanla, o güncel olanın tarihe dönüşeceğini biliyor çünkü…
Ne yazıktır ki, yaşamının en ağır basan yanı acı, hüzün ve bir sürü yakıcı anıyla dolu… ama o, bunları birer deneyime dönüştürmeyi öğreniyor zamanla ve yaşayarak…
Ağırlıklı olarak da “acının kumaşını” işlemiş… İşliyor da… Hem görüneni hem de gözlerden kaçmış olanı söylüyor… (Ama arabeske kaçmadan)
ŞİMDİ…
Bu konuyu yukarıdaki gibi sürdürürsem daha çok gider, ama, bir de “kitaba ve yazarına”, sevgili Nezire’ye değinmek istiyorum: Öncelikle seçim ve konuyu işleme yönünden yerinde bir seçim yapmış. Ne ki, “seçtiği özne” öylesine geniş ve derin bir konuma sahip ki ! yayımlanan kitabın belki de (3-4) misli bir hacmi; hatta, daha fazlasını kapsayacak bir durumu var (dı). “Sözcük – cümle” olarak değil… Tarihimizin tam da merkezine oturmuş ‘bir babanın – bir ailenin’ o mirası taşıyan ve taşıyacak olan ‘bireyi’ olarak da…
Hayatının ‘gerçek ve çoğu acı deneyimlerini’ sunuyor toplumuna Serdar Denktaş…
***
Son söz olarak: Yukarıdakilere ek beni çok çok üzen kitaptaki yazım hataları. Diğer baskıların çok dikkatle okunup düzeltilmesi ve Nezire’ye daha nice verimli çalışmalar dileğiyle…