Tufan Erhürman
Uzunca bir süreden beri yazmadım Kıbrıs Türk solu üzerine. Bunun sebebi, bu konuda düşünmemek değil tabii ki! Kendini solda gören her insan gibi ben de olan biteni takip edip kafamda anlamlandırmaya çalışmakla meşgulüm. Bir yandan da Kıbrıs Türk solunun en fazla oy alan siyasi partisinde yaşanan değişimin yaratacağı sonuçları görmek istedim açıkçası. Galiba, bu değişim hem CTP, hem de solun diğer kısımları üzerindeki etkilerini yavaş yavaş göstermeye başladı. Bu arada, Meclis’in açılmasıyla birlikte, genelde özelleştirmeyle, özelde de elektrik kamu hizmetinin özelleştirilmesiyle ilgili yasa tasarılarının gündeme geleceği ve bu tasarıların sol politika açısından turnusol kâğıdı işlevi göreceği günler iyice yaklaştı. O hâlde artık bu konudaki düşünceleri kamuyla paylaşmanın zamanıdır.
Kafamda kabaca üçe ayırıyorum Kıbrıs Türk solunun meselelerini. Bunlardan birincisi kadim bir mesele: Kıbrıs sorunu ve federalizm. İkincisi, “yeni sol” diyebileceğimiz düşüncenin, eşitlikçiliği yalnızca sınıfsal düzlemle ilgili değil, toplumsal ve siyasal yaşamın her alanını etkilemesi gereken bir ilke olarak algılamasıyla ilgili. Üçüncü ve son mesele ise, önümüzdeki aylarda sert çatışmalar yaratacağı belli olan özelleştirme ve onun doğuracağı sınıfsal sorunlar. Aşağıda bu konuların her birini ayrı ayrı ele alarak tartışmaya çalışacağım.
1. Kıbrıs Sorunu ve Federalizm
Daha önce birçok yazıda sözünü ettiğim gibi, hiç de kısa sayılamayacak bir süre boyunca Kıbrıs’taki sol ile sağı ayıran temel çizgiyi belirledi Kıbrıs sorunu. Solcular bu sorunun bir an önce çözülmesini talep ederken, sağcılar, özetle, status quo’nun çözüm olduğunu savundular. Bu ayrım o kadar belirleyici oldu ki, bu saatten sonra soldaki bir siyasi partinin Kıbrıs sorununun bir an önce çözümünü talep etmekten vazgeçmesi mümkün değil gibi görünüyor. Aslında bu yaklaşım, sol düşüncenin temelleriyle de uyum içinde. Mademki halkların kardeşliğidir solun temel şiarı ve etnik, dinsel, dilsel ya da ulusal farklılıklar ayrı yaşamayı gerektiren ayrımlar olarak kabul göremez, uluslararası toplumun bir sorun olarak gördüğü bu kadar küçük bir adada ayrılığı savunmak solun işi değildir. Buna ek olarak, status quo’nun Kıbrıslı Türklerin vesayet altında kalması anlamına gelmesi, dolayısıyla bu halkın dünya halklarıyla eşit kabul edilmemesi sonucunu doğurması da bir an önce çözümü savunmanın temel gerekçelerinden biridir.
Bununla birlikte, özellikle büyük sol partilerimizin son dönemde bu konuda yeterince girişken olduğunu söylemek mümkün değil. Kıbrıs Türk solu için sembolik önemi son derece büyük olan 1 Eylül’ün bile tabir-i caizse geçiştirilmiş olması bu eğilimin en güçlü göstergelerinden biri. Buna ek olarak, sol partilerin görüşme sürecini yakından takip eden ve yeterince zorlayan bir görüntü içerisinde olmadığı aşikâr. Bu durum, ister istemez, birçok kesimde, solun bu alanda özne olmaktan vazgeçtiği ve çözümü arzular gibi görünmesine karşın, bu konudaki özne konumunu, ilişkisini bozmak istemediği Türkiye Cumhuriyeti yetkililerine devrettiği izlenimini yaratıyor.
Federalizm konusunda ise, buna ek olarak bir noktaya daha değinmek gerekiyor. Bilindiği gibi federal ilke, her şeyden önce farklılık içinde birliği savunmak anlamına gelir. Oysa Kıbrıs Türk solu, Kıbrıs sorunu konusundaki “izleyici” konumuna ek olarak, Kıbrıs Türk toplumu özelinde de “farklılık içinde birlik” ilkesini savunmakta yetersiz kalıyor. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti kökenli KKTC vatandaşlarının eşitliği, KKTC ülkesinde yaşayan alevilerin, Maruni ve Rum azınlığın hakları gibi konularda Kıbrıs Türk solu yeni açılımlar yapmak konusunda son derece isteksiz görünüyor.
