Başlıktaki cümleyi geçtiğimiz günlerde Kıbrıs’ın güneyinde yaptığımız bir basın konferansında kullandım. Ülkenin gidişatından ve Anastasiadis’in tutumundan memnun olmayan tanınmış simalardan oluşan bir grup insan, basının karşısına geçerek görüşlerimizi kamuoyuna duyurduk. Aralarında Andreas Hristu, Takis Hacidimitriu, Andrulla Vasiliu ve Esra Aygın gibi isimlerin de yer aldığı 13 kişi, Nikos Anastasiadis’in izlediği rotayı eleştirerek bir an önce müzakerelerin başlaması ve çözüme gidilmesini savundu.
Basın konferansı, Anastasiadis’in halka sesleniş amacıyla düzenlediği basın konferansından bir gün sonra yapıldı ve sivil toplum örgütü OPEK tarafından düzenlendi.
Belirttiğim gibi, ben konuşmama “Kıbrıs’ın Birleşmesi Kıbrıslı Türklerden Geçer” diyerek başladım. Kıbrıs iki toplumun da ortak yurdudur ve bu ülkede huzur ve barış istiyorsak, devletin iki-toplumluluk gerçeği üzerine kurulması/yeniden kurulması şarttır. Kıbrıslı Türkleri dışlamak görmezden gelmek veya eşit toplum statüsünü değiştirmeye çalışmak ülkeyi bölünmüşlüğe sürükler. Bunun en iyi tanığı ve kanıtı, yakın Kıbrıs tarihidir. Makarios’un 1963 Kasımında gündeme getirdiği 13 Maddelik Anayasa değişiklik önerisinin gösterdiği gibi, Kıbrıslı Türklerin devlet organlarına etkin katılımını sınırlandırmaya çalışmak bölünmüşlüğe doğru hamle yapmak anlamına geliyor.
Günümüzde ise bu yönde bir arayışın içine girmek, ülkeyi temelli olarak bölmek demektir.
Açıkçası, Kıbrıslı Rumlar ya Kıbrıs’ı Kıbrıslı Türklerle birlikte yönetecekler ya da Türklerden arınmış/arındırılmış günümüzün Kıbrıs Cumhuriyeti devletini tek başlarına yönetme şevkiyle ülkenin bölünmüşlüğünün tamamlanmasına yardımcı olacaklardır.
Nikos Anastasiadis’in tarihi sorumluluğu tam da buradadır!
İki istikamet gösteren bir kavşakta duruyor.
Ve öyle anlaşılıyor ki, kafası karışık, pusulası pusludur. Nereye doğru yol alacağına karar veremiyor.
Anastasiadis düzenlediği basın konferansında ısrarla iyi işleyen bir devlet istediğini dile getirdi. Gelgelelim devletin tıkanma tehlikesinin Kıbrıslı Türklerin etkin katılımından kaynaklandığı ima etmekten çekinmedi. “Adem-i Merkeziyetçi federasyon tezini ortaya atmasının nedeninin devletin işlerliğinin önündeki engelleri kaldırmak olduğunu ileri sürse de, verdiği örnek kendisini ele verdi. Federal organlarda Kıbrıslı Türklerin bir olumlu oyu aranırsa, örneğin EAST-MED projesi (doğal gazın Yunanistan ve İtalya üzerinde Avrupa’ya gitmesi) gündeme geldiğinde bunun Kıbrıslı Türkler tarafından engelleneceğini söyledi.
Kısacası, Kıbrıslı Türklere kendi oluşturucu devletlerinde fazladan bir takım yetkiler vererek federal hükümete katılımlarını sınırlandırmak istediği anlaşılıyor. “Sadece Kıbrıslı Türkleri ilgilendiren yaşamsal konularda söz sahibi olmalarını” ileri sürüyor ki, bunu kimin tayin edeceği bilinmediği gibi, bu türden görüşler bizi 1960 Anayasasının da gerisine götürüyor...
Anastasiadis ve çevresi bir süreden beri Kıbrıslı Türklerin federal devletin kurumlarına etkin olarak katılımını “sorun” olarak gösteriyor. Hatta Türkiye’nin Kıbrıslı Türkler üzerinden federal devletin organlarını “ele geçireceğini” ileri sürüyor.
Kanaatimce bu son derece ciddi bir meseledir ve federasyonun önündeki en önemli engellerden biridir. Sadece Anastasiadis değil, Kıbrıs Rum toplumunda genellikle algı bu yöndedir. Kıbrıslı Türkleri Türkiye’nin Kıbrıs’taki uzantısı sayıyorlar ve Türkiye’yi Kıbrıs’a “taşıyan unsur” olarak görüyorlar.
Bu konuyu “Neden Federal Devlet?” adlı kitabımda etraflıca ele aldım ve federasyon yolunda engel oluşturduğuna değindim.
Tarihsel açıdan bakarsak, bu iddianın tam tersinin geçerli olduğunu görürüz. Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türkleri ne kadar dışlarsa, Türkiye o kadar yakına geliyor...
Günümüz açısından bakarsak, Kıbrıs’ta federal bir devletin kurulmasını savunan Kıbrıslı Türkler Türkiye’nin adadaki “uzantısı” olmadığı gibi, federal devlet sayesinde siyasal ve ekonomik özerkliğe kavuşup özne olarak güçlenmek istiyorlar.
Yine de Kıbrıslı Rumların bu yanlış ve/veya eksik algısını Kıbrıslı Türklerin bazı saplantılı tavırlarının güçlendirdiğini görmezlikten gelemeyiz. Örneğin yaşanan bunca elim vakadan sonra hala Türkiye’nin garantör ülke olarak kalmasını savunmak, böyle bir tavırdır. Hem Kıbrıslı Rumlar karşısında eşitlik talep edeceksiniz hem de reşit olmayan ergenler gibi vasi isteyeceksiniz... Hayatın bütün alanlarında etnik kimliği ve sadece etnik kimliği öne çıkarmak da sorunlu bir tutumdur. Bu konuda geçtiğimiz günlerde bize çok benzeyen bir ülkede yaşananlardan mutlaka ders çıkarmalıyız.
AB Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Komiseri Johannes Hahn geçen hafta Die Welt gazetesine verdiği bir röportajda, Bosna-Hersek’in AB üyesi olup olmayacağını değerlendirirken Kıbrıs’ı da yakından ilgilendiren önemli bir konuya işaret etti. Hahn, Bosna-Hersek’in etnik farklılıkları “çimentolaştıran” anayasasının değiştirilmesinin şart olduğunu söyledi. Bilindiği gibi, Bosna-Hersek, etnik-federasyon örneğinin en aşırı modellerinden birini uyguluyor ve etnik gruplar arasında kaynaşmayı adeta imkansız kılıyor. Kıbrıslı Türkler arasında bu “modelin” hayranı çoktur. AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komiserinin bu konuya değinmesi son derece anlamlıdır.
Ayrıca şu da bir gerçektir ki, Kıbrıslı Türkler arasında Anastasiadis’in tutumunu eleştirenlerin çoğu federal devletin kuruluş çalışmalarında en az Anastasiadis kadar - bir kısmı ondan daha fazla- zorluk çıkarmaktadır.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: gelinen aşamada artık ülkede iki düşünce kutbu vardır: Federalistler ve Anti-Federalistler. Bu ayırım, Rumluk/ Türklük ve Sağcılık/Solculuk gibi ayırımların önüne geçmiştir.
Federalistlere düşen, etnik ve ideolojik kamplarının dışına çıkıp Rumluk/Türklük ve Sağcılık/Solculuk ayırımı yapmadan bir blok halinde mücadele etmektir.
Kalıcı bölünmüşlük gibi bir distopyanın kapıya dayandığı bu aşamada Federalistler güçlerini birleştirerek federal devletin önündeki engelleri ortadan kaldırmalıdırlar.
Aksi halde, “kendi haklılıklarında” boğulup karşılıklı suçlama oyunu oynayanların ülkeyi felaketin son durağına kadar götürmeleri engellenemeyecektir!