Tuncer Bağışkan
Lefkoşa’nın yeri ve kuruluşu
Lefkoşa ile Lefkoşalılara ilişkin bilgilerimiz değişik zamanlarda Lefkoşa’yı ziyaret eden yabancı yazarların aktardıkları bilgilere dayanmaktadır. Bu yazarlar arasında, Felix Faber (1483), Leontios Makhairas (Haziran 1555), Richard Pococke (1738), Giovani Mariti (1769), Archduke Louis Salvator (1873), Luigi Palma di Cesnola (1877), Max Ohnefalsch-Richter (1893), Camile Enlart (1899), Claude Delaval Cobham (1908), Sir Harry Luke (1914 & 1921), George Jeffery (1918), Rupert Gunnis (1936) ve George Hill (1948 & 1952) gibi değerli yazarlar yer almaktadır.
Kentlerin asırlar boyunca tarih sahnesinde kalabilmeleri için, bol su kaynağı olan yerlere kurulmaları gerekiyordu. Nitekim Lefkoşa da zengin su kaynakları bulunan Kanlıdere’nin kıvrımı içine kurulduğundan asırlar boyunca tarih sahnesinde kalmayı başarabilmiştir.
Lefkoşa kurulmadan çok önce, şimdiki kentin güney-güneybatısında Neolitik (M.Ö 4000) çağdan başlayarak, Kalkolitik Çağ (M.Ö 3900-2500), Tunç Çağı (M.Ö 2500 – 1050), Geometrik (M.Ö 1050 – 750), Arkaik (M.Ö 750 – 480), Klasik (M.Ö 480 – 310), Helenistik (M.Ö 310 – 30) ve Roma (M.Ö 30 – M.S 330) devirlerine ait kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntıların bulunduğu alanlar arasında Konstanza (Bayraktar) burcu altındaki hendek, Prodromos, Koupati, Acropolis, Ayioi Omeloyites-Ayia Paraskevi ve Aronas Tepesi bulunmaktadır. Ayioi Omeloyites ile Ayia Paraskevi tepeleri arasında Tunç Çağına (M.Ö 2500 – 1050) tarihlenen bir mezarlık alanı saptanmıştır. Mezarlarda gerçekleştirilen kazılar sonucu ele geçen çok zengin buluntulara dayanılarak, mezarlık alanına ait olan kentin, gerek Kıbrıs’taki diğer yerleşim birimleriyle, gerekse Doğu Akdeniz ülkeleriyle ilişki içerisine girmiş olması itibarıyla bir gelişim süreci geçirdiği izlenimi edinilmiştir.
Lefkoşa’nın başkent oluşu
Helenistik, Roma ve Erken Hıristiyanlık dönemlerine rastlayan M.Ö III - M.S IV. yüzyıllar arasında Kıbrıs’ın başkenti Baf kenti iken, M.S IV. yüzyılın ikinci yarısında Constantius II’nin Salamis’te daha küçük ebatta yeni kurduğu Constantia şehri Kıbrıs’ın yeni başkenti olmuştu. Ancak M.S 647/49 yılında başlayıp M.S 965 yılına kadar (318 yıl) süren Arap akınları boyunca deniz kenarındaki kentler yakılıp yıkıldıklarından bir yok oluş sürecine girmişti. Bu nedenle idari merkezin adanın daha güvenli olan iç kısımlarına taşınması gerekmekteydi. Böylece adanın neredeyse ortasında bulunan Lefkoşa’nın, Bizans dönemine rastlayan M.S XI. Yüzyılın sonlarında, Kıbrıs’ın idari ve askeri merkezi olmasına karar verilir. Böylece Bizans devrinden itibaren Kıbrıs’a vali olarak gönderilen Bizans dükleri, Templer Şövalyeleri, Lüzinyan ile Venedik Kralları, Dükleri, Lortları ve nihayetinde Osmanlı ile İngiliz Valileri de Lefkoşa’yı bir başkent olarak benimseyip kullanırlar.
Adı
Kentin adına ilişkin ilk bilgilerimiz Asur belgelerine dayanmaktadır. M.Ö 673/2 yılında şimdiki Lefkoşa civarında “Lidir” (Ledroi - Ledra) adında bir kentin bulunduğu ve Kıbrıs’ın on krallığından biri olan bu kentin “Kral Unasagusu” (Kral Onasagoras) tarafından yönetildiği Asur kralı Esarhadon’un haraç aldığı Kıbrıs (Yadnana) krallıkları listesinde yer almaktadır. Bu kent daha sonraları Ledrae, Ledra, Lefkousa, Lefkotheon, kavak koruluğu anlamına gelen Lefkon ve daha birçok benzeri adlarla anılmıştır. Bazı tarihçilere göre de Lefkotheon adı zamanla değişerek 'Lefkosia'' ile “Lefkoşa”’ya dönüşmüştür.
Rivayete göre yıkılan kent, Helenistik döneme rastlayan M.Ö. 312-285 yılları arasında Mısır Firavunu Ptolemaios Soter I'in oğlu LEFKOS tarafından yeniden inşa edilip büyütüldüğünden, kente kurucusundan dolayı Lefkos adı verilmiştir. Helenistik döneme ait belgelerde ise adı “Ledra” (Lidra) olarak geçmektedir.
Bizans dönemine rastlayan M.S 934 yılında bir tarihçi de olan İmparator Constantine VII’in kaleme aldığı bir belgede kentin adı “Kermia” veya “Leukosia” olarak geçmektedir.
Lüziyan döneminde (M.S 1555) “Levkoupolis”, “Nicosia” ve “Nicosie” adlarıyla bilinirken, “ İ HORA” (yani Şehir/“Şeher”) adıyla da bilinmekteydi. Yakın geçmişimizde bile Lefkoşa’nın ‘şeher’ adıyla anıldığı şimdi bile anımsanmaktadır.
Templer Şövalyeleri Kıbrıs’ta
İngiliz kralı Aslan Yürekli Richard’ın 1191 yılında üçüncü Haçlı Seferine katıldığı sırada Kıbrıs’ın Bizans yöneticisi Isaac Comnenus’un, hacılara, nişanlısı Navarreli Berengaria ve kızkardeşi Joanna’ya kötü muamelede bulunduğu gerekçesiyle Guy de Lusignan’ın yardımıyla Kıbrıs’ı işgal eder. Ancak kısa bir süre sonra ayaklanmalar baş gösterdiğinden, az sayıdaki askeri bir güçle adayı elinde tutamayacağını anlayan Richard, onu 1192 yılında Templer Şövalyeleri’nin Başefendisi Robert de Sable’ye 100.000 Altın Bizans sikkesi (Bezant) karşılığında satar. Şövalyeler bu paranın sadece 40.000’ini öderler, gerisini ise daha sonra ödeme taahhüdünde bulunurlar. Böylece Suriye’deki Akka şehrinin Salahattin Eyyubi tarafından alınmasıyla, Kıbrıs’ın yeni efendileri Templer Şövalyeleri olmuş olur. Adaya gelen şövalyeler Nicosia adıyla anılan Lefkoşa’ya bir garnizon kurup yerleşirler ve Richard’a ödedikleri parayı Kıbrıslılardan toplayabilmek için gıda maddelerine vergi yüklerler. Bundan hoşnut olmayan Kıbrıslılar, Lefkoşa’ya yığılmaya başlarlar. Adanın yöneticisi olan Arnaud Bouchard, öfkeli insanlardan korunmak amacıyla Şövalyeleri Baf kapısı yanındaki “Templar Kalesi”ne toplar. O sırada şövalyelerin sayıları 100 civarında, at sayıları ise 14 idi. Bu kalenin ilk görüntüsü, Lüzinyan kralı Henry I’in (M.S 1218-1243) hem koruyucusu ve hem de kral naibi olan annesi Alice’nin kurşun mühründe yer almaktadır. Mühürde kentin kuleli giriş kapısı yer alırken, kenar çevresinde ise “Civitas Nicossie” (Lefkoşa Kalesi) yazısı yer almaktadır. Şimdiki Casteliotissa kilisesinin bulunduğu yerde olduğu tahmin edilen bu kale 4.Nisan.1192 tarihinde Kıbrıslılar tarafından kuşatılır. Şövalyeler bu kötü durumdan kurtulabilmek için Easter Pazarına rastlayan 5.Nisan.1192 tarihinde savaşarak kalenin dışına toplu halde çıkarlar ve birçok kişiyi kılıçtan geçirirler, korkan ahalinin çoğu ise hayatlarını kurtarabilmek için Lefkoşa’dan kaçarlar. Katledilen kişilerin kanlarının sokaklarda dere gibi aktığı, akan kanların dereye ulaştığı, bu nedenle ayaklanmada hayatlarını kaybedenlerin anısına oraya taş bir anıt dikildiği ve bu trajik olayın uzun yıllar anımsandığı tarihçiler tarafından kayda geçirilmiştir. Bu rivayetin bir başka versiyonun ise Osmanlı döneminde Kanlı Mescit mahallesi için anlatıldığı tespit edilmiştir.
Templer Şövalyelerinin Kıbrıslıları katlettiklerinden, Kıbrıs’ta kalmaya devam etmeleri halinde daha başka sorunlar ile ekonomik yükten kurtulamayacakları görüşüne vardıklarından, adayı Arslan Yürekli Richard’a geri iade ederler. Bu sefer de Richard adayı Kudüs’teki topraklarını kaybeden Guy de Lusignan’a 60.000 Altın Bizans sikkesi (Bezant) karşılığında satar.
Lüzinyan Dönemi (1192-1489) ve Kentin Gelişimi
Daha önce adı pek duyulmamış olan Lefkoşa kenti M.S 1192-1489 yılları arasına tarihlenen Lüzinyan döneminde bir gelişim sürecine girmiştir. Nedeniyse, Fransız asıllı olan Lüzinyan krallarının Akka (Acre) kentinin düşmesinin ardından Kıbrıs’ı vatanları, Lefkoşa’yı ise başkentleri olarak görmeleriydi. Bu nedenle Lüzinyanlar ülke gelirlerinin büyük bir kısmını genelde Kıbrıs’ın, özelde ise Mağusa ile Lefkoşa'nın gelişip güzelleşmesine harcamışlardır. Görkemli bir başkent durumuna gelen Lefkoşa'da Lüzinyan beylerinin büyük ve gösterişli sarayları, konakları, evleri, geniş meyve bahçeleri, katedralleri, kiliseleri, şapelleri, kırsal kesimde ise çiftlik, malikane ve av köşkleri vardı. Böylece Lüzinyan dönemi boyunca Lefkoşa’nın ünü ada sınırlarını aşıp Batı ülkelerine dek yayılmıştır.
Lüzinyanlar, bir yandan Lefkoşa’yı güzelleştirirken, bir yandan da savunmasını güçlendirmeye çalışmışlardır. Bizans döneminde, şimdiki Baf Kapısı’nın yanındaki Casteliotissa kilisesinin bulunduğu yerde bir kale bulunmaktaydı. Bu kale 1211 yılından hemen önce Lüzinyanlar tarafından yeniden inşa edildiği Latin papaz Willbrand de Oldenburg tarafından kaydedilmiştir. Daha sonra Kral Henry II (M.S 1285-1324) döneminde Lefkoşa’nın etrafını çevreleyen 9 mil uzunluğunda bir sur inşa edilmesine başlanmıştır. Surlarda 6 kule ve kente giriş çıkışı sağlayan 6 da kapı bulunmaktaydı. O sıralarda Kanlıdere’nin yatağı Baf kapısının bulunduğu yerden şehre girmekte ve Magusa Kapısı’nın olduğu yerden ise üç kol halinde kentin dışına çıkmaktaydı. Dere akmadığı zamanlarda insanlar dere yatağındaki taşların üzerine basarak bir yandan diğer yana geçerlerdi. Daha sonraki yıllarda derenin çeşitli yerlerine köprüler yapılmıştır.
Venedik Dönemi (1489-1571)
Katerina Kornaro’nun Krallık tacını Venediklilere teslim etmesiyle başlayan ve 1489-1571 yılları arasında devam eden Venedik döneminde de Lefkoşa Kıbrıs’ın başkenti olmaya devam eder. Ancak ada Venedik Cumhuriyeti’nin deniz aşırı sıradan bir toprak parçası durumuna geldiğinden, artık bağımsız bir krallık olmadığı gibi, Lefkoşa da bu bağımsız krallığın başkenti değildi. Adadan toplanan vergilerin üçte ikisi Venedik'e gönderilirken, Kıbrıs'a sadece savunma amaçlı askeri harcamalar yapılıyordu. Venedik döneminde meydana gelen depremler, kuraklık, çekirge hücumu gibi afetler ile diğer nedenler de Lefkoşa'nın canlılık ile zenginliğinin yok olmasına neden olur. Lefkoşa'nın eski görkemine indirilen son darbe ise, Lefkoşa'nın Osmanlılara karşı savunmasını güçlendirmek amacıyla 1567 yılında kentin üçte ikisinin yıktırılarak küçültülmesi olur. Venedik’ten getirilen askeri mühendis ve mimarların görüşleri doğrultusunda, eskiden 9 mil uzunluğunda olan surların küçültülüp top atışlarına dayanıklı bir duruma getirilmesi çalışmalarına başlanır. Böylece Lefkoşa tahkimatının inşa edilmesi görevi Venedikli mimar Giulio Savorgnan tarafından üstlenilir. St. Sophia katedrali merkez olmak üzere daire şeklinde ve 3 mil uzunluğunda yeni bir sur yapımı öngörülür. Bu kararı süratle uygulamaya koyan Venedikliler, belirledikleri yeni kent alanının dışında kalan tüm binaları yıkıp ağaçları keserler. Surların içiyle dışında kalan 1500 ev, saray, Kral Jacques'in kraliyet sarayı, 2 Manastır (Dominic Manastırı dahil) ve muhtelif mezheplere ait 80 kilise de yıkılarak bunlara ait malzemeler yapımına başlanan surlarda inşaat malzemesi olarak kullanır. Bu arada savunmayı güçlendirebilmek amacıyla kentin ortasından geçen Kanlıdere’nin (Pedieos) güzergahı da değiştirilerek kentin dışına çıkartılır.
1567'de küçültülen kente Porta Giuliana (Mağusa kapısı), Porta Del Proveditore (Girne kapısı) ve Porta di S. Domenico (Baf kapısı) adları verilen üç giriş kapısı yapılırken, şehrin savunması ile surların yapımında görev alan ve surların yapımına mali katkı sağlayan Venedikli asillerin adlarını taşıyan 11 burç da yapılır. Bu burçların Venedik ile Osmanlı dönemlerinde adları şöyleydi: Flatro (Zeytinli-Kandil Söndüren), Loredano (Cevizli-Derviş-Söğütlü), Barbaro (Musalla), Quirini (Cephane), Mula (Zahra), Rokkas (Kaytaz Ağa),Tripoli (Değirmen-Mezarlık), D'Avila (Kara İsmail), Kostanza (Bayraktar), Podokataro (Sazlı) ve Graffa (Altun).
Osmanlı Dönemi ve İmar Faaliyetleri (1571 - 1878)
1 Temmuz 1570 tarihinde Kıbrıs’a ayak basan Osmanlılar, 22 Temmuz 1570 - 9 Eylül 1570 tarihleri arasında Lefkoşa’yı kuşatırlar ve yaklaşık 51 gün süren kuşatma sonrasında Lefkoşa’yı ele geçirirler. Osmanlı idaresinin ilk günlerinde, Venediklilerin sur yapımı için Lefkoşa’da yıktıkları sayısız anıtsal binadan geriye kalan yıkıntıların yanı sıra, savaşın yıkıntıları ile de karşılaşılır. Bu nedenle Kıbrıs genelinde olduğu gibi, Lefkoşa’da da yoğun bir imar faaliyetine başlanması zorunluluğu doğar. Bir yandan yıkıntılar temizlenirken, bir yandan da surların tamiri, Latinlere ait en büyük katedrallerin yeni eklentilerle camiye çevrilmesi, ticaret yerlerinin oluşturulması ve başta su olmak üzere kentin ibadet, eğitim, konaklama ve benzeri gereksinimlerinin karşılanması çalışmaları başlatılır. 1738 yılında Kıbrıs’ı ziyaret eden Richard Pococke, Osmanlılardan izin alan Rumların da harabe durumundaki kiliselerini tamir ettiklerini yazmıştır. XVIII. Yüzyılda Kıbrıs’ı ziyaret eden Sibthorp Lefkoşa’yı şöyle anlatır:“Uzaktan bakıldığında portakal ve limon bahçelerinin ortasındaki düz damları, kafes pencereleri, hafif balkonları ve düzenli olan evleriyle surları, Lefkoşa’ya saygın ve tablo gibi bir görüntü verir. İçeriye girildiğinde, dar ve pis sokakları, alt sınıfın yaşadığı berbat ikamet yerleri ziyaretçiler üzerinde daha farklı bir intiba uyandırır”.
Lefkoşa’da yapılan sayımın sonuçlarını yansıtan 1723 ( 1136 H) tarihli Tahrir
Defteri’nde, Lefkoşa’da 4000 ev, 16 mahalle, 2 Cami-i Kebir, 2 cami (1835 yılında 10 cami), 12 mescit, 3 medrese, 4 tekkeyle zaviye, 5 hamam, 31 çeşme ve 6 kütüphane bulunduğu kayıtlıdır. Ancak Osmanlı döneminin ilk yıllarından başlayarak vakıf olarak kurulan çoğu zaviye, cami, mescit ve daha nice yapıların değişik nedenlerle günümüze kadar ulaşamadığını belirterek bugünkü yazımızı bu şekilde sonlandırmış olalım.