Dimitris Hristofyas’ın cumhurbaşkanlığı bugün değilse bile önümüzdeki Pazar resmen sona eriyor. Böylece Mehmet Ali Talat’tan sonra Kıbrıs Rum toplumunda da Sol, toplum liderliğini kaybediyor. 2005 yılında Mehmet Ali Talat, 2008 yılında da Dimitris Hristofyas cumhurbaşkanı seçilerek ilk defa iki solcu siyaset adamı ülkenin kaderini kendi ellerine aldılar. Herkesi heyecanlandıran ve umutlandıran bu gelişme karşısında 4 Mart 2008 tarihinde YENİDÜZEN gazetesinde şu satırları kaleme almıştım: “Hem dünya kamuoyu, hem de Kıbrıs’ta yaşayan insanlar Mehmet Ali Talat ile Dimitris Hıristofyas’tan bir an önce çözüme yönelmelerini beklemektedir. Sol gelenekten gelen, en önemlisi çözüm vaatleriyle iktidar olan iki lider de şimdi tarihi bir sınav vermekle karşı karşıyadır. Bu sınavın kolay olmadığı aşikârdır. Bir yanda yakın Kıbrıs tarihinden kaynaklanan zorluklar, diğer yanda da geleceğe dönük umutlar arasında sıkışmış oldukları bir gerçektir. Böyle kritik dönemlerde siyaset adamının devlet adamı olabilmesi, zorluklardan “erdem” üretebilmesi fevkalade önemlidir. Talat ve Hristofyas, siyaset adamı olarak girdikleri bu yeni dönemden, devlet adamı olarak çıkabilecekler mi? İşte dünyanın yanıtını beklediği soru budur. Ve unutulmamalıdır ki, tarihin gözü bu iki liderin üstündedir.”
Olmadı. Solcu liderler hasretle beklenen barış anlaşmasına maalesef ulaşamadılar. Bu başarısızlık önce Mehmet Ali Talat’ı koltuğundan etti. Talat seçimi kaybettiğinde Politis gazetesine verdiğim bir mülakatta sıranın Hristofyas’a geleceğini söyledim. Henüz daha Mari gibi felaketlerin yaşanmadığı bir dönemde bu tespitte bulunurken aklımda elbette Kıbrıs Sorununda yaşanılan tıkanıklık vardı. Kıbrıs Sorununda başarısız olan Solun hayatın başka alanlarında büyük başarılara imza atması mümkün değildi. Nitekim Hristofyas iç politikada da başarısız oldu ve ikinci dönem cumhurbaşkanlığına aday olmadan saraydan ayrılan ilk cumhurbaşkanı oldu.
Peki, Kıbrıs’ta Sol Kıbrıs Sorununun çözümünde neden başarısız oldu? Yada daha somut olarak soracak olursak, Talat ile Hristofyas neden Kıbrıs Sorununun çözümü için daha kararlı ve cesur adımlar atamadılar? Bu soruya yanıt vermek kolay değil. Üzerinde çok konuşulacak, tartışılacak ve araştırma yapılacak bir konudur bu. İlk bakışta cesaretlerini birleştirmekten çok, korkularında birleştiklerini söyleyebiliriz. Fakat, bu korkunun ve aşırı temkinli davranma ihtiyacının kökleri derinlere uzandığı kadar karmaşıktır da… İdeolojisi gereği barış içinde bir arada yaşama şiarının savunucusu ola gelen ve bu doğrultuda siyasi ve kültürel değerler üreten Solun barış anlaşması yapma konusunda cesur adımlar atamaması ve pasif bir çözüm savunuculuğundan aktif bir çözüm eyleyiciliğine geçememesi, Solun İktidar ve Güç faktörleri karşısında taşıdığı “tarihsel handikaplar” ile yakından ilgili olsa gerektir. Milliyetçiliğin belirlediği Kıbrıs siyasi kültürü içinde “Gayrı-Milli” olarak görülen Sol “Milli Oluşum” olarak tanınmak istiyor ve bunu sağlamak için dönüp baktığı Güç ve İktidar merkezlerinin “bakışının” tutsağı oluyor. Solun “milli” görülmek ve tanınmak istemesinden kaynaklan zaafı cesaretini kırıyor ve dönüştürücü enerjisini tüketiyor. Sonuçta ortaya aciz bir görüntü çıkıyor. Dimitris Hristofyas Kıbrıs Rum toplumunda hegemonik iktidar olan milliyetçi ideolojinin taşıyıcı güçleri tarafından nasıl görüleceğini çok fazla önemsediği için sonunda onların bakışına yenik düştü. Ve sanki iktidarda olan kendisi değilmiş gibi, “müsaade ettikleri oranda elimden geleni yapmaya çalışıyorum” diyen bir siyaset adamına dönüştü. Mehmet Ali Talat’ın “baktığı yer” daha farklıydı. Milliyetçilik Kıbrıs Türk toplumunda belki hegemonik bir ideoloji olmaktan çıkmıştı ama Ankara gibi bir Güç-Merkezi vardı ve Talat kendisini oraya “bakmak” zorunda hissediyordu. Siz oraya bakınca, orası da size bakıyor… Güç-Merkezlerinin bakışının “nesneleştiren bir bakış” olduğu biliniyor. Bu da öznelik kapasitesinde ciddi kayıplara yol açıyor…
“Saraydan başım dik ayrılıyorum, çünkü aptallığımızı görmek için Beşparmak dağlarına bakmak istiyorum” diyen Hristofyas’ın bir daha o saraya dönme şansı yok. Talat’ın belki dönme ihtimali var. Fakat kimin nereye dönüp dönmeyeceğinden bağımsız olarak Kıbrıs Solunun yaşanan bu deneyimden mutlaka ders çıkarması gerekiyor. Barışı savunmak Solun milliyetçi Sağ güçler karşısında utanacağı-sıkılacağı bir durum yaratılmasına asla vesile olmamalı. Tam aksine, Solun Sağ ile hiç çekinmeden yarışacağı ve bir adım önde olacağı bir erdemdir barışı savunmak. Sol en haklı ve en iddialı olduğu konuda utanıp sıkılmaya başlarsa, Sağa yenilmekten kurtulamaz. Kısacası Sol, Solun değerler sitemi aynasına bakmalı. Kendisini orada tanımayı Güç Merkezleri tarafından tanınmaktan daha fazla önemsemelidir. Benim çıkardığım derslerden biri budur…