Emilios Emmanuel
“İkinci Dünya Savaşı ardından Kıbrıslırum toplumu, büyük bir burjuva sınıfı gelitiren ilk toplum olmuştu Kıbrıs’ta... Köylerden kentlere doğru akan Kıbrıslırumlarla birlikte, aynı anda bir işçi sınıfının doğuşuyla birlikte, bir de yüksek sınıf ve orta sınıfın da doğuşuna tanık olmaktaydık.
Tuhaf olan şuydu ki örneğin Pitsilya gibi yoksul dağ köylerinden gelen Kıbrıslırumlar’la örneğin sınırlı tarımsal üretime sahip Baf’tan gelenler kentlere gelip ilk yerleşenler olmuşlar, tüccar olmuşlar ve gerek Lefkoşa’nın gerekse diğer şehirlerin eğitimli elitine dönüşürken, yavaş yavaş da Kıbrıs burjuvazisinin belkemiğini oluşturmuşlardı...
1950’li yıllarda verimli toprakların zengin toprak sahipleri, evlatlarını yüksek okullara göndermekte isteksizdiler çünkü çocuklarına toprağı ekmek için ihtiyaç duymaktaydılar.
O nedenle Kıbrıslırumlar’ın Britanyalılar’dan bağımsızlık talep etmekte daha istekli olmaları şaşırtıcı değildi... Çünkü kendilerini iktidar sınıfı olarak görerek ekonomik ve diğer avantajları ilk gören onlar olmuştu. Bunun milliyetçi bir visyonla Yunanistan’la birleşme paketi şeklinde gelmiş olması da, eğitim sisteminin tümüyle kilisenin kontrolü altında olmasıyla alakalıydı. Bu hem bir paradoks ve hem de bir çelişkidir bugüne kadar – milliyetçiler bir yandan “Yunanlılıklarından” gurur duyarlarken, öbür taraftan da “beceriksiz galamaralardan” (Kıbrıslırumlar, Yunanlılar’ı aşağılamak için galamara diye bir sözcük kullanırlar – S.U.) ve geri kalmış ve yozlaşmış Yunan devletinden hiç hoşlaşmazlar...
Öte yandan Kıbrıslıtürk toplumunun geleneksel olarak daha çok toprağı vardı kıyılarda ve merkezi düzlük alanlarda ancak bunlar kendi milli burjuvazilerini geliştirmekte çok yavaş hareket etmişlerdir. İşte bu nedenle köylerinde kalmaktan mutluydular ve bağımsızlık için herhangi bir neden göremiyorlardı...
1955’ten sonra neler olmuşsa, bu Kıbrıslıtürkler’in Kıbrılsırum burjuvazisinin hedeflerine karşı bir tepkiydi sadece ve bunu da Britanyalılar’ın Kıbrıslırum başkaldırısı esnasında kullandıkları böl ve yönet politikalarıyla Kıbrıslıtürkler’i çok teşvik etmeleriyle gerçekleşmiştir.
Kıbrıslırum burjuvazisinin Kıbrıslıtürkler üzerinde ne avantajı varsa, bu 1960 ile 1974 yılları arasında katlanarak çoğalmıştı – çünkü Kıbrıslıtürkler, 1963 sonrasında artık hükümetin parçası değildiler ve çok zor ekonomik ve diğer koşullar altında, gettolarda ve izole enklavlarda yaşamaktaydılar.
Kıbrıslırumlar’ın nüfusunun yüzde 10-15 kadarını oluşturan yüksek ve orta sınıftaki insanlar ise Makarios’a karşı tek gerçek muhalefet idi (buna EOKA-B’cilerin %3 ile %5 oranı dahil değildir) ve sessiz sedasız biçimde Kliridis’i 1974 öncesinde Kıbrıs sorununu çözmek için destekliyorlardı. Bunlar, Makarios’un ve EOKA B’nin ENOSİS düşüncesini terketmelerinin avantajını ilk görenlerdendi. Bu da bir diğer paradokstur. Gerçekte EOKA B’nin, Kliridis’ten nefret edecek pek çok nedeni vardı, hatta Makarios’tan daha fazla nefret etmeliydiler ondan fakat prensipte düşmanımın düşmanı dostumdur şeklinde bir düşüncesi olduğu için Kliridis, Makarios’u EOKA B’yi aşırı şiddet kullanarak bastırmakla eleştirmekteydi...
Gerçek oydu ki Makarios’un destekçisi paramiliter güçler de pek çok kereler EOKA B sempatizanı olduğundan kuşkulandıkları insanları dövmekteydiler. Hatta bazan aynı taktikleri de uygulayarak ya bir bomba yerleştiriyorlar veya EOKA B’cilerin işyerlerini kundaklıyorlardı...
Ne yazık ki Kliridis’in çevresindeki elit aşırı sessizdi. Hiçbir zaman Makarios’a açıkça karşı çıkmıyorlardı. Şu da vardır ki (AKEL’in de yardımıyla) Makarios’u her kim eleştirirseydi, derhal bir EOKA B destekçisi olarak yaftalanıyordu ve bu da, duruma yardımcı olmuyordu.
Bence 1970 ile 1974 yılları arasında Kliridis en büyük hatasını yaptı. Bence bu dönem için tarih ona o kadar da affedici davranmayacaktır çünkü cesaret eksikliğini sergilemekteydi. Yakın geçmişte 1973’te çekilmiş bir videosunu seyrettim Kliridis’in – bu videoda Makarios ve EOKA B nedeniyle müzakerecilik görevinden istifa etmekle tehdit etmekteydi ancak eleştirileri belirsizdi ve korku içerisinde yapılmış eleştirilerdi bunlar.
Elbette AKEL’in desteği nedeniyle Makarios, Kliridis tarafından meydan okunamayacak derecede güçlüydü fakat bu bir gerekçe olamaz.
1974 sonrasında Kliridis’in çevresindeki elit güçlendi çünkü en nihayet Kliridis, Makarios’a karşı çıkacak cesareti kendinde bulabilmişti.
Eğer orta sınıfın bulunduğu Lefkoşa’nın Ayandrea, Likavidos, Ayi Omoloyides vs. gibi mahallelerinde insanların nasıl oy verdiğine bakacak olursanız, sonuçların şaşırtıcı olduğunu görebilirsiniz. Henüz 1976’da dahi Kliridis, AKEL ve Makarios taraftarları tarafından bir hain olarak suçlanmaktaydı ve buna karşın DİSİ oyların yüzde 70’ini almıştı. 1981’de ise bu oran yüzde 90’a çıkmıştı!!!
Kıbrıslırumlar’ın elit sınıfı, Kliridis’in arkasında toplanmıştı çünkü Makarios ve AKEL’in “Makrohronios” (“Uzun vadeli politika”) diye tanımlanabilecek politikalarının felaket olduğunu görmekteydiler.
Kıbrıslıtürkler’in egemen sınıfının çok zayıf olduğuna inanmaktaydılar – detaylara bakmaksızın herhangi bir çözümde, Kıbrıslırum burjuvazisinin geleceğin federal devletinde tüm ekonomik alanları domine edeceğinden emindiler. Bu ister bankacılık, ister turizm, ister özel eğitim vs. olsundu...
Bu görüş, onyıllar boyunca pek değişmedi. Ortak inanç oydu ki, herhangi bir çözümde, Kıbrıslırum burjuvazisi, Kıbrıs ekonomisinde egemen olacaktı.
2004 yılında da bu görüş vardı. DİSİ’nin neden Annan Planı’nı desteklediğini de açıklıyor bu... Ve ayrıca Annan Planı’nın hemen ardından, özellikle Lefkoşa’da DİSİ’den neden çözüm yanlısı bireylerin milletvekili seçildiğini de açıklıyor bu...
PEKİ NE DEĞİŞTİ?
ÇOK ŞEY DEĞİŞTİ...
Egemen sınıf şimdi tümüyle yok edilmiştir. Bankaları kaybettiler, mülklerini kaybettiler, nakit birikimlerini kaybettiler ve kendilerini son derece güvensiz hissediyorlar.
Aynı zamanda 2004 ile 2018 yılları arasındaki dönem, işgal altındaki bölgelerde turizm, özel eğitim ve hatta bankacılıkta beklenmedik ekonomik gelişmelere sahne oldu.
Artık bizim egemen elit, gelecekteki federal bir devlette, KIBRISLITÜRKLER’İ domine edecekleri hakkında kendilerine o kadar fazla güvenmiyorlar. Kıbrıslı milyarderler arasında şimdi artık Kıbrıslırumlar’dan çok Kıbrıslıtürkler de vardır. Bu, egemen sınıftan Kıbrıslırumlar için şoke edici birşeydir.
Böylece ne yazık ki DİSİ’nin elitinden pek çok üye, çözüm karşıtlığına doğru kayıyor. Özellikle Leymosun’da oluyor bu – ki burası son dönemde gerçek sermayenin ve ekonominin belkemiğine dönüşmüştür.
Lefkoşa’nın geride kalması da bu duruma yardımcı olmamıştır.
Lefkoşa’daki elitlerin bir bölümü hala çözüm istiyor ancak bunlar da gün geçtikçe zayıflıyorlar...
(Bu makaleyi 10 ay önce kaleme aldım. Bu makalenin hala DİSİ’nin ve genel olarak yüksek ve orta sınıfın özellikle 2012 sonrasında neden bir çözüm için istekli olmadığı hakkında iyi bir açıklama getirdiğine inanıyorum...)
(Emilios Emmanuel’in makalesini İngilizce’den Türkçe’ye çeviren: Sevgül Uludağ – Yenidüzen – 24.5.2021)
50. Orhan Kemal Roman Armağanı, ‘Aile Mezarı’ kitabıyla Herkül Millas’ın...
Yazar Orhan Kemal’in ailesi ve Everest Yayınları’nın birlikte düzenlediği Orhan Kemal Roman Armağanı’nın yeni sahibi Herkül Millas oldu. Millas, “Aile Mezarı” adlı romanıyla ödüle değer görüldü.
Nazım K. Öğütçü, M. Nuri Gültekin, Çimen G. Erkol, Adnan Özyalçıner, Tahir Şilkan, Yıldız Ecevit ve Seray Şahiner‘den oluşan seçici kurul bu yıl 55 eseri değerlendirdi. Ödülü Herkül Millas’a değer bulan seçici kurul gerekçesini şöyle açıkladı:
“Uzun yıllardır zorlu politik, ideolojik ve tarihsel koşullarda halklar arasındaki dostluğu öne çıkaran ve yakın tarihte izler bırakmış acılarda insani trajedilerin benzerliklerini ele alan Herkül Millas’ın Türkiye’den ayrılmak zorunda kalan İstanbullu Rumları konu edinen ‘Aile Mezarı’ romanını, bugün hâlâ yakıcı bir sorun olan farklılıklarla bir arada yaşama konusunu canlı gözlemlerle ve etkileyici bir anlatımla birleştirmesi; bu konuyu, ötekileştirme ısrarı, önyargı, çokkültürlülük gibi evrensel meselelerle iç içe geçirerek başarılı bir şekilde işlemesi ve aidiyet tartışmasının nesilden nesile nasıl dönüştüğünü, ailenin farklı görüşler arasındaki gel-gitlerini gösteren bir dramatik kurgu ile anlatması nedeniyle ve yazarın bugüne kadarki yapıtları ve birikimini göz önünde bulundurarak…”
Herkül Millas’a ödülünün ileri bir tarihte takdim edilmesi planlanıyor.
Herkül Millas hakkında
1940’ta Ankara’da doğdu. 1971’e kadar İstanbul’da yaşadı. Feriköy Rum ilkokulundan sonra orta, lise ve üniversiteyi Robert Kolej’de (bugün Boğaziçi Üniversitesi) okudu ve inşaat mühendisi oldu.
Türkiye İşçi Partisi’ne katıldı (1962), askerliğini Muş’ta çavuş olarak yaptı ve 1968-1970 yıllarında mühendis olarak çalıştı. 12 Mart 1971’den sonra Atina’ya yerleşen Herkül Millas, on beş yıl zemin mühendisi olarak Yunanistan, Bahreyn, Katar, Endonezya’da görev aldı. Suudi Arabistan’da kendi araştırma şirketini kurdu. Millas, bu yıllarda Türkçe ve Yunancadan karşılıklı 20’den fazla şiir çevirisi yaptı.
1990-1995 yıllarında Ankara Üniversitesi’nde Çağdaş Yunan Dili bölümünün kuruluşunda çalıştı ve dil ve edebiyat dersleri verdi. Bu yıllarda Siyasal Bilgiler’de siyaset bilimi dalında yüksek lisans ve doktorasını tamamladı (1998).
1999-2010 yıllarında Yunanistan’da ve Türkiye’de çeşitli üniversitelerde dil, edebiyat ve siyaset tarihi dersleri verdi. Herkül Millas’ın tarih yazımı, siyaset bilimi, edebiyat, dil, kimlik, okul kitapları, ulusal algılamalar ve Türkiye-Yunanistan ilişkileri konusunda çalışmalar yaptı. Bu konuda 10’dan fazla kitabı ve pek çok makaleyi kaleme aldı.
1992’de Abdi İpekçi Barış (özel) ödülüne, 2004’te Yunan Yazarlar Birliği’nin Dido Sotiriu ödülünue, 2005 yılında Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Düşünce ve İfade Özgürlüğü ödülüne değer görüldü.
Evli, iki oğul ve dört torunu sahibi olan Millas,gençliğinde atletizmde Türkiye 100 metre birincisi oldu (1962), 2016 ve 2019 yıllarında masterler kategorisinde 100 metre ve yüksek atlamada Yunanistan birincisi oldu.
Millas’ın “Aile Mezarı” romanı 2020’de Doğan Kitap tarafından okura sunuldu.
Aile Mezarı
Aile Mezarı başlıklı roman hakkında ise şöyle deniliyor:
“İstanbul’dan Atina’ya göçenlerin ve kalanların trajikomik hikâyesi...
Bu hikaye tek bir kişi hakkındadır. Ama hep olduğu gibi süreç içinde pek çok yan karakter biçiminde ortaya çıkıyor. Ayrıca ‘aile’ye ait olmayan başkaları da var kitapta: Terpsihori, babası ve eşi Zaharias; adının anlamı erdem olmasına rağmen dedikoducu olan Areti; piyano dersleri de veren Matmazel Lianopulu; patrikhanenin avukatı İason; Ayasofya yeniden kilise olmadığı için hiç evlenmemiş Artemis; Lenin’e karşı savaşmış Rus Feodor ve Nikolai kardeşler; şarkı söyleyen iki İspanya Yahudisi; bir Ermeni kadın. Ve Türkler: yazar tarafından çok sevilen Ali Bey, adına rağmen hiç adil olmayan Adil Bey, çok iyi insanlar olan Nuriye ve oğlu Hasan. Öykümüz açısından daha az önem taşıyan ama herkes kadar hakka sahip olması gereken başkaları da... Benim dünyam yani!” (www.edebiyathaber.net – 21.5.2021)
ÖZDEMİR İNCE NE DİYOR?
“Aile Mezarı”yla ilgili olarak CUMHURİYET gazetesinde Özdemir İnce de “Aile Mezarı ve berisi” başlıklı makalesinde 6.10.2020’de şöyle yazmış:
“Herkül Millas 1962 yılında atletizmde 100 metre Türkiye şampiyonu idi.. 2016 ve 2019 yıllarında ise ihtiyarlar arasında 100 metre ve yüksek atlamada Yunanistan birincisi oldu.
1940 yılında Ankara’da doğdu. İlkokulu Feriköy Rum İlkokulu’nda; orta, lise ve üniversiteyi Robert Kolej’de (Boğaziçi Üniversitesi) okudu ve inşaat mühendisi oldu. Türkiye İşçi Partisi’ne üye oldu. Askerliğini çavuş rütbesiyle yaptı. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Yunanistan’a göçtü.
***
1978 yılında Demir Özlü aracılığıyla Atina’da tanıştık. Ben Ritsos’un peşindeydim; o Kavafis ve Seferis’in ham çevirisini yapmıştı. Emeklerimizi birleştirdik, üç şair üzerine yıllarca çalıştık ve Kavafis ile Seferis’in bütün şiirlerini Türkçeye kazandırdık. Bu arada Ritsos’tan da birkaç kitap çevirdik. Ben olmasaydım Herkül kendi çevirilerini yayımlayabilirdi. Ortaklığımızda onun emeği çok daha büyüktür. Gene çekinmeden yazabilirim: Kavafis, Seferis ve Ritsos’tan yaptığımız çeviriler dünyanın en iyi çevirileridir.
***
Herkül Millas’ın Ocak 2020’de Aile Mezarı (Doğan Kitap) adlı yazınsal bağlamda müthiş bir romanı yayımlandı. Kutlarım, gönendim. Kitabın kapağına ve künye sayfasına baktım çevirmen adı yok. Türkçe yazmış. Yandı ki yandı. İlkin romanının baş kahramanı İliç (Lenin’in İliç’i) lakaplı Adonis bozulacak bu işe. Kitabı Türkçe yazdığı için, Türk dilinin ve edebiyatının hapishanesine girdiği için. Bir de “Türkçe Edebiyat” zırvasını kullanan budalalar bozulacak bu işe.
***
Evrensel teamüllere (geleneklere) ve kurallara göre bir “yazar”ın yazar kimliğini yazdığı dil saptar. Konuştuğu dil saptamaz; ırkı ve etnisitesi saptamaz. Genetik bilimine göre ırk ve etnisite diye bir şey yoktur; varsayımsaldır (farazidir). Gen test sonuçlarına göre kendini yüzde yüz Türk sanan biri yüzde 40 Grek çıkabilir. Bunun tersi de kesinlikle olabilir. Günümüzün her insanı bir genler harmanıdır ve en azından 10-15 gen kaynağı vardır.
Bir vatandaşın aidiyetini kimlik belgesi ve pasaportu gösterir. Lakin bir yazar için kimlik belgesi ve pasaportu onun yazdığı dildir. Herkül Millas türkofon edebiyata da girmez. O ve ben, çağdaş Türk edebiyatının üyeleriyiz, yazarlarıyız. Kendisi de böyle düşünüyor. Anlayana!
***
Evrensel kural ve gelenekleri doğrulayan ve beni haklı çıkarkan bir başka örnek var: Bir Nefes Gibi romanı Can Yayınları (Temmuz 2020) tarafından yayımlanan Ferzan Özpetek. Bu romanı Neval Barlas İtalyancadan Türkçeye çevirmiş. Buna göre, Türk (Türkiye) kökenli Ferzan Özpetek hem İtalyan ve İtalyan edebiyatı yazarıdır, hemi de film yönetmenidir. İstedikleri kadar Türk, İtalyan ve uluslararası yargıya gitsin bizim budalalar, sonuç değişmez. Ferzan Özpetek İtalyanca yazmasının nedenlerini açıklıyormuş, açıklamalar beni ilgilendirmez. Yazınsal açıdan çok hafif romanını epeyce başarılı çeviriden okuyorum.
***
Herkül Millas’ın kaç okka çektiğini elbette çok iyi bilirim. Karısı Evi’yi, iki oğlunu bilirim. Torunlarını henüz görmedim. 6-7 Eylül fetih seferinin barbarlarından kurtulan ve yıllar sonra Atina’da bana hediye edilen kumaşla kendime ceket diktirdiğimi de siz bilin.
***
Herkül Millas romanının anafikrini tartışmıyor, romanın kahramanlarını da tartıştırmıyor. Okullarda öğrendiğimiz gibi her romanın gizli ya da açık bir anafikri vardır. Bu anafikir romanda tartışılırsa, bu türden romanlara güdümlü (angaje) roman denirdi. Şimdi “savgüden” deniliyor.
Herkül Millas’ın kitabı böyle bir roman değil. Romanın sorunsalı “vatan” kavramı; “anavatan” da değil. Vatan nedir, ne değildir? Roman kahramanlarının konuşmalarından (tartışmalarından değil) çıkardığım sonuç: “Vatan insanın karnın doyduğu yer” değildir. Bunu kesinlikle anladım.
***
Tanımı belirsiz ve epeyce karışık vatan kavramını aydınlar, elitler arasında değil, sıradan olduğu kabul edilebilir roman kahramanları tartışıyor. Bir bakıma soyut olan kavram epeyce somutlaşmış gibi oluyor ama bereket versin “vatan karnının doyduğu yerdir” bezirgânlığına varmıyor. Ancak, doğduğu topraklardan kopmuş (kopartılmış), din ve dil birliğine kavuştuğu topraklarda ise kök salma duygusundan yoksun kalan “İliç” Adonis ortak aile mezarlığından bir vatan yaratmak istiyor ama bunun da önünde bir yığın saçmalıklar var…
***
İroni sanatı anlatı sanatının salçası, tuzu ve biberidir: Herkül’ün romanında usulüne uygun nispette var. Kitabı okurken tuhaf bir mutluluk hissettim.”