2. Toplumsal ve Siyasal Yaşamın Her Alanında Eşitlik Sorunu
Yukarıda değinildiği gibi, günümüz sol yaklaşımı, eşitlikçiliği sadece sınıf mücadelesi üzerinden okumuyor. Özelllikle toplumsal cinsiyet eşitliği, engellilerin hakları, bugünkü ve gelecek kuşakların çevreden eşit koşullarda yararlanması gibi konulardaki talepler de sol partiler için olmazsa olmaz nitelik taşıyor.
Oysa sivil toplum günümüzde bu konuda hiç olmadığı kadar aktifken, sol partiler, kadın hakları, LGBT bireylerin hakları, engelli hakları gibi konularda yeni bir açılım yapma niyetinde görünmüyor. Bu konularda sağ partilerin tutumundan ciddi şekilde farklılaşan politikalar ortaya koyulamıyor.
Çevrenin herkesin, hatta gelecek kuşakların da hakkı olduğu uluslararası toplum tarafından kabul edilmişken, sol partiler, özellikle sağ kalkınmacı yaklaşımın çevreyi yatırıma ve ekonomik kalkınmaya feda eden “ekonomik akıl”ına alternatif bir “ekolojik akıl”ı geliştirmeleri gerektiğinden bile haberdar görünmüyor.
3. Özelleştirme ve Sınıf Mücadelesi Sorunu
Kıbrıs Türk solunun yukarıda ikinci başlıkta tartışılan sorunlara duyarsız kalması, ilk bakışta sanılabileceği gibi klasik sol yaklaşımdan hareket edip bütün meseleyi sınıf mücadelesi üzerinden okumasından da kaynaklanmıyor. İlginç bir biçimde toplumsal cinsiyet eşitliği ve benzeri konulardaki eşitlikçilikten uzaklaşan yaklaşım, sınıflar ve katmanlar arasındaki uçurumların derinleşmesi konusunda da sergileniyor. Hâkim durumdaki sınıf ve katmanların daha fazla vergi ödemesiyle ilgili hiçbir proje geliştirilmiyor. Kıbrıs Türk solu, daha utangaç biçimde de olsa, Kıbrıs Türk sağının ekonomik açmazı aşmanın tek yolunun kamu harcamalarını kısmak olduğu tezini destekliyor. Kamu gelirlerini artırma ikinci planda kalıyor ve yatırımları teşvik adına, vergi kaçağı konusunda sessiz kalınıyor. Kamu harcamalarının kısılmasını devletin lüks sayılabilecek harcamaları konusunda destekleyen, kamu gelirlerinin artırılmasını ve bunların altyapıya ve sosyal yatırımlara harcanmasını gündeme getiren bir proje geliştirilemiyor. Emekli ve çalışan maaşlarındaki azalmanın sınıflar ve katmanlar arasındaki uçurumu derinleştireceği, bunun, tüm sınıf ve katmanların ellerini eşit biçimde taşın altına sokmasını sağlayacak bir program hazırlanmadıkça, sol tarafından savunulmasının mümkün olmadığı fark edilemiyor.
Bu alandaki sorunları katmerleştireceği açık olan özelleştirme konusunda da solun ciddi bir hazırlığının ve programının olmadığı net biçimde görülüyor. Bu ülkede daha fazla işsizlik, daha az sendikalaşma, grevsiz, toplu iş sözleşmesiz, karın tokluğuna çalışma anlamına geleceği herkesçe kabul gören özelleştirme konusunda sol net bir tavır belirleyemiyor. Özelleştirmenin yabancı tekel, daha az demokrasi, daha az kamusal denetim, daha ağır vesayet anlamına geleceği ve eşitlikçilikten hareketle bunların sol tarafından kabul edilmesinin mümkün olmadığı da ortaya konulamıyor.
Ayrıca, bu konudaki mücadelede sendikalardan bu denli kopmuş olmanın solun doğasına ters olduğu bir türlü görülemiyor. Geçmiş anlaşmazlıklar ve bazı kişisel sorunlar sol partilerin gözüne bu konuda kalın bir perde indiriyor.
Sonuç
Sonuç olarak Kıbrıs Türk solu, solda olmaktan her gün biraz daha uzaklaşıyor. Kim ne derse desin, kısa zamanda iktidara gelme arzusuyla Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin Kıbrıs için hazırladığı programlara karşı çıkmaktan kaçınma eğiliminin bu hâl üzerinde belirleyici etkiye sahip olduğu da artık sokaktaki insan tarafından açıkça görülüyor. Kıbrıs Türk solu, kuzeyden esen fırtınanın etkisiyle, her gün daha fazla sağa yatan ve biraz daha yatarsa batacağı kesin olan bir gemiye benziyor.
Böyle bir gemiyi düşünmek, onun üzerinde kalem oynatmak da solda duranlara artık iyice gereksiz geliyor!