Çok hevesli görünmek istemedik.
Böyle görünürsek acaba ters mi teper diye biraz çekimser durduk.
Biraz da yaşanan süreçlerden usandık aslında…
Her umutlanma sürecinin ardından hayal kırıklığına uğramaktan bıktık.
Şimdi yaşanan sürecin biraz daha ilerlemesini bekledik.
Eroğlu ile Anastasiades arasında iki topluma pek de umut vermeyen bir görüşme süreci yaşandı.
Daha doğrusu görüşme değil de yemek yeme ve telefon konuşmaları yaşandı. Bu konuşmalar ve yemek müzakere sürecinin yeniden başlaması içindi.
İki lider de kamuoyuna açıklamalarında barışı zorlayan kişiler olarak görülmeye çalıştılar.
Ancak gerçek niyetlerinin pek de öyle olmadığı ispata gerek duyulmadan bilinen bir şeydi.
Sonunda BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Aleksander Downer’ın iki taraf arasında yürüttüğü mekik diplomasisinden sonra ortak bir metnin açıklanması konusunda gecikme yaşandı.
Rum tarafı ortak bir metin imzalanmasını istedi, Türk tarafı ortak metne pek olumlu bakmadı, “gereksiz” dedi, Rum tarafı bunu kullandı, başlaması beklenen müzakere sürecini geciktirmek için ortak metni zorladı ama sonunda TC Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Yunanistan’dan başlayarak yaptığı görüşmeler ve Kıbrıs’a gelerek yaptığı bazı ‘telkinler’ ortak metnin imzalanması konusunda yakınlık sağladı.
Şimdi ortak metnin imzalanması ve açıklanması beklenirken bu çıkmazın sona erecek olması bir taraftan sevindiriyor ama diğer taraftan da düşündürüyor.
2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın da dediği gibi sadece bir ortak metin için üç ay çalışma yapılması gerekli olmuşken (ki henüz daha açıklanmadı) bir Antlaşma için ne kadar zamana ihtiyaç olacağı düşüncesi de bir o kadar iç karartıcı…
Ancak şunu da belirtmek gerekir;
Bir ortak metin için yaşanan süreç, müzakerelerin yeniden başlatılması için Birleşmiş Milletlerin çabası Kıbrıs sorununa yeniden dönebilmemizi sağlamıştır.
Umarım bu ilgimiz devam eder… İlginin devam etmesi ortak metnin imzalanması, müzakere sürecinin başlaması, iyi niyetle devam etmesine bağlı…
Hükümetin de bu sürece dahil olması, Cumhurbaşkanı üzerinde bir baskı unsuru yaratması önemli.
Sürecin siyasilerce canlı tutulması basının konuya ilgisini daha da artıracak, yeni tartışmalar yaşatacak ve bu canlılığı her gün gazete sayfalarında ekranlarda görebilecek, radyolarda duyabileceğiz.
Belki de bu canlılığın sürekliliği basın tarafından sağlanabilir. Ancak basın-yayın organları da boşa kürek sallamak istemiyorlar.
Elle tutulacak, somut adımlar görmek basının olduğu gibi halkın da beklentisi…