Hem 1963’te, hem de 1974’te Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar, hastanelerden “kayıp” edilmişti...
Gerek 1963-64’te, gerekse 1974’te, hem Kıbrıslıtürkler, hem de Kıbrıslırumlar, çeşitli devlet hastanelerinden “kayıp” edilmişlerdi... Bunlardan bir kısmının gömü yerleri bulunurken, bir kısmının akibeti hala belirsiz... Günlerdir kaleme almakta olduğumuz hastanelerden “kayıplar”la ilgili olarak Kayıplar Komitesi yetkilileri, bu konuda yazmış olduklarımızı incelemeye aldıklarını bize ifade etmiş bulunuyorlar... Kendilerine teşekkür ediyoruz. Bu konularda bize yardımcı olmaya çalışan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum okurlarımıza da çok teşekkür ediyoruz...
KIBRIS TÜRK GENEL HASTANESİ, SİGARA FABRİKASIYDI...
Kıbrıs Türk Genel Hastanesi’nin bir zamanlar Ardath Sigara Fabrikası olduğunu biliyor muydunuz?
“Kayıplar”la ilgili adı geçen bu hastane, Nisan 1964’te Kıbrıs Türk Genel Hastanesi’ne dönüştürülmüş...
Bu konuda yaptığımız araştırmada, şu ilginç bilgilere ulaştık...
*** Kıbrıs Türk Genel Hastanesi binası, bir zamanlar Ardath Sigara Fabrikası idi. Sigara fabrikası olarak faaliyette bulunan bina, 1958’li yıllarda yakılmıştı...
*** Bir Kıbrıslıtürk okurumuz, bu konuda şöyle anlattı bize: “Bu bina Kıbrıslırumlar’a ait bir bina olduğu gerekçesiyle yakılmıştı... Bir süre boş kalmıştı. Kullanılabilecek durumda değildi. Ancak daha sonra Geçici Kıbrıs Türk Yönetimi, bu binayı aldı ve biraz tadilat ve tamirattan sonra, burayı hastaneye dönüştürdü...”
*** Bir diğer Kıbrıslıtürk okurumuz da, binanın yakılmasını hatırladığını söylüyor ve şöyle anlatıyor: “Ben o zaman 7-8 yaşlarında olmalıydım. Çok korkmuştuk ve komşumuzun evine gitmiştik. Biz bu sigara fabrikasının arkasına bakan sokakta oturuyorduk... Kapkara dumanları hatırlıyorum... Sanırım o gün veya o dönemde Girne Kapısı’nda Kıbrıslıtürkler, İngilizler’e karşı büyük bir nümayiş yaptılardı, sesleri bizim evden duyuluyordu... Sigara fabrikasının yandığını ve zarar gördüğünü hatırlarım. Sonradan burası hastaneye dönüştürülecekti...”
Başhemşire Türkan Aziz’in kitabından:
Ardath Sigara Fabrikası, bir gecede Kıbrıs Türk Genel Hastanesi’ne dönüştürülmüştü...
Ardath Sigara Fabrikası’nın hastaneye dönüştürülmesiyle ilgili olarak 1960’tan sonra Lefkoşa Genel Hastanesi’ne Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios tarafından Başhemşire olarak atanmış bulunan rahmetlik Türkan Aziz de, hatıralarını İngilizce olarak kaleme aldığı “The Death of Friendship” başlıklı “Bravos” yayınları arasında çıkan kitabında (2000) sigara fabrikasının hastaneye dönüştürülmesini aktarıyor ve özetle şöyle yazıyor:
*** Bir süreliğine Dr. Küçük’ün evini kullandık. Bize evini vermişti ve biz de bunu çocuklar için bir hastaneye dönüştürmüştük. Kolay değildi ancak becerebilmiştik.
*** Karşı karşıya kaldığım önemli sorunlardan birisi de çarşafların ve çarşaflardan kesilmiş olan kanlı bandajların yıkanmasıydı... Herkes gönüllü olarak bize yardım etmekteydi... Bir ev bulundu ve arkasında bu çamaşırları yıkayıp kurutmaya uygun büyük bir bahçesi vardı... Lefkoşa’nın bize ait bölgesinde bir çamaşırhane bile yoktu. Çamaşır yıkama odasına ocaklar kuruldu, uygun kazanlar bulundu ve çarşaflar kaynatılarak sonra da elde çitilenmekteydi. Yorucu bir işti bu, uzun saatler alıyordu ancak temiz çarşaflara kavuşmuştuk.
*** Bu böylece bir ay kadar devam etti veya iki ay kadar ve sonra bana şöyle bir soru soruldu: “Ameliyathaneyi nereye kurmamızı istiyorsunuz?”
*** “Ne ameliyathanesi bu?” dedim. “Bir yer bulduk ve bunu hastaneye dönüştürüyoruz” dediler. “Ancak ameliyathane kuzeye mi yoksa güneye mi bakmalı, karar veremedik buna” dediler.
*** Çok öfkelenmiştim. Bir bina bulmuşsunuz, bunu hastaneye dönüştürme planları yapıyorsunuz ve şimdi de karşıma geçip bana ameliyathanenin o tarafa mı, bu tarafa mı bakacağını soruyorsunuz – Allah aşkına, bahsettiğimiz şey ameliyathane!
*** Şaşırmıştım... Meğer bir gece önce geceyarısı böyle bir karara vardıklarını söylediler. Doktorlar, mimarlarla ve sağlık işleriyle ilgili diğer şahıslarla bir araya gelip oturmuşlar ve Ardath Sigara Fabrikası’nı hastaneye dönüştürmeye karar vermişler, bu fabrika EOKA terörist günlerinde yakılmıştı ve terkedilmişti.
*** Ardath Sigara Fabrikası büyük bir binaydı, iki katlıydı, Abdi Çavuş Sokağı’na bakıyordu, içinde hareket alanı genişti, şu anda kullanmakta olduğumuz yerden çok daha iyiydi.
*** Yardımcı olmak üzere gönüllü insanlar gelmişti, geceden gelmişler ve baştan aşağı binayı yıkamışlardı. Çevredeki sokaklar bu yüzden sular altındaydı, odalardan çıkan çöplerle doluydu sokaklar vs. ve herkes birşey yapıyordu. Kimisi sokakları süpürüyordu, kimisi duvarları yıkıyordu, içeride ise, koğuşları oluşturmak üzere alan, bölümlere ayrılmaktaydı. Erkekler koğuşu, kadınlar koğuşu gibisinden yani...
*** İnanamıyordum... “Üzgünüm” dedim, “bunun bu kadar hızlı olduğunu anlayamamıştım...”
*** (Sigara fabrikası) insanlarla dolup taşıyordu ağız ağıza – kadınlar, çocuklar, herkes bir şey yapıyordu. Kimisi temizlik yapıyor, birşeyler getirip götürüyorlardı. İşçiler her yerdeydi. Şaşırtıcı derecede kısa sürede ameliyathane olarak kullandığımız minik yerden ayrılarak yeni hastanemize taşınabilecektik.
*** Burasının tıpkı Ledra Palas Oteli gibi büyük ve gösterişli bir yer olduğunu hissediyorduk.
*** Tabii ki bazı dezavantajlar da vardı. Örneğin asansör, ticari maksatlarla yapılmıştı ve her tarafı açıktı, bu yüzden de tehlikeliydi. Ve sedyeleri yukarıya çıkaracak büyüklükte değildi. Bu yüzden sedyeler merdivenlerden yukarıya çıkarılmak zorundaydı.
*** Yapmak zorunda olduğumuz iş için gerekli araç gerecimiz ve olanaklarımız yoktu, örneğin büyük ölçekte sterilizeler için kullanabileceğimiz araç gereç yoktu. Elektrik ikide bir kesiliyordu – şimdi artık Rum tarafı dediğimiz yerden geliyordu elektrik. Birileri bir jeneratör getirmişti ancak bu, tüm binayı kapsayacak kadar güçlü değildi – yalnızca ilkyardım odası ve ameliyathane için yeterliydi bu jeneratör.
*** Su kaynakları da güvenilmezdi, böylece hastaneye su getirtmek durumundaydık. Kırıklar için yeterli araç gerecimiz de yoktu.
*** Bir keresinde Dikelya egemen üslerinden bir Kıbrıslıtürk hastayı bize getiren İngiliz askerlerinden kırıklar için bir çeşit kırık tahtası istemiştim – böylece demircilerimiz bunu kopyalayabileekti... Bunu yaptılar, biz de bunu kopyalattırdık ve sonra da geri götürdüler...
*** Mümkün olduğunca çok gönüllüleri kullanmamız gerekiyordu. Eğitimli yalnızca beş hemşiremiz vardı. Lefkoşa dışıyla da temas kuramıyorduk. Ne zaman başka bir ilçeden birisi gelse, onu sorguya çekerdik: “Size kim baktı? Köyde kim vardı? Köyde ebe var mıydı? Köyde hemşire var mıdır?” ve böylece tüm ada çapında Kıbrıslıtürk sağlık çalışanlarının bir listesini çıkarabilmiştim.
*** Günde bir defa öğleyin gönüllülere yemek vermeye çalışıyorduk, böylece çalışmaya devam edebilecektiler. Gıda kaynaklarımız da ne bulabilrsek oydu. Uzun süre taze sebze bulamamıştık çünkü köyler arasında gidiş geliş yoktu. Kıbrıslıtürkler, kendi tarlalarına tek başlarına çıkmaya korkuyordu.
*** Çamaşırların yıkanmasını düşünmek, aşçımıza yardım etsin diye mutfak personeli bulmak zorundaydık. Ve tabii psikiyatri hastaları da vardı. Akıl hastanelerinden bize hastalar gönderilmekteydi.
*** İlaçlara ve bandajlara gelince, özel eczacılar bize yardım ediyordu... Hepsi de, bize yardım etmeye koştu ve “Bende şu şu var” diyorlardı. Ancak aradan birkaç ay geçtikten sonradır ki Kıbrılsırum tarafına geçip tıbbi malzeme satın almamıza izin verilecekti. Ve o zaman da yalnızca eczacılar geçiş izni alabiliyordu Kıbrıslırumlar’dan. Ve tüm günü barikatlarda kuyruğa girip kontrol edilmekle geçiriyorlardı. Kızkardeşim Kamran da o günlerde eczane sahibiydi ve sınırı gidip gelirken çektiklerini çok iyi biliyorum... Kızılhaç’tan da yardım alıyorduk ancak bu hiçbir zaman yetmiyordu. Bazı görüşmeler ardından Kızılay’a da tıbbi malzeme, pamuk, bandaj ve belli ilaçları gönderme izni verilmişti. Ancak aylar sonra, örneğin penisilin gibi bir ilaca kavuşabiliyorduk.
(The Death of Friendship – A Cyprus Memoir by Chief Matron Türkan Aziz, MBE – Bravos, 2000, UK – Sayfa 118-128 – Özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).