"Demek ki, karamsarlığa yer yok! Federal Kıbrıs, ebedi barış ve kardeşlik uğruna mücadeleye devam etmekten başka çare yok. Ümit verici olan şudur ki, artık Kıbrıs’ta da binlerce insan ebedi barış ve kardeşlik için uğraşıyor. Bu da, karamsarlık rüzgarlarını bir nebze olsa da dağıtıyor ve geleceğe umutla bakmamıza yardımcı oluyor. Tabii umut, eylemekle beslendiği zaman anlam taşır... Öyleyse, eylemeye, daha çok eylemeye devam..."
Sivil toplum kuruluşu OPEK, “Avrupa Birliği değerlerini benimsemiş birleşik bir Kıbrıs yolundaki uğraşlarım” için bana ödül vereceğini açıklandığında, ilk aklıma gelen şey, günümüzde Kıbrıs’ın Avrupa Birliği değerlerini ne kadar benimsediğini sorgulamak oldu.
Malum, biz öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, Ortodoks kilisesinin başı “Avrupalıları kandırdık ve AB’ye üye olduk” diyebiliyor! Ya da Kıbrıs’ın AB’ye üye olması “Enosis” olarak takdim edilebiliyor...
Sonra, Birleşik Avrupa’ya ve kalıcı barışa götüren uzun ve meşakkatli yolda başlıca düşünsel durakları düşündüm.
Örneğin, Aydınlanmanın büyük düşünürü İmmanuel Kant’ı ve İtalyan Marksist Alterio Spinelli’yi...
Kant, Avrupa’nın ebedi barışa kavuşması için bir yanda devletlerin kendi içinde cumhuriyetçi ve federal yapılar oluşturmalarını, diğer yandan da devletler arası ilişkilerde federalleşmenin ve egemenlik paylaşımının öne çıkması gerektiğini ileri sürmüştü.
Aksi halde, barış anlaşmalarının yeni savaşlara hazırlıktan başka bir işe yaramayacağını söylüyordu Alman düşünür.
Kısacası, daha 18.yüzyılda ebedi barışı egemenlik paylaşımında ve federalleşmede görüyordu.
Kant’tan yaklaşık iki yüz yıl sonra, İtalyan solcu Alterio Spinelli, faşist Mussolini tarafından sürüldüğü Ventotene adasında 1941 yılında bir arkadaşı ile kaleme aldığı manifestoda, hür ve birleşik bir Avrupa’nın ancak federalleşme ile mümkün olabileceğini vurguluyordu.
Daha sonra, bu akımlara Robert Schuman ve Jean Monet karşılıklı bağımlılık ilkesini eklediler.
İkinci Dünya Savaşı ile harabeye dönen Avrupa kıtasının ayağa kalkabilmesi için, toplumların ortak yarar temelinde ve karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde birbirleriyle kaynaşmaları gerektiğini söyleyecek ve birleşik Avrupa için kolları sıvayacaklardı.
Kıbrıs’a baktığımız zaman, bu tür düşünsel akımlar temelinde siyasi hareketlerin ortaya çıkmadığını görürüz.
Ne egemenlik paylaşımı, ne federalleşme, ne de karşılıklı bağımlılık değerleri içselleştirilmiştir.
Kıbrıs harabesinden ve distopyasından memnun olan çok geniş toplumsal kesimlerle sayıca kalabalık siyasiler vardır!
Diğer yandan Victor Hugo’yu düşündüm.
Fransız yazar, “bir gün gelecek ve Avrupa kardeşlik diyarı olacak” dediğinde takvimler 1848 yılını gösteriyordu.
Hugo’nun rüyası tam yüzyıl sonra gerçek oldu.
Demek ki, karamsarlığa yer yok!
Federal Kıbrıs, ebedi barış ve kardeşlik uğruna mücadeleye devam etmekten başka çare yok.
Ümit verici olan şudur ki, artık Kıbrıs’ta da binlerce insan ebedi barış ve kardeşlik için uğraşıyor.
Bu da, karamsarlık rüzgarlarını bir nebze olsa da dağıtıyor ve geleceğe umutla bakmamıza yardımcı oluyor.
Tabii umut, eylemekle beslendiği zaman anlam taşır...
Öyleyse, eylemeye, daha çok eylemeye devam...