Yönetmen Faruk Kalkan, Dizide Görev Alanlar Mesut Günsev ve Ragıp Taranç ile Söyleşi
Fevzi Kasap
fevzi.kasap@neu.edu.tr
Kıbrıs Sorunu Türk Sinemasının ve TV’lerinin İlgi Odağı
50’li yıllarda Kıbrıs’ta başlayan toplumlar arası çatışmalar ve gerilim sonucunda 1960 yılında Türk ve Rumların katılımı ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulması gündeme gelmiştir. Tüm bu süreç boyunca adada bulunan Kıbrıslı Türkler kendi dar imkanları ile var olma mücadelesi vermişlerdir. 1960 yılında adada uzlaşma ve kalıcı çözüme yönelik yürütülen toplumlar arası görüşmeler neticesinde ortak Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur.
Bu çetin dönem içerisinde Kıbrıslı Türklerin verdiği var oluş mücadelesi basın aracılığı ile Türkiye’de yaşayan insanların bilgisine gelmiş ve büyük duyarlılık oluşmuştur. Kıbrıslı Türklerin bu çetin mücadelesi, Türkiye sinemasının da ilgi alanı içerisinde yer almıştır. Türk seyircisinin bu milli ve psikolojik duyarlılığı sinemanın tecimsel anlamda ilgisini çekmiş ve bunu gişe başarısına dönüştürme niyeti oluşmuştur. Türkiye’de henüz televizyon yayıncılığının başlamadığı bu dönemde Türkiye sineması Kıbrıs’la ilgili filmler üretmeye başlamıştır.
Kıbrıslı Türklerin hayatta kalma mücadelesine yönelik ilk film, sinemanın önemli kadın oyuncularından biri olarak tanınan Sezer Sezin’in yapımcılığını da üstlendiği “Kıbrıs Belası Kızıl EOKA” (yönetmen Nişan Hançer) filmidir. Yapımcılığını Sezin- Artun film şirketlerinin üstlendiği film yapımcılarının da son filmi olmuştur. Tüm birikimlerini bu filme yatıran yapımcılar 1959 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş zemini sürecinde; Türkiye ve Yunanistan arasında oluşan iyi ilişkilere zarar vermemesi gerekçesi ile gösterime girememiştir. Söz konusu filmin ardından Kıbrıs Türk toplumunun yaşadığı acı günleri öyküleştiren birçok film üretilmiştir. Aynı yıl yönetmen Behlül Dal, yine benzer bir senaryo ile “Kıbrıs Şehitleri” filmini çekip gösterime sokmayı başarmıştır.
1959 yılında başlayan Kıbrıs temalı film üretimi günümüze değin devam etmektedir. Bu süreç içerisinde Yeşilçam sinemasında üretilen bazı filmler şunlardır: Barış Harekatı Kıbrıs, Dişi Düşman, Fedai Komandolar Kıbrıs'ta, Fırtına Beşler, Göç (Kıbrıs Ufuklarında), Göklerdeki Sevgili, Kartal Yuvası, Kıbrıs Belası Kızıl E.O.K.A, Kıbrıs Şehitleri, On Korkusuz Adam, Önce Vatan, Şahlanan Mücahitlerin Destanı, Severek Dövüşenler, Sezercik Küçük Mücahit, Türk Aslanları, Zafer Kartalları.
1980’li yıllarda etkin olmaya başlayan TV yayıncılığı sürecinde TRT iç yapımlar üretmeye başlamış ve Kıbrıs ile ilgili diziler de çekilmiştir. 1990’lı yıllarda ise Türkiye’de özel kanalların açılması ile birlikte Kıbrıs sorunu ile ilgili gündem yaratan filmler çekilmeye devam etmiştir. Kıbrıslı Türklerin yaşadığı acı dolu günleri farklı bakış açıları ile filme dönüştüren birçok sinema ve TV dizisi günümüzde de çekilmeye devam etmektedir.
Kıbrıs ile İlgili İlk Dizi: Dost Eller
Aşağıda yer alan söyleşi; TRT tarafından çekilen Kıbrıs ile ilgili ilk dizi film olan Dost Eller dizisinin yönetmeni , prodüksiyon amiri ve film danışmanı Mesut Günsev ile gerçekleştirilmiştir. Dizinin yönetmenliğini Prof. Dr. Faruk Kalkan ve prodüksiyon amirliğini Ragıp Taranç üstlenirken askeri konularda ise Mesut Günsev danışmanlık yapmıştır.
TRT için 4 bölüm olarak çekilen dizide o günlerde Prof. Dr. Faruk Kalkan ve Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun öğrencileri olan pek çok genç rol almıştır. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde sinema ve tiyatro eğitimi alan ve aralarında günümüzün önemli sanatçıları olan; Şahika Tekand, Kubilay Karslıoğlu, Hüseyin Avni Danyal, Ömer Uğur ilk televizyon deneyimlerini bu dizi de gerçekleştirmişlerdir. Bunun yanı sıra kamera arkasında da günümüzün önemli sinemacıları olan pek çok önemli isim öğrenci oldukları süreçte bu dizide görev almışlardır.
Dost Eller Dizisini Mesut Günsev Anlatıyor
F. K. Dizinin konusundan bahsedebilir misiniz?
M.G.: Komutanımız Koramiral Işık Biren bir gün kendisi de bahriyeli olan Vasfi Uçkan Yüzbaşıya “ya Vasfi o kadar piyes yazdın, bize de borçlusun hem harekatı hem askerliğin anlamını kapsayan bir senaryo yazsan" diyor. Uçkan bunu yazıyor. Daha sonra TRT ile görüşülüyor ve TRT İzmir televizyonunun dört bölümlük bu diziyi çekmesi kararlaştırılıyor. Bu dizi, İzmir TV’sinin de ilk dizi denemesidir. Ayrıca TRT’nin son siyah beyaz dizisi... Ben o zaman Foça Amfibi Deniz Piyade Alayı’nda istihbarat subayıydım ve harekata da katıldığım için koordinatör olarak görevlendiriliyorum. Son harekat bölümünün ayrıntıları da hem benim hem gazi arkadaşlarımın katkıları ile geliştirildi...
F. K.: Dizi asker ocağına katılan kan davalı gençlerin töre ile boğuşurken bir arada olma zorunluluklarını da işliyor, bunun özel bir anlamı var mı sizce?
M.G.: İnternette de var ... İki kan davalı ailenin gençlerinin asker ocağında buluşması ve bu ocakta, muharebede birbirinin hayatını kurtarmasına kadar giden dostluk işleniyor. Evet, bu dizide törenin sakıncaları fazla göze sokulmadan ince ince işleniyor.
F. K.: Dizide kan davası ile çatışma durumu var. Peki bu konu ile Kıbrıs’taki iki toplum arasında bir ilişki söz konusu mu?
M.G.: Yok, Kıbrıs Rum’u ile kan davalık bir tema işlenmiyor. Ben sadece danışman ve askeri koordinatördüm, yönetmen Prof. Faruk Kalkan’dı. Zaten oyuncuların çoğu son sınıf talebeleriydiler. Çocukları aynen acemi erler gibi silah altına aldık. Kışla havasını, silah kullanmasını ve taktikleri öğrendiler. Bu çalışmalar bir ay sürdü. Çoğu daha sonraları önemli tiyatrocular oldular. Dizi kadrosunda profesyonel oyuncu çok azdı. Hatta çocuklar bana takılırlardı "yüzbaşım bir belge versen de askere gittiğimizde acemi eğitiminden yırtsak diye ".
F.K.: Bu dizinin Kıbrıs’a ilişkin özel önemi nedir?
M.G.: Biz çok az bilinen ve savaşın en kritik bölümü olan sahile yapılan amfibi hücumun gerçekleri yansıtmasını ve izleyicinin bu bölümü algılamasını istedik. Çünkü halen birçok kişi Kıbrıs’a 20 Temmuz şafağında denizden ilk çıkan birliğin deniz piyadeleri olduğunu bilmez. Bu tarihi sorumluluk Gazi Deniz Yarbay İbrahim Neşet İkiz ve iki taburlu yaklaşık 800 kişilik leventlerine yüklenmiştir. Başarı ile tamamlanmıştır, 9 şehit 60 yaralımız vardır.
F.K: Dizi çekimi öncesi veya sonrası askeri veya siyasi yetkililer içeriğe müdahale ettiler mi acaba?
M. G.: Asla bir telkinle karşılaşmadık. Bize sadece gerçekleri yansıtın, yeter dendi. Zaten ana tema kan davası da usulünce konulmuştu senaryoya. Biz kan davası alt temasında harekatı da hatırlatan bir dizi çektik diye düşünürüm. Harekatın tüm safhaları da vardır son bölümde...
F.K.: Dizide milliyetçiliğin aktarımı açısından neler söylemek istersiniz?
M.G.: Şovenizme kaçmadan gerçeklerin yansıtılmasının en uygun olacağı düşüncesindeyim. Anavatanın her zaman Kıbrıs Türkü’nün yanında olduğunun en önemli göstergesidir Barış Harekatı. Bu arada şunu vurgulamadan geçemeyeceğim; eğer Kıbrıs Türkü ve mücahidi yıllarca direnmese idi, mücahit ve mehmetçik omuz omuza çarpışmasaydı bu harekat çok daha zor şartlarda cereyan edebilirdi... Ki atma, indirme ve çıkarma gibi üçlü bir harekatın icrası dünya askeri harekatları içinde takdirle gösterilmektedir. Eğer dizi siyah beyaz olmasa idi, hala televizyonlarda dönüyor olacaktı. Eminim, o yıl Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından da en iyi dizi seçilmiştir.
F.K.: Teşekkür ederim.
TRT Yapımı Dost Ellerin Yönetmeni Faruk Kalkan Anlatıyor
F. Kasap: Dost Eller dizisi nasıl ortaya çıktı? Siz projeye nasıl dahil oldunuz?
F. Kalkan: 12 Eylül sonrasıydı, sene 1981 yaz ayları gibi. Ben o zaman Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde çalışıyordum. Bir gün Ege Ordu Komutanlığından telefon ettiler, “Ordu komutanımız sizi şu saatte bir konuyu görüşmek üzere bekliyor.” diye. Valla ben de heyecanlandım ne olabilir diye. Ondan sonra gittim, çok iyi bir şekilde karşılayıp aldılar içeriye. Ege Ordu Komutanı orada bana hoşgeldiniz dedikten sonra, “Hocam sizi bir şey için çağırdık.” dedi. “Buyurun.” dedim. “Biz, Kıbrıs harekatı ile ilgili bir dizi yapmak istiyoruz TRT’de” dediler. “Bununla ilgili bir senaryo yazdık ve bunu İzmir’de çekmek üzere karar alındı. Biz araştırdık, bunu İzmir televizyonunda yapacak bir kişi olmadığını öğrendik ve sizin de eski bir TRT’ci olarak bunu en iyi şekilde yapacağınız bize söylendi.”
Ben şaşırdım. Dedim ki, “Efendim, ben 5-6 senedir TRT’de çalışıyorum, üniversitede hocalık yapıyorum ve film falan da çekmiyorum, unutmuş olabilirim birtakım şeyleri yani...” “Yok yok” dedi, “Hocam biz öğrendik bunu en iyi siz yaparmışsınız.” dedi. Ben de artık bir şey diyemedim ve kabul ettim. “O zaman senaryoyu göreyim.” dedim, “sonra bir daha konuşalım.” “Tamam.” dedi ve senaryoyu bana verdi. Ben okula geldim ve senaryoyu açtım ve dedim ki “Allaaah! Tam bir şey dizisi… Ne derler, savaş dizisi... Kıbrıs savaş dizisi, tam bir askerlik dizisi yani! 12 bölümden oluşuyor, her bölümde de en az yarım saat, yat kalk, yanaşık nizam hareketleri var. Dizi, Foca Amfi’de geçiyor. İşte orada, aralarında kan davası olan iki asker, Kıbrıs’a çıkıyorlar ve Kıbrıs harekatı boyunca aralarındaki düşmanlık giderek kayboluyor. Sonunda iki kişi arasında barış oluyor ama onlardan bir tanesi de vefat ediyor. Böyle bir dizi yani… Çok uzun ve lüzumsuz şeyler vardı. 3-4 bölümlük olması gerekirken 12 bölüm haline getirmişler.
Ben o zaman rahmetli Özdemir Nutku hocama götürmüştüm senaryoyu. “Hocam, siz de şuna bir bakın.” dedim, “Ondan sonra beraber karar verelim.” “Tamam” demişti. Sonra da dizinin senaryo yazarı emekli bir asker ve TRT’de de dramaturg olarak çalışan Vasfi Üçkan… Ben tanıyordum da şahsen değil. Vasfi Üçkan’ın pek çok şiiri, kitabı, senaryosu olduğunu ve çalışkan biri olduğunu biliyordum ve iyi niyetli birisi olduğunu da… Vasfi’yi telefonla arayıp dedim ki, “Vasfi, bana böyle bir senaryo gelmiş, bundan bir dizi olması mümkün değil. Bunu beraber bir düşünelim, 4-5 bölümlük bir dizi haline getirelim ancak öyle çekilir.” Bana yanıtı, “Hocam çok haklısınız, beni de çağırdılar ve genel kurmaydan böyle bir şey yaz dediler, ben de öyle yazdım.” olmuştu. Sonrasında ise hep beraber çalıştık; Özdemir hoca, ben, Vasfi… Dizinin senaryosunu 4 bölüm olarak düzenledik. Senaryodaki birçok ayrıntıyı çıkardık, askeri talimleri vb. çıkararak diziyi çekilebilir hale getirdik.
Sonra tekrar gittik Ege Ordu Komutanlığına. Dizinin 12 bölüm olacak bir senaryosunun olmadığını söyledik. Komutan da “Zaten daha önce TRT’nin çektiği askeri dizilerden hiç memnun değiliz, hiç kimse tarafından sevilmedi, tutulmadı dedi. Hatta Metin Erksan’ın abisi yönetmen Çetin Karaman beyin çektiği ‘Çanakkale Geçilmez’ dizisinin hiç tutmadığını örnek olarak söylemişti. “Onun için düzgün bir şey olsun, siz nasıl istiyorsanız öyle yapın.” demişti. O zamanki Ege Ordu Komutanı çok iyi niyetli bir insandı...
Ardından bize bir de askeri danışmanın lazım olduğunu söyledik. Filmin senaryosunda özellikle de tarihi ve askeri konularda bize danışmanlık yapacak birinin olup olmadığını sorduk. O zaman Amfibi’de yüzbaşı olan Mesut Günsev’i çağırdılar. Mesut geldi. Mesut ile konuştuk ve anlaştık. Gerçekten çok iyi bir insan, işini çok seven, gönül veren bir insan... Mesut, Kıbrıs’ı çok seviyor ve halen Kıbrıs’ta çalışıyor sanırım. Son zamanlarda pek görüşmedik. İşte, benim diziye dahil olmam bu şekilde oldu.
F. Kasap: Dizinin konusundan bahsedebilir misiniz?
F. Kalkan: Asker ocağına katılan ve kan davalı gençlerin töreyle boğuşurken bir arada olma zorunluluklarını işleyen bir konuydu. Konu direkt Kıbrıs meselesi değildi, daha doğrusu biz öyle yaptık. Asıl meseleyi; bu iki kan davalı iki asker arasındaki sorun olarak yansıtmayı tercih ettik.
F. Kasap: Dizi, asker ocağına katılan kan davalı gençlerin töre ile boğuşurken bir arada olma zorunluluklarını da işliyor, bunun özel bir anlamı var mı sizce?
F. Kalkan: Valla savaşa karşı, barış bakış açısını yansıtmak pek mümkün olmuyordu. Çünkü dizi zaten bir savaşı anlatıyordu ve bu sahnelerin çekimlerinde sürekli Ege Ordu Komutanlığı ile beraberdik. Yani askerlerle beraber, subaylarla beraberdik.
F. Kasap: TRT yapımı olan bu dizide milli duyguların canlı tutulması, yüceltilmesi gibi bir telkinle karşı karşıya kaldınız mı?
F. Kalkan: Hayır, ilk başta dediğim gibi hiç karışılmadı. Yalan söylemiyim, ben kimseyi de suçlamayayım burada. Diziyle ilgili çekimler sırasında veya çekimden sonraki aşamada hiç kimse karışmadı, hiçbir telkinde bulunmadılar. Tek telkin; bu dizi gerçek bir şey olsun, yani içinde abartılar falan olmasın çünkü halk bu abartıları, şunu bunu sevmiyor. Gerçekler olsun. Konu neyse, onu yaptık biz de. Konuyu bir kan davası haline getirdiğimiz ve çıkartmadan çok, Kıbrıs Barış Harekatı’ndan çok, buna yoğunlaştığımız için fazla da sıkıntı olmadı. Diziyi, daha çok Türkiye’de çektik. Çıkartma Harekatını, Edremit Körfezi’nde bir köyde çektik ve orada Mesut bize çok yardımcı oldu. Çünkü kendisi de daha önce katıldığı için Kıbrıs Barış Harekatına dair her şeyi çok iyi biliyordu. Ayrıca Ege Ordu Komutanlığı büyük yardımlarda bulundu. 1974’teki çıkartma sırasında kullanılan çıkartma gemisi Ertuğrul ve o çıkartmada kullanılan hücum botlar hepsi emrimize verildi. Bunun dışında helikopterler, uçaklar ne istersek emrimize verildi. Biz de ona uygun bir şekilde bir çıkartma harekatı çektik orada. Daha sonra da Kıbrıs’ta yaşananları, sanki Kıbrıs’ta oluyormuş gibi, Eski Foça ve Yeni Foça köylerinde çektikten sonra, Kıbrıs’a gelip on beş gün çekim gerçekleştirdik. Kıbrıs’ta Karaoğlanoğlu Şehitliğinde ve Kapalı Maraş Bölgesinde çekim yaptık. Ama asıl dizinin çekimi Türkiye’de oldu. Sonuçta, militarist bir anlayışta olmayan, kan davasının öne çıktığı ve kan davasının barışla sonuçlandığını anlatan bir dizi haline geldi. Ortaya çıkan sonuçtan askerlerin çok memnun olduklarını sanmıyorum esasında ama hiçbir şey de söylemediler. Niye böyle yaptınız, noldu falan diye sitem etmediler. Hiç kimse hiçbir şekilde ne telkinde bulundu ne de karıştı... Çekim sırasında ve sonrasında olumsuz herhangi bir şey demediler.
Sonuç olarak dizinin seyirci tarafından bayağı tutulduğunu söyleyebilirim, çok tutuldu hem de... Oynadığı haftalarda ve günlerde inanır mısınız sokaklarda insan yoktu. Herkes evine kapanmış diziyi seyrediyordu. Dizinin nefis bir müziği vardı; sinyal müziği herkesi çekiyordu ve güzel bir çalışma olmuştu.
F. Kasap: Kıbrıs çekimleri sırasında dönemin siyasilerinin yönlendirme veya talepleri olmuş muydu?
F. Kalkan: Kıbrıs’a gittiğimiz zaman oradaki siyasiler veya insanlarla pek karşılaşmadık. Kıbrıs’ta bizi Türk Silahlı Kuvvetleri karşılayıp ağırladı. Ordu evine gittik ve orada kaldık zaten. Kapalı Maraş’ta o zaman ordu evi yapmışlardı. Orada kaldık ve sonra Girne’ye geldiğimizde de Girne’deki Astsubay Ordu Evinde kaldık. O nedenle pek muhatap olmadık Kıbrıslılarla. Bir tek, o zamanın başbakanını bir kere öylesine bir görmüştük, o kadar. Yani onlardan da hiçbir telkin olmadı; şöyle yapın böyle yapın, nasıldır görebilir miyiz, bakabilir miyiz demediler. Hayır hayır hiçbir müdahale olmadı. Çünkü diyorum ya; orada da Türk Silahlı Kuvvetleri ile beraber bu işler yapıldı, muhatap olunmadı kimseyle. Bu görüşmeleri Mesut Günsev idare ediyordu; kimle görüşülecek, ne olacak, ne edilecek, ben onlara karışmıyordum. Benim işlerim çoktu ve ancak teknik şeylerle uğraşıyordum. Diğer işleri Mesut Günsev ayarlıyordu. Senaryo yazılırken Mesut Günsev de dahil olmuştu ekibe; beraber bir şeyler yazmıştık, onun için çok zorlanmadık.
F. Kasap: “Dost Eller”, Kıbrıs açısından söz konusu süreci de aktaran ilk dizi, ardından birçok dizi çekildi. Çektiğiniz diziyi milliyetçiliğin aktarımı açısından diğer dizilerle kıyaslamanız mümkün mü?
F. Kalkan: Daha sonra çekilen Kıbrıs’a ait filmler ya da diziler falan ben pek görmedim yani hatırlamıyorum. Daha doğrusu onun için kıyaslama yapamayacağım ama bizim dizi, ne savaş karşıtı, ne savaş yandaşı, ne Rum karşıtı, ne Rum yandaşıydı. Esas konusu savaş olmayan bir diziydi. Doğrusu ne ben ne de Özdemir Hocam, içinde abartılmış kahramanlık öyküleri ve militarist öğeler olan dizileri pek sevmiyorduk.
F. Kasap: Savaşı aktaran dizilerde; savaşın ardından gelişmesi muhtemel barış sürecini desteklemek açısından ölçü veya hassasiyet ne olmalıdır?
F.Kalkan: Evet bundan sonra Kıbrıs’ta savaş konusunu ve desteklerini değil; barışı destekler bir şekilde, iki topluma da hizmet eden, iki toplumu da aşağılamayan, hor görmeyen filmler yapılması gerekir. Ve bir insani mesele olarak bakıp; gelmiş geçmiş, bitmiş bir mesele olarak… Bundan sonraki süreçte, sorunun yani Kıbrıs sorununun çözümüne odaklanılmalı bence.
F. Kasap: Teşekkür ederiz hocam.
Prodüksiyon Amiri Ragıp Taranç “Dost Elleri” Anlatıyor
Dost Eller dizisinde prodüksiyon amiri olarak görev alan Ragıp Taranç, dizinin çekildiği yıllarda Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesinde genç bir sinema bölümü öğrencisidir. Bölümün öğretim elemanlarından da olan yönetmen Faruk Kalkan’ın ricasıyla dizide prodüksiyon amiri olarak diğer arkadaşları ile görev almıştır. Bugünlerde aynı fakültede sinema bölümü öğretim elemanı olarak görev yürüten Doç. Dr. Ragıp Taranç ile diziye ilişkin anılarını konuştuk.
F.K.: Sayın hocam “Dost Eller” dizisine siz nasıl dahil oldunuz?
R.T.: Aslında o zamanlar öğrenci olarak üniversitede ikinci yılımın sonuydu. Böyle bir teklif geldi Faruk hocaya İzmir televizyonundan. Faruk hoca da bir ekip oluşturdu. Daha önceleri bizim Faruk hocayla birtakım çalışmalarımız olmuştu ve orda benim prodüksiyon yapabilme yeteneğimi görmüştü. Bu nedenle bana prodüksiyon amirliğini teklif etmişti Dost Eller dizisi için. Dizi önce 12 bölüm olarak yazılmıştı daha sonra 4 bölüme indirilerek daha doğru, daha sağlıklı bir yapıya kavuşturuldu. Böylece meselenin özüne inilen bir senaryo ortaya çıkmıştı. Tabii ki sonra da uzun bir çekim süreci ve serüveni yaşadık.
F.K.: Diziye hazırlık ve çekim süreci nasıl geçmişti?
R.T.: İlk önce İzmir’de Poligon’da eğitim alayında gerçekleşti. Orada kaldığımız Ağustos ayı sürecinde bu asgari eğitimle ilgili görselleri çektik. Sonra çevrede mekanlar araştırdık. Mesela Foça’da bir dağ köyünü Mardin’in bir köyü gibi tasarlayıp seyirciye sunduk. Daha sonra da Foça’da bulunan Amfibi alayı ile çalışmak üzere Foça’ya hareket ettik. Çünkü Çıkarma Harekatı’nın birebir aynısını gerçekleştirmek üzere çalışmalarımız vardı. Burada özellikle Yıldır Yoro Komutanımız bize inanılmaz destek verdi. Harekatın plan ve programını gerçekleştirmede büyük katkıları oldu Yıldır Yoro’nun.
F.K.: Dizi ile ilgili ilginç olaylar ve anılarınızdan bahseder misiniz?
R.T.: En büyük anılarımızdan biri şuydu… Yıldır Yoro, o zaman Türkiye’nin en iyi atışçılarından bir tanesiydi. Çıkarma sahnesinde rahmetli Talay Toktamış ve Mehmet Büyükağaoğlu’nun birlikte oynadıkları sahnede yanlarından kurşun sekmesi gerekiyordu. Yıldır Komutan o sahnede gerçek kurşunlar sektirtti daha gerçekçi olsun diye. Talay hocaya birinci çekimde bunu söylemedik ama ikinci çekimde bu şeyler çok sert geliyor, kurşunlar plastik mermiye benzemiyor dediğinde biz de dedik ki onlar gerçek kurşun değildi. Talay hocanın eli ayağına karışmıştı. En önemli anılarımdan bir tanesi budur. Çıkarmayı o günün şartlarında hakikaten inanılmaz bir çabayla gerçekleştirdik. İşte ben kameramanla birlikte helikopterdeydim o zaman drone yok, çekim öyle gerçekleşti. Gerçekten enteresan bir çalışma olmuştu, özellikle çıkarma sahnelerinin hakikaten bire bir gerçekleştirmeye çalışmıştık. Patlayan dinamitler, sis bombaları… Çandarlı’da gerçekleştirdik bazı çekimleri. Foça’da Amfibi Alay’da olan çalışmadan sonra senaryonun 4. bölümü, yani final sahnesi için Kıbrıs’a gitmemiz gerekiyordu. Fakat film tam 12 Eylül sonuna denk geldiği için Faruk Hoca, Servet Kaya ve diğer birkaç arkadaşımız pasaport almakta zorlanıyorlardı. Sıkıntıları vardı o sırada ama bu filmin bitmesi gerekiyordu. Çünkü 4. sınıfa gelmiştim, yani 2. sınıftan başlayıp 4. sınıfa kadar giden bir sürecin içindeydim ve gitmek için bir yıl kadar beklemiştik. Ben bunun üzerine Genel Kurmay Başkanlığı’ndan birilerini bulup huzurlarına çıktım ve dedim ki; “bu filmi bitirmemiz lazım ben mezun olacağım hatta evleneceğim”. Hocalarımız bu diziyi büyük emekle gerçekleştirdiler.
F.K.: Dizideki karakterlerden ve olay örgüsünden bahseder misiniz?
R.T.: Bu dizi Türk ordusu için önemli bir anının yeniden canlandırılması, yeniden güncel olabilmesiydi. Ama olabildiğince doğaldı, gerçek hayat hikayelerinden küçük kesitler de vardı. Dizinin ana kahramanı askerlerden bir tanesi burjuvaydı, bir diğeri Mardin’in bir köyünden gelmekteydi. Yani bir takımın içindeki askerlerin her birinin Kıbrıs’a gitmeleri ve Kıbrıs Barış Harekatı’na katılmalarını anlatıyordu. Dediğim gibi aslında askere alınan bu gençlerden bazıları da şehit oluyordu hikaye gereği… Ki gerçek hikayeden daha çok Mesut Günsev ile Boğaz Bölgesi’ndeki şehitliğe gittiğimiz günü hiç unutamıyorum. Çünkü O’nu korumak için şehit olmuş erlerinin mezarlarının başında saatlerce ağladı ve çok hüzünlü anlar yaşadık. O karakterlerin bir kısmı filmin içindeki karakterlerdi ve biz onlara gerçek şehitlikteki huzurlarında rahmet okuyorduk. Bu inanılmaz bir şey! Yani hikayenin içindeki gerçeklikler bir anda somut olarak bir mezar taşının altında yatıyordu. Hakikaten anlatılacak bir duygu değil!
F.K.: Dizinin milliyetçilik bağlamında amaçladığı nedir sizce? Abartılı bir söylem söz konusu mudur?
R.T.: Aslında abartılı milliyetçilikten asla söz edemeyiz. Çünkü hem ekip içerisinde hem de gelen senaryoda böyle bir şey yok. Aslında Kıbrıs Barış Harekatı’nın Türk halkı için her zaman bir önemi vardır. EOKA’cı kafaların yaptığı ve yıllarca yaşanan zulmü bildiği için Türk halkı, orda çıkarmayı yaparken son derece gönüllü ve son derece gerçek duygularla Kıbrıs halkının yanında olmuştur. 80’li yıllarda çektik filmi; o yıllarda yaşanmış bir askeri darbe sonucunda ülkede bir huzursuzluk olmasına rağmen biz bu diziyi gerçekten severek çektik. Kıbrıs ve Kıbrıs halkı başka bir önemli. Bu dizi filmi çekmeden önce de doğal olarak hem Mesut Günsev’in, hem Yıldır Yora’nın hem de diğer arkadaşların gerçek anıları ve deneyimleri dikkate alındı. Ayrıca tanıştığımız mücahitler oldu ve doğal olarak onların anılarından da yola çıkarak doğru ve gerçek bir iş yaptığımızı düşünüyorum. Aslında o dönem gerçek anlamda bir reyting süreci de yoktu, TRT tek kanaldı başka bir kanal yoktu… Ölçme biçme de yoktu, amacına ulaştı mı ulaşmadı mı bilmiyorum ama ben o filmde çalışmaktan onur duymuşumdur; hem asker arkadaşlarımızla hem ekip arkadaşlarımızla hem kurgu aşamasında hem seslendirme aşamasında inanılmaz bir çalışmamız oldu. Hatta Hüseyin Çebi hoca çok güzel bir müzik yaptı, çok güzel bir sound yakaladı. Keşke TRT tekrardan yayınlasa biz de tekrardan görebilme şansına ulaşsak. Çünkü kamera arkası da TRT tarafından yapıldığı için bizim elimize çok az fotoğraf geçti. Ama anılarımızda çok önemli yeri var dediğim gibi ve her zaman gurur duyarak saydığım işlerimin başında geliyor. Çok şey öğrendim dizide; şaryoyu getirttik şaryoyu çalıştırdık çalıştıramadık, bir set amiri geldi İstanbul’dan o kaçtı gitti, bir başkasını bulamayınca biz ekiptekiler onu çalıştırmaya çalıştık… Zaten Faruk Hoca filmin kurgu dışında reji gurubunu da sınıf arkadaşlarımdan oluşturmuştu. Mesela Cem Özer vardı, Bülent Vardar vardı, Hilmi Maktav vardı onlarla birlikte Nurgül Özgül vardı, bir üst sınıftan Hülya vardı, onlar reji ve devamlılık tutuyorlardı. Yani böyle bir ekiptik. Hem öğrenciydik hem de birçok şeyi orda deneyimledik inanılmaz bir set bilgisi, tabii Faruk Hoca’nın bilgisi ve görgüsü hiçbir zaman inkar edilemez. Faruk Hoca’nın yönetmenliği de çok rahattır; hem oyuncuyu rahatlatır hem seti rahatlatır. Diyalogları her zaman sıcak olduğu için unutulmaz bir set deneyimi yaşadığımı düşünüyorum. Keşke daha fazla hocayla birlikte çalışabilseydik…. 4 bölümlük dizide bile oradan oraya gidişimiz, Poligonla başlayan serüven, Menemen, Çeşme, Foça, Çandarlı, Kıbrıs, Girne, Lefkoşa… Hepsi anılarımızın içinde çok güzel anlar olarak kaldı.
* Fotoğrafta;
Ayaktakiler: İlhan Kantarcı, Ömer Uğur, Talay Toktamış, Cezmi Baskın, İbrahim Raci Öksüz
Oturanlar: Ümit Bakış, Nevzat Çankaya, Hüseyin Avni Danyal, Kubilay Karslıoğlu, Gürol Tombul, Macit Sonlan, Ahmet Somers