“Bir başlangıç noktası olarak Soykırım” başlıklı, Lefkoşa’da ara bölgede Dayanışma Evi’nde, 8, 9 ve 10 Aralık 2023 tarihlerinde Tarihsel Diyalog ve Araştırma Derneği AHDR tarafından düzenlenen ve Kıbrıslı eğitimcilerin eğitimini içeren üç günlük atölye çalışmalarında yaptığım bir sunumu okurlarımla paylaşmak istiyorum bugün... Bu sunumu, fotoğraflar eşliğinde bir power-point sunuşu olarak Kıbrıs’ta “kayıplar” ve “toplu mezarlar” konusunda yapmıştım 10 Aralık 2023 tarihinde... Katılımcılar, Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum öğretmenlerdi ve onlara gelecekte öğrencilerinin eğitiminde yararlı olabileceğini düşündüğüm çeşitli konularda bilgilendirmiştim... Bu sunuşumdan notlarımı okurlarımla da paylaşmak istiyorum... Özetle şunları aktardım Kıbrıslı genç öğretmenlerimize:
“HAYATLAR FELÇ OLUYOR...”
*** Aileden birisi “kayıp” edildiğinde, geride kalan herkesin hayatları tümüyle felce uğrar... Özellikle eşleri ya da çocukları “kayıp” edilmiş olanların hayatı mahvolur. Son 23 seneden beridir “kayıplar” konusunda yürütmekte olduğum araştırmacı gazeteciliğim esnasında, bunun çok dramatik örnekleriyle karşılaştım...
*** Genellikle kocası “kayıp” edilmiş bir kadının evini ziyaret ettiğinizde, ilk farkettiğiniz şey, genellikle evin çok temiz ve tertipli olduğudur. Neden? Çünkü eşler, kocalarının hayatta olduğuna ve her an geri geleceklerine inanıyorlardır ve bu nedenle onlar için herşey hazır bulunmalıdır. Bu konuda karşı karşıya kaldığım en çarpıcı örneklerden biri, 1974’te eşi ve oğlu “kayıp” edilmiş olan bir kadının öyküsüydü... Komikebir’den göçmen olarak ayrılmaya da zorlanmıştı. Leymosun’un Ayios Athanasios göçmen bölgesinde, küçük bir göçmen evciğinde hayatını sürdürmekteydi..
İKİ BAVUL DOLUSU GİYSİ...
*** 1976 yılında Komikebir’deki evinden zorla kovulan Panayota hanım, eşinin ve oğlunun tüm giysilerini, pantolonlarını, gömleklerini, atletlerini, iç çamaşırlarını, potinlerini, çizmelerini, çoraplarını, kravatlarını ve hatta oğlunun çocukken oynadığı oyuncakları da beraberinde getirmişti Leymosun’a... İki bavul içinde saklıyordu bazı giysileri – bu bavulları 1974’te hazırlamıştı – eşi ve oğlu Galatya’da savaş esiri olarak tutulmaktaydı, onlar geri gelir gelmez, bu bavulları alıp birlikte gideceklerini düşünerek bu iki bavulu hazırlamıştı.
*** Eşinin ve oğlunun potinlerini ve çizmelerini de yanında getirerek elbise dolabının altına yerleştirmişti – bunları boyayıp cilalamaktaydı, içlerini de gazete kağıtlarıyla doldurmuştu ki şekilleri kaçmasın, döndükleri zaman giyecekleri şekilde, potinler ve çizmeler de bu iki “kayıp” insanı bekliyordu. Dolabın kapağını açıp bana ve beraberimizdeki Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum ressamlara göstermişti bunları – bu ressamlar, “kayıplar” ve toplu mezarlar hakkında resim yapacaklardı ve “Gerçeğin Rengi” adlı bir sergi açacaktık... Panayota hanımın evini de ziyaret etmiştik – genç ressamlara, bir “kayıp” yakınının nasıl yaşadığını, neler hissettiğini, o uzun, ızdırap dolu, acımasız bekleyişi göstermek istemiştim. Nitekim ressamlarımızdan biri, dolabın altına sıralanmış, içi gazete kağıdı doldurulmuş, pırıl pırıl boyanıp fırçalanmış bu potinlerin ve çizmelerin resmini çizecekti sergimiz için...
“KAYIP” OĞLU İÇİN BİR EV SATIN ALIYOR...
*** Aradan yıllar geçmiş, biricik kızı Hristina evlenmiş ve o küçük göçmen evciğinden ayrılmıştı – bunun üzerine Panayota hanım kaygılanmaya başlamıştı. Evet küçük göçmen evciği vardı, eşi geri geldiğinde birlikte yaşayacaklardı bu evcikte – ve evet, kesinlikle eşinin geri döneceğine inanmaktaydı... Peki ya “kayıp” oğlu ne olacaktı? O geri geldiğinde, nerede yaşayacaktı? Çok sıkı çalışarak gitti ve “kayıp” oğlu için bir ev satın aldı – böylece oğlu geri döndüğünde, bu yeni evde hayatını kurabilecekti... Ne yazık ki hem oğlu, hem de kocası, Galatya gölünde kurşuna dizilerek öldürülmüşlerdi ve gölde bir toplu mezara gömülmüşlerdi... Panayota hanımın çok değerli kızı, çok sevdiğim arkadaşım Hristina’nın ve Galatya’dan çok değerli bir ailenin yardımlarıyla bu toplu mezar yerini Kayıplar Komitesi’ne gösterecektik, kazılması için de yıllarca mücadele edecektik. Nihayetinde bu toplu mezar kazıldığında, toplu mezarda altı “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanlar bulunmuştu – bunların ikisi de Panayota Hanım’ın kocası ve oğluydu... Onlardan geride kalanları alarak defnedecekti...
GÜLMEYİ UNUTMUŞTU KADIN...
*** Gömü yerinin kazılması için aradan yıllar geçmiş, bulunan kalıntıların kimliklendirilip Panayota Hanım’a geri verilinceye kadar da zaman geçmiş ve o zamana kadar Panayota Hanım’da demans belirtileri başgöstermeye başlamıştı... Yaşlanmıştı, yıpranmıştı ve 1974’te eşi ve oğlu “kayıp” edildikten sonra çok değerli arkadaşımız Mustafa Gürsel’in da işaret ettiği gibi, gülmeyi unutmuştu bu kadın... Onlar defnedildikten sonra da zaman zaman defin töreni aklından çıkıyor ve kızı Hristina’ya onlar hakkında sorular sormaya devam ediyordu... Birkaç sene sonra da hayata gözlerini yumdu, kızı Hristina Pavlu Solomi Patça’nın düzenlediği cenaze törenine Panayota hanımın Komikebir’den köylüsü Kıbrıslıtürkler de, biz de katılarak mezarına çiçekler koymuştuk... Panayota hanım şimdi huzur içerisinde uyusun, eşi ve oğlunun geri dönmesini o kadar uzun süre beklemiş, onlar için o kadar çok mücadele etmişti ki...
“OĞLUM GELECEK, ELİYLE TOPLAYACAK MEYVALARI...”
*** Beni çok etkileyen bir diğer “kayıp” yakınının öyküsünü de paylaşmak istiyorum. Bu “kayıp” yakını, bir Kıbrıslıtürk kadındı ve oğlu “kayıp” edilmişti 1963’te... Torunlarına, ağaçlardan meyva kesmeyi yasaklamıştı çünkü oğlu geri döndüğü zaman, portokalları ve mandarinleri kendi eliyle ağaçlardan kesebilmeliydi...
Oğlu 31 Aralık 1963 tarihinde Lefkoşa’nın dışında durdurulan bir arabadan alınıp “kayıp” edilmişti – arabada üç Kıbrıslıtürk daha vardı. Daha sonra da kafasının arkasına yakın mesafeden sıkılan bir kurşunla öldürülecek ve Litrodondas’ta bir toplu mezara gömülecekti, öldürülen diğer üç Kıbrıslıtürk’le birlikte... O gün, nişanlısına geri dönmeye çalışıyordu ve araba Kıbrıslırum yetkililer tarafından durdurulmuş, bu dört Kıbrıslıtürk arabadan alınarak “kayıp” edilmişti. Sevgili anneciği oğlunun akibetini araştırmak için herşeyi yapmıştı – düzenli olarak diğer “kayıp” yakınlarını ziyaret ediyor ve onların da eşlerinden ya da oğlularından bir haber alıp almadıklarını soruyordu. Hatta Beyrut’taki falcılara bile gitmişti, belki oğlunun nereye kaybolduğunu bilebilirler diye... 1974 yılına kadar oğlunun geri döneceği, bir savaş esiri olarak Cikko Manastırı ya da hapishanede tutulduğu, serbest bırakılacağı ve gelip ağaçlardan o meyvaları toplayacağı umudunu taşımıştı... Onun “kayıp” edildiği günden sonra artık o evde Yılbaşı kutlanmayacaktı... 1974’ten sonra artık oğlunun geri dönmeyeceğini anladığında o büyük düşkırıklığı içinde birkaç sene sonra vefat edecekti...
KAYIT ALTINA ALDIK...
*** Bunlar yakını “kayıp” edilmiş olanların nasıl acı çektiğini, hayatlarının felç olduğunu ve sonsuz bir ızdırap içinde nasıl beklediklerini gösteren pek çok örnekten sadece ikisidir... Bu konudaki araştırmacı gazeteciliğim boyunca sayısız örnekle karşılaştım ve her birinin gerçek hayat öyküsü çok değerlidir, bu yüzden bunları kayda geçirmeye çalıştım ayrıntılı biçimde ki gelecekte, belki birileri çıkıp da bunları değerlendirir, yeniden yakınlaşma yönünde bu ortak acımızı gerek eğitimde, gerekse edebiyatta, sanatta kullanabilir diye...
“KAYIP” YAKINLARININ ORTAK ÖRGÜTÜ...
*** Zaman içerisinde yakınlarının geri dönmeyip de aradan seneler geçmesinden sıkılan pek çok Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum “kayıp” yakını işi kendi ellerine almaya çalışacaklar ve yakınlarının akibetini bizzat kendileri araştırmaya çalışacaklardı... Aynı zamanda başka başka “kayıplar” için de uğraş vereceklerdi. Böylesi “kayıp” yakınlarıyla karşılaştım ve hatta onlara “Birlikte Başarabiliriz” adlı bir dernek kurmalarında da yardımcı oldum, kardeşi 1974’te “kayıp” edilen Hristos Eftimiu’yla birlikte... İki toplumlu kayıp yakınları ve savaş mağdurları örgütü “Birlikte Başarabiliriz”i babası, annesi, kızkardeşi hala “kayıp” olan (yalnızca “kayıp” erkek kardeşinden geride kalanlar bulundu) Maria Yeorgiadu’yla, babası ve kardeşi 1974’te “kayıp” edilen Hristina Pavlu Solomi Patça’yla, tüm ailesi Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamında EOKA-B’ciler tarafından 1974’te öldürülen Hüseyin Rüstem Akansoy’la birlikte oluşturduk. Bu dernekte ayrıca tüm ailesi bazı Kıbrıslıtürkler tarafından Palekitire’de (Balıkesir) 1974’te öldürülen Petros Suppuris, babası 1974’te Yalusa’dan “kayıp” edilen ve kalıntıları 11 Kıbrıslırum’un gömüldüğü Galata Gölü’ndeki toplu mezarda bulunan Spiros Hacınikolau da vardır. (Galatya’daki iki toplu mezar yanyanaydı ve birinde 11 Kıbrıslırum, diğerinde de 6 Kıbrıslırum öldürülerek gömülmüştü). Bu derneğin kurucuları arasında Ali Esendağlı da vardır ki onun da babası, amcası, ninesi ve diğer akrabaları 1974’te Petrofan köyünde bazı Kıbrıslırum faşistler tarafından öldürülerek kuyulara gömülmüşlerdi... Yine Andreas Sizinos’la birlikte çalışmaktayız “Birlikte Başarabiliriz”de – onun da babası Çatoz köyünün girişinde yedi diğer “kayıp” Kıbrıslırum’la birlikte öldürülerek bir toplu mezara gömülmüştü... Bu “kayıp” yakınları ve savaş mağdurları, iki toplumlu “kayıp” yakınlarının oluşturduğu tek iki toplumlu derneğin omurgasını oluşturdular ve birlikte çalışarak olası gömü yerlerini bulmaya çalıştılar, çalışıyorlar... Ayrıca pek çok okulu ve köyü ziyaret ederek öğrencilere ve ahaliye barış ve yeniden uzlaşmaya ancak birbirimizin acılarını anlayarak, hissederek, empati duyarak ulaşabileceğimizi anlatıyorlar...
ACILARINI PAYLAŞIP BİRLİKTE UĞRAŞ VERİYORLAR...
*** Bu oluşum o kadar özgün birşeydir ki gücünü, aktivist üyelerinin kendilerini “kurbanlaştırmaktan” vazgeçip başka insanların da acılarını anlama yönünde büyük bir adım atmalarından alıyor – bunun da ötesinde bu insancıl ve duyarlı konuda birlikte hareket edebiliyorlar ve Kıbrıs’ta bir barış kültürünün inşasına katkıda bulunuyorlar... Onları birlikte, aynı sahnede gören öğrenciler çok şaşırıyor ve sorularıyla, gözlemleriyle, yorumlarıyla, ilk kez böyle birşeyle karşılaştıklarını belli ediyorlar... Bu son derece güçlü birliktelik, onları izleyen hemen herkesi çok etkiliyor ve bu insani konuyu daha derinden hissetmelerine yol açıyor...
Hristina Pavlu Solomi Patça ve Hüseyin Rüstem Akansoy, Muratağa'daki toplu mezarda...
Hristina, kayıp kardeşinin potinlerini genç ressamlara gösterirken...
(Devam edecek)