Türkiye’de 6 Kasım 1983’te yapılan genel seçimleri Turgut Özal’ın başkanlığındaki ANAP kazanarak tek başına iktidara geldi… Özal, Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) ve dönemin cuntacı devlet başkanı Kenan Evren’in alenen desteklediği emekli Orgeneral Turgut Sunalp’ın başkanlığındaki Milliyetçi Demokrasi Partisi’ne karşın bu başarıyı sağlamıştı…
Turgut Sunalp kimdi?! Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşu ile sonuçlanan 1959 Londra-Zürih görüşmelerinde Türkiye heyetinde askeri danışman olarak yer alıyordu; Kıbrıs Cumhuriyeti kurulunca da garantör Türkiye’nin Kıbrıs’ta görevlendirdiği Türk Alayının başındaki albaydı… Ve R. R. Denktaş’ın çok yakın yol arkadaşı idi… Bu arada, Prof Nihat Erim’in de Londra-Zürih görüşmelerinde Türk heyetinin anayasa danışmanı olduğunu, onun da Denktaş ile yakın yol arkadaşlığını da kaydetmek gerek… Prof Erim 1971 askeri darbesinden sonra Başbakanlık yapmıştı… Rivayete göre Türkiye’deki derin devletin kurucu beyni bu üç isim imiş…
Konuyu fazla dağıtmadan sadede gelelim… 1983 seçimlerinde Sunalp kaybedince, derin devlet Kıbrıs’la ilgili bir karar aldı… Denktaş’ın arası Özal ile zaten iyi değildi, Özal Başbakan olup hükümeti kurarsa, Denktaş için önemli bir sorun çıkacaktı: Kıbrıs Türk Federe Devleti anayasasına göre artık Denktaş devlet başkanlığına aday olmayacaktı… Ama Türkiye derin devleti de Kıbrıs sorununu Özal ve kendilerinden olmayan bir Kıbrıslı Türk siyasi lider ile sürdüremezlerdi… Kıbrıs sorununa iki ayrı devlet temelinde çözüm Denktaş’ın ve parçası olduğu Türkiye derin devletinin tezi idi… Özal pragmatik bir siyasi idi, bu tezi sahiplenmeyebilirdi… Dolayısıyla, Kıbrıslı Türk lider olarak Denktaş devam etmeliydi… Çare bulundu, seçimi kazanan Özal daha hükümetini kurmadan 15 Kasımda KKTC ilan edildi… Hemen bir kurucu meclis oluşturuldu, yeni anayasa yapıldı ve böylece Denktaş’ın yeniden ve artık Cumhurbaşkanı olarak seçilmesinin önü açıldı… Dönemin TC Dış İşleri Bakanı İlter Türkmen de KKTC ilanının esas nedeninin de Denktaş’ın yeniden lider olarak kalabileceği bir sonucu üretmek olduğunu söylemişti… Böylece, Denktaş devam etti, ettirildi… KKTC ilanı ile murat edilen elde edildi…
KKTC kurulunca Kıbrıslı Türklerin dünyadan soyutlanma süreci en derin şekli ile başladı. Türkiye’den başka tanıyan bir devlet de olmadı, tanıyacak da değiller; Türkiye de yarım yamalak tanıyor… Kıbrıs sorunu çözüm süreci de hep BM Ölçütleri bağlamında federal birleşik Kıbrıs‘ı kurgulamak üzere sürdürüldü… Pek de sürdü denilmez aslında, Denktaş hep ayak sürüdü; Türkiye derin devleti için Kıbrıs sorunu Denktaş’ın güvenli ellerinde idi… Sonunda Kıbrıs Türk halkının demokratik isyanı ve barışçıl sokak gösterileri ve mitingleri başladı… Türkiye’de yaşanan ekonomik sorunlar yanında 1999 depreminin açtığı derin yaralar ve kötü siyasi yönetim AKP’nin güçlü bir şekilde iktidara gelmesine zemin yarattı. TSK’nın ve derin devlet unsurlarının Türkiye’yi yönetmedeki etkinliği süreç içinde azaltılmaya başlandı, Kıbrıs sorununa çözüm olarak da sokaklarda demokratik isyanını sürdüren Kıbrıslı Türklerin istediği BM Ölçütlerinde birleşik federal Kıbrıs kabullenildi… Denktaş da artık, Türkiye derin devleti ve TSK gibi etkisiz unsurdu; sonunda Cumhur başkanı adayı dahi olmadı, olsaydı kaybedeceğini kendisi de görebiliyordu.
Gelelim günümüzdeki Kıbrıs Türk Devleti (KTD) ilan etmek konusuna ve ardındaki muratlara… Bir defa KKTC’den KTD’ye geçmek uluslararası siyasette ve uluslararası toplumda bir değişiklik yapacak değil, ne isek o olmaya devam edeceğiz; fes gidip şapka gelecek, kafa aynı… İslam İşbirliği Teşkilatı’na “Anan Planında öngörüldüğü şekliyle Kıbrıs Türk Devleti” olarak gözlemci statüde üyeyiz; benzeri bir durum yeni yeni canlanmaya başlayan Türk Devletleri Teşkilatı’nda da olacak… Başımız göğe mi erecek? Hayır! Peki nedir bu KTD ile murat edilen… Bu isim değişikliği ancak bir anayasa değişikliği ile uygulanabilir… Dananın kuyruğunun kopmak üzere inceldiği yer de işte burasıdır… Tıpkı 1983’de KKTC ilan edip de anayasayı değiştirip de Denktaş’a yeniden aday olma olanağı sağlandı ya; bu defa da AKP Hükümetinin ısrarla istediği konularda anayasa değişiklikleri gündeme getirilecek… Birinci sırada Kıbrıs Türk yargı sisteminin değiştirilmesi ve bağımsızlığının kaldırılması… İkinci sırada söz ve düşünce özgürlüklerinin kısıtlanması ve bu bağlamda basının susturulması… Üçüncü sırada parlamenter sistemin terk edilerek başkanlık sistemine geçilmesi… Dördüncü sırada Türkiyeli meslek sahiplerinin (örneğin mimar, mühendis, muhasip, avukat, doktor, müteahhit gibi), Kıbrıs Türk meslek odalarına üyelik zorunluğunun kaldırılması… Beşinci sırada trafiği yönünün değiştirilmesi… Altıncısı, TC yurttaşlarının doğal KTD yurttaşı sayılması, seçme ve seçilme koşullarının ise belirli bir ikamet süresine, (örneğin bir yıl) bağlı olması… Dahası yok mu?! Var elbette… Amaç KTD diye Kıbrıslı Türklerin siyasi yapısının adını değiştirirken Kıbrıslı Türklerin kendi yurdunda kendi iradesi ile yaşamaması, özgür olmaması, ekonomik faaliyetlerinin de Türkiyeli unsurların Ankara hükümetince hormonlanmış rekabeti ile hayır edememesi…
Türkiye böylesine art niyetli olabilir mi? Türkiye halkları değil, Türkiye’yi bugün yönetenler böylesine art niyetli olabilir ki TC Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay KTD ismini kamuoyuna ilk söyleyen oldu… Ve gene onların belirlediği KKTC CB, Başbakan ve hükümet tarafından da hemen sahiplenildi; gariplerim, n’apsınlardı, ne desinlerdi yani?! Kıbrıs Türk muhalefeti de isim değişikliğini kendi özünde ve içeriğinde bir murat gibi görerek sorgulayıp eleştirmekte; esas muradı görebilmek gerek…
Peki ne olacak?! Türkiye’deki genel seçimlerin sonuçlarına bağlı diye düşünülürse hata olur… Gene eski deneyim gösteriyor ki, Kıbrıslı Türkler 2000’li yıllardaki demokratik isyanı canlandırırsa, barışa ve BM ölçütlerindeki çözüme ulaşılabilir… Ve Türkiye hükümetlerinin niyeti ve siyaseti ne olursa olsun son sözü Kıbrıslı Türkler söyleyecek…