Bir limon ağacı ve birkaç yasemin direnmeyi başardı!
Ayakta kaldılar!
Limon ağacının üzerinde koskocaman beş ya da altı limon vardı…
Yıkılmak üzere olan bir okulun bahçesinde!
-*-*-
Yaseminler her yerde…
Sokakta yaşayan kimsesiz, evsiz İngilizler gibiydiler…
Saç, sakal bir birine karışmış gibi…
Ve bakımsız…
Ama hayattalar…
Direniyorlar…
-*-*-
Bir yasemin, koskocaman evin önünü kaplamış; başka otlar ve ağaçlarla da birbirine sarılmışlar…
Sanki bir zamanlar önüne dikildiği evi düşmesin diye tutar gibi…
Üzerinde de beş, altı beyaz çiçek…
Kokladım…
Mis gibiydi koku…
-*-*-
Maraş canım…
Bizim Abdullah Paşa’nın toprakları…
Vakıf malı canım, vakıf malı…
1974 ve sonrasının aslında “iyi bir şey olmadığının” en açık ispatı…
-*-*-
Cyprus Airways reklam tabelası sapasağlam duruyor…
Ve diyor ki; Beyrut, Roma, Kahire ve Ankara ve İstanbul ve Atina…
Yaaaa…
-*-*-
Durdum bir binanın önünde…
“Maraş’ı açtık” dediklerinden bu yana ilk gezişim…
Binanın kapısının üzerinde “Kodak, Poloraid ve Parker Pen” reklamı hala duruyor…
Vitrinlerde, evlerde hiç cam kalmamış!
Yaseminler ve o tek limon ağacı kadar olamamış camlar…
Ve her dükkan – her mağaza – her banka “boş”; “yıkık”!
Ve bunun adı “zafer”!
-*-*-
Durdum bir evin önünde…
Ev değil, saray…
Evin sahiplerini düşündüm!
Tiyatro binası gördüm bir tane…
Veya öyle olduğunu düşünüyorum…
Hala duvarda “Zido Enosis”, “Digenis” ve en altta “Makarios” yazılarını çözdüm…
-*-*-
Ev sahipleri, otel sahipleri, Maraş sakinleri bir daha ve bir daha geldiler aklıma…
Dedim, “olan be gahbe Digenis”, dedim “olan be Magarios”…
Oturamadınız oturduğunuz yerde!
-*-*-
Savaş…
Enosis…
Haydi Yunanistan’a bağlanalım!
Ebenizin Yunanistan’ına bağlandınız işte!
-*-*-
Bir balkondan aşağıya doğru asılı kalmış bir saksı…
Bom boş…
İçinde toprak da kalmamış…
Saksı duruyor…
Ve okulun bahçesinde beş limon…
Birkaç yasemin…
Bol bol ot, diken…
Palmiye ya da hurma ağaçları da direnmiş aslında…
Bazıları ayakta…
-*-*-
Sokaklar bom boş…
Türkiye demiş ki; “aha bu yoldan açık Maraş’a, yeniden açacağız!”…
Mescit de var…
1933’te bir Ermeni’ye satıldığı söyleniyor…
Olur mu canım, mescit satılır mı hiç?
Satılmış, satmışlar işte…
-*-*-
Ama Maraş’ın açılması, Maraş’ın şu anda yıkık olması, Maraş’ın hüzünlü kaderi, birkaç ayakta kalan yasemin ve o limon ağacı, üzerinde beş veya altı büyük limon kalması değil mesele…
Mesele, 1974 ve öncesinde yapılan hatalardır…
Mesele hala devam eden aptalca milliyetçiliktir…
Mesele hala bitmek bilmeyen silah yarışıdır…
Mesele hala devam eden “Anavatan” edebiyatlarıdır…
-*-*-
Ahhhh “gahbe Digenis”…
Adın yazılı hala duvarlarda, “takma isminle”…
Digenis diye…
-*-*-
Ne oldu Digenis’e?
Ne oldu Enosis’e?
1974’te bir getirdiniz; işe Maraş önünüzde!
Gezmeye gelebilirsiniz!
Fotoğraf da çekebilirsiniz!
Hatta ve hatta mahkemeye de başvurabilirsiniz!
Ve hatta ve hatta ve hatta, Türkiye’yi mahkum ettirip, Euro cinsi para cezasına da çarptırabiliyorsunuz da keşke aynı mahkemelere, 15 Temmuz darbesini yapanları, Enosis hayaliyle bu ülkeyi ve dün bir kez daha gezip gördüğüm Maraş’ı bu hale getirenleri de götürseniz…
-*-*-
Maraş, bir insanlık utancıdır…
Maraş, bir milliyetçilik kurbanıdır…
Maraş, bitmiş ve tükenmiştir…
Maraş’ta sadece üç beş yasemin ve bir de limon ağacı ayakta kalabilmiştir…
Ve Maraş, Kıbrıs sorununun en utanmaz mekanıdır…
Ve Maraş, Kıbrıs sorununun en büyük acısıdır…
O birkaç yaseminde ve ölmek üzere olduğu halde direnen tek limon ağacında hissedilen