Kıbrıs Hükümet Konağı

Erhan Öze: Osmanlı döneminde kullanılmakta olan “Hükümet Konağı” Lefkoşa’daki eski Luzinyan Sarayı yapısıydı. Bu yapının zemin katı Osmanlı döneminin azılı mahkûmlarının bulunduğu hapishaneydi


 

Erhan Öze

erhan.oze@gmail.com

 

 

 

Osmanlı döneminde kullanılmakta olan “Hükümet Konağı” Lefkoşa’daki eski Luzinyan Sarayı yapısıydı. Bu yapının zemin katı Osmanlı döneminin azılı mahkûmlarının bulunduğu hapishaneydi. Yapı, İngilizler adaya vardıklarında önce mahkûmların Osmanlı topraklarına taşınması, 1879’da adanın İngilizlere tamamen devri ile son Osmanlı Paşası Rifat Paşa’nın da Kıbrıs’tan ayrılması sonucunda kullanım dışı kalmıştı. Public Works Department  tarafından yapının bakımsız ve yıkılmakta olan durumundan kurtarılması için birkaç öneri yapılmasına rağmen kalıntıyı andıran bu binanın 1905 yılında fazla masraf çıkartacağından dolayı yıkılmasına karar verildi. Binanın gotik ana giriş kemeri ve üst kat penceresi (günümüzde Taş Müzesi) başka bir yapıya eklenerek kullanıldı ve böylece Public Works Department önerilerinde üzerinde durulan detaylar korundu.

Bu aşamadan çok daha önce ve durumdan bağımsız olarak İngiliz dönemindeki ilk Hükümet Konağı 1878 Ekimi’nin ortasında İngiliz Savaş Ofisi tarafından Kıbrıs Yüksek Komiseri Wolseley’in talebi ile İngiltere’den gönderilir. Prefabrik ahşap Hükümet Konağı 1878’inin Kasım ayı ortasından hemen sonra adaya varır. Vardıktan bir gün sonra Kraliyet ordusunda mühendislik eğitimi almış Kıbrıs’ta görevli üst teğmen Hugh Montgomery Sinclair yönetiminde İngiliz İmparatorluğu askerleri eski Lefkoşa’yı seyreden bir tepenin (Yer seçimi olarak bu noktanın daha önce Luzinyan kralları tarafından av için, sonrasında da Aslan Yürekli Richard tarafından Lefkoşa’nın ele geçirilmesi için kullanıldığı dillendirilir. Özellikle Richard ile ilgili söylenenler biraz mesnetsiz kalmaktadır çünkü kendisi adayı ele geçirmek için ne çok büyük bir savaş vermiş ne de adada bir değişim yapmak için uğraşmıştır. Tek yapmaya çalıştığı adadan kurtulmaktı, o yüzden de adayı kendi yönetsel işlerine bulaşmadan önce Templar Şövalyeleri’ne sonrasında ise Guy de Lusignan’a kiralar. Bu anlamda İngilizlerin Richard’a sadece Kıbrıs’ı ele geçirdiği için yükledikleri anlam boş ve gereksizdir.) üzerine yapıyı kurmaya başlarlar. Sir Garnet Wolseley’nin beklediği gibi eşi Louisa adaya varmadan yapı bitirilemez. İnşaat beklenenden iki kat zaman alır ve iki ayda tamamlanır. Yine de ilk Noel yemeğini tam bitmemiş, mobilyaları eksik olan Hükümet Konağı’nda yerler. Bu eksikliğin birkaç nedeni olarak Kıbrıs’ta mevcut olmayan ve İngiliz alışkanlarına hitap eden ihtiyaçlar ile İngiltere Kıbrıs arasında kurulmamış olan sık ticari iletişim sayılabilir. Diğer bir problem ise Wolseley’in inatçı ve “İngiliz” olan karakteridir; her şeyin kendi istediği şekilde “İngiliz” olmasını ve beklentilerini karşılamasını arzulamaktadır. Yoksa yapı, pozisyonu, yapım tekniği ve işçiliği ile o güne kadar adada var olan tüm yapılardan ayrışmaktadır ve her şeye ötekidir. Bu bir yandan da İngilizlerin adada kendilerine hitap edecek imgelemi kurana kadar taşıdıkları histir. O yüzden de kendilerine tanıdık olarak var olan yapı stokundan kopuk ve uzakta ürettikleri yapıları, yine kendilerine tanıdık olan ve özellikle İngiltere’den gelen ürünlerle süsleme çabasındadırlar. Diğer bir çabaları ise kendilerinin varlığını kendi kendilerine hissettirmektir. Bu yüzden de Yüksek Komiser yanında adada görevli olan üst düzey görevlilerden Yüksek Komiser’in yaveri ve  sekreteri için olan konutlar da Hükümet Konağı’nın hemen yakınına inşa edilmişlerdi. Bu yapılara ek olarak kullandıkları atlar için ahır, mutfak ve bulaşıklık için de ayrı binalar vardı [1].

Bir anlamda bu grup bina ve onların sakinleri Kıbrıs’a kurulan ilk İngiliz kolonisini temsil etmekteydi. Hükümet Konağı ise aralarındaki en önemli yapıydı, çünkü bu yapı İngiliz Kraliyeti adına adayı yöneten Yüksek Komiser’in iş arkadaşlarıyla başarılarını kutladığı, aynı zamanda çok sık olmamakla birlikte, örneğin Kraliçe’nin doğum gününde, seçkin yerlilere yeniyi deneyimlettiği yerdi.

Yapının konfor koşulları, Wolseley görevini 1913’te bırakana kadar, 1903’de eklenen elektrik teşkilatı ile iyi bir noktaya gelmişti. Wolseley’den sonra göreve gelen Sir Hamilton Goold-Adams I. Dünya Savaşı sıkıntılarından dolayı fazla bir şey yapamadı ve talep edemedi. 1926’da göreve gelen Sir Ronald Storrs ise yapıya eklettiği havalandırma ve bahçeye kurdurduğu iki tenis kortu ile koşulları lüks bir noktaya taşıdı. Fakat Storrs’un yeni mekânı deneyimlemesi çok uzun sürmedi. 21 Ekim 1931’de, Lefkoşa surları içerisindeki Fanaromeni Kilisesi papazı Dionysos Kykkotis’in Yunan bayrakları ile Kıbrıslı Ortodoks halkı arkasına takması sonucu kalabalık, konağın önüne kadar taşındı ve yapı önce taşlanmaya başlanıp sonradan ateşe verildi. Böylece İngiltere’nin Kıbrıs’taki en önemli simgesi yakılmış ve ortadan kalkmış oldu. Yapının ormanlık arazinin ortasında gözden uzak olması, isyanı çıkaranların da İngilizleri en çok etkileyecek ve onların gözünde önemli olana yönelmeleri; yönetilmekte olan halkların durumdan bihaber olmadıklarının göstergesidir. Bu durumun farkında olan Storrs, yangından hemen bir ay içerisinde yeni yapının inşaatına karar verir; “Bu yapı sadece vali ve ailesinin rahatlığı için değil, kolonyal rejimin kaybettiği prestij, otorite ve bundan önemlisi valinin adaya yansıyan imajını kurtarmak için bir fırsattır. Yeni yapının, Grek dışındaki tarihsel olarak tüm Kıbrıs’ı temsil eden karakterleri, İngiliz dönemini tamamlayacak biçimde içermesi öngörülmüştü.” (Given: 2005, Given vd.: 1995).

Grek olanı ideolojik seçim olarak dışlamak ama diğerlerini hep birlikte eklektik bir yapıyı kurmak için kullanmak epey anlam barındıran bir durumdur. Fakat temelde sorun Kıbrıslı Rumların edindikleri Helen ideolojilerinden dolayı ötekilenmesi değildir. Buradaki sorun bir yapı üzerinden tarihsel olanların kolektif olarak yeniden neden yan yana canlandırılmak istenmesidir. İngiliz yönetimi öncesindeki Kıbrıs düşünüldüğü zaman sürekli olarak farklı nedenlerle el değiştirmekte olan bir toprak parçası söz konusudur. Bu toprak parçasını, ..., satın almış (Luzinyanlar), entrikalarla elde etmiş (Venedikliler), savaşmış (Osmanlılar), devralmış (İngilizler) kültürleri tek bir yapıya kolaj yapmak ne demektir? Bu kolaj tarihi bir arada tutabilir mi? Ya da yazılan tarihe ne faydası olur?

Fiziki olarak varlığa tam anlamıyla bürünmesi 1937’yi bulsa da, 1933 yılında tasarlanan yapı dönemin Valisi Sir Reginald Stubbs ve Maruice Webb arasındaki müzakerenin ürünüdür. Yine de yeni yapının hikâyesi göründüğünden biraz daha derindir. Çünkü göreve gelen her vali, ondan önceki valilerin almış olduğu kararları beğenmeyip bazı konularda her şeyi yeniden başlatıyordu. Bu anlamda, Vali Storrs dönemi bitmeden önce Filistin’deki Public Works Department’ın başındaki mimar Austen St. Barbe Harrison’dan da bir yapı tasarlamasını istemişti. Fakat sonradan bu anlaşma Vali Stubbs’ın göreve gelmesi ile pahalılığından ve yerel işçilikle yapılamayacağından, özellikle yerlilerin ekonomik sıkıntılar çektiği ve sürekli ayaklandıklarından dolayı feshedilmişti. Böylece Vali Stubbs kendi düşüncesine daha uygun gelen, tamamıyla yerli iş gücü ile üretilebilecek yapıyı mimarlık hayatını Londra’da sürdüren Maruice Webb’e tasarlatır. Given’a (2005) göre Harrison ve Webb’in tasarımları arasındaki temel fark Webb’deki orijinalliğin eksik olmasıdır. Yoksa her iki mimardan da temelde istenen ortaktır; Kıbrıslı otantik (Dekolonizasyonu desteklemeyen öğeler otantik olanlardır. Bu anlamda melez formlar koloninin dilini kuranlardan ötekilenir çünkü çözücü etkilerinden korkulur. Bu formlar kirletilmiş ve bozulmuş olarak düşünülür (Ashcroft vd.: 2000). Hükümet Konağı binasında Neo-Grek olanın dışlanması bu bağlamda paradoksaldır. Çünkü Neo-Grek, bozulmuş değil yeniden keşfedilmiş olandır, diğer bir yandan Tarih Müzesi örneğinde olduğu gibi kolonizatörün kendinin de ürettiği bir formdur. Fakat 1920-1930’larda Neo-Grek form tüm Kıbrıs coğrafyasına Fotaides gibi mimarlar tarafında işlendiği zaman, Neo-Grek formun Yunan milliyetçiliğinin ideolojik olarak belirli bir mimari forma bağlanması sonucu İngilizler için kirletilmiş olarak algılanmasına neden olmuştur. Bu anlamda da Neo-Grek mimari form İngiliz kolonyalizmini de kolonize eden otantik karakter olarak düşünülmeye başlamıştır. Böylece İngiliz kolonyal karakteri ile melezleştiği her bina da KİKY’nin çözülmesini temsil etmeye başlamıştır.) öğelerle bir form kurmak. Bu anlamda Kıbrıslı olan form nedir? Özgün Luzinyan olan mimari formlar mı, askeri olan Venedikli formlar mı? Ya da Venedikli ve Luzinyan olana melezleyen katman olarak eklenen Osmanlı formlar mı? Yoksa yeni gelen İngiliz olanlar mı? Bu soruların cevabı “hiçbiri”dir. İngilizlerin basitçe yaptıkları birbirine öteki olduklarını düşündüklerini bir arada kullanarak bir yanılsama kurmaktır. Bu yanılsama da kurguladıkları bir kolonyaller eklektiğidir. Hepsinin var oluşları Vali Konağı yapısı üzerinden tarihsel bir forma kavuşturulmaktadırlar ve bunu da yerel iş gücü ile organize etmektedirler. Böylece İngilizler başkalarının formları üzerinden, kendininkileri de onlara kolaj yaparak bir maske oluşturmuşlardır. Bu maske tarihsel olarak toplumları işçilik anlamında yan yana getirse de her bir farklı etnik yapıdan işçi, kendi ideolojisi ile başka koşullarda ve başka bağlamlarda böyle bir yapıda çalışmaktaydı. Bu deneyim o yapıyı üretenlere para, ekspertiz, koloni içinde prestij ve kendilerinin olan formu öğrenirken melezlenme dışında bir şey katmamıştır çünkü inşa edilen yapı bir Vali’nin kullanımına tahsis edilendir. Bu yapıyı deneyimleyen Kıbrıslı yerlilerin sayısı günümüzde dahi çok azdır. Bu anlamda da yapının temsiliyeti dahi simgeseldir. Çünkü yapı deneyimsel bir kamusal alan olarak ortada değildir. Sadece koloni görevlilerine görünen bir imgedir (Basın-yayın araçları ve sonradan ilk televizyonların tüm dünyaya olduğu gibi adaya ulaşması ile imgelemi oluşturan kurgu dönüşmeye başlamıştır. Çünkü sinemalarda ya da gazetelerde aktarılamadığı kadar imge bir anda insanlara görünür olmuştur.) Bu anlamda kolonideki İngiliz otoritesini askerler, polisler ve memurlar dışında kuran halka ve daha fazla görünen imgeler posta binaları, polis binaları, kışlalar, hapishaneler, konak yapıları (belediyle ve mahkemeler), ..., resmi daireler olarak sayılabilir. Fakat Vali Konağı binası kadar koloni döneminin farklı zamanlarında üretilen birçok yapı da farklı eklektik karakterleri barındırmaktadır. O yüzden de Kıbrıs İngiliz Koloni Yönetimi’ni temsil ederken her şeyi içermeye çalışıp, psikolojik olarak aynı tarihi paylaştığı yanılsamasını taşıyan tek bina Vali Konağı değildir. Bu yanılsama Kıbrıs’ta var olan yapı stokuna, adanın her yanına yapılan farklı kolonyal tarzdaki yapılarla sızmıştır. Her biri de kendi bağlamında Kıbrıs İngiliz Koloni Yönetimi temsilinin bir parçasıdır.

Buradaki soru ise bir yapı bünyesinde yan yana farklı katmanlar olarak ayrı tarihseller bilinçli olarak iç içe geçirildiği zaman o tarihlere ve tarihsellere ne olduğudur? Cevap ise basittir; tümü yıkılır ve diğerlerine karşı olan söylemlerini bir anda kaybeder. Çünkü birlikte yeni bir şeyler anlatmaya başlarlar. Bu da modernliğin dünyaya yaptığı şeydir. Bu, ayrı gibi görünenin yeni bir bedende vücut alması, bir kolaj olması ve yeni bağlamları üzerinden melezleşmesidir (Bu anlamda Osmanlı’nın Kıbrıs’taki Luzinyan ya da Venedik yapılarını kendi amacı için fonksiyon değiştirtmesi başka bir melezlenmedir. Modern bağlamların çözücü etkisini taşıyan eklektik İngiliz kolonyallikleri ile karşılaştırılmamalıdır.) Modernliğin “çözücü virüsünün” yayılmaya başlamasıdır. Bu sayede de farklı gibi görünmek, aslında yönetsel olan alanda (imparatorluklar, monarşiler, devletler...) farklı zamanlarda olsa da, ortak olan fakat farklı formlarda temsil edilmek isteyenleri bir araya koyup onları birbirlerine sorgulatmaktır. Bu sorgulama sayesinde de kolonyal mimari üsluplar; Luzinyan, Venedikli, Osmanlı olanlar ve onlar üzerinden melezlenerek ya da tekil olarak üretilen yapılar arasında yaşayan kolonize edilen üretken benliklere, kolonizatör, gözünde kendilerinin neyi temil ettiklerini ve koloninin neyin temsil etiğini öğretmektir. Bu durumun her an kolonizatörün iktidarına yaramadığı, özellikle milliyetçi ve dekolonizatör modern ideolojilerin Kıbrıs’ı ve diğer kolonileri sardığı bir süreçte aşikardır. Bu yüzden de Vali Konağı gibi yapılarla “Kıbrıslı” her şeyi içselleştirmeye çalışırken, bazılarını dışarıda (Kıbrıs’ta klasik dönemde hiçbir İyonik ya da Dorik tapınak olmamıştır ve Roma yapıları da Antik Yunan yapılarını ne uyarlamıştırlar ne de kopyalarını üretmiştirler. Bazı Grek canlandırmacı formlar 19. Yy. Ortodoks kilise mimarisinde; bazı alınlıklarda, kapı girişi üstlerinde, şematik plasterlerde ve klasik süslemelerde görülebilir. Buna güzel bir örnek Lefkoşa Surlariçi’nde 1872 yılında inşa edilen Fanaromeni Kilisesi’dir.” (Given: 2005)) bırakmak, koloni yönetimi için kendine öteki olanların inşasını daha kolay hale getirir.

 


Kaynaklar
Ashcroft, B., Griffiths, G. ve Tiffin, H., (2000), “Post-Colonial Studies - The Key Concepts”, Routledge, Londra, ilk baskı 1998

 

Cavendish, A. (Ed.), (1991), “Cyprus 1878, The Journal of Sir Garnet Wolseley”, Kıbrıs Popüler Bankası (Laiki Kipro), Lefkoşa

 

Given, M. (2005), “Architectural styles and ethnic identity in medieval to modern Cyprus.” In: Clarke, J. (ed.) Archaeological Perspectives on the Transmission and Transformation of Culture in the Eastern Mediterranean. Levant Supplementary Series 2, Oxbow Books, Oxford, İngiltere, 207-213

 

Given, M., Schaar, K. W. ve Theocharous, G., (1995), “Under The Clock - Colonial Architecture and History in Cyprus, 1878-1960”, Bank of Cyprus, Lefkoşa


[1] Erişim:<www.cyprus.gov.cy/.../CYP%20TOD%2082%20-%20112%20.pdf> [04.01.2011]

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri