Kıbrıs’ın “köpekbalıkları...”

Sevgül Uludağ

“Bunlar tıpkı köpekbalığı gibidirler” derdi Kallis, elinin bir hareketiyle köpekbalıklarının sağa ve sola doğru manevra yapmalarını taklit ederek...

“Paranın kokusunu alıp gelirler” diye sürdürürdü sohbetini...

Neredeyse tüm hayatı boyunca “kayıplar” konusunda hem Kıbrıslıtürk, hem de Kıbrıslırum “kayıp” yakınlarına hizmet vermiş olan, bir zamanların Kayıplar Komitesi yetkilisi rahmetlik Ksenofon Kallis’in “köpekbalıkları”ndan kastı, uğrunda gerçekten çaba göstermeden, bu yüzden hak etmedikleri halde “güç”, “statü”, “yurtdışı gezisi” ve “tanınmışlık” gibi çıkarlar elde eden, hakları olmayan paraları “kazananlar”dı... Kıbrıs sorununu kullanarak elde ediyorlardı tüm bunları ve Kallis de onlara “köpekbalığı” diyordu...

Kallis’in sözünü ettiği “köpekbalıkları” her yerdeydi: Yalnızca resmi komitelerde, hükümet binalarında, kamuda, yarı-kamu kurumlarda değil, aynı zamanda çeşitli “sivil toplum örgütleri”ndeydiler – bunlar insancıl konularda bir sese ihtiyaç duyanları sözde “temsil” etmekteydiler...

Çevremizde o kadar çok örnek vardı ki ve sürekli de bu örnekler çoğalmaktaydı... Ancak Kallis bir bakışıyla, birkaç cümleden “olası şüphelileri” derhal tanıyor ve o şahsın aslında neyin peşinde olduğu hakkında kesin bir fikri oluyordu...

“Bu adama dikkat et” diye uyarıyordu beni, “o bir köpekbalığıdır... Böylesi insanlar çok “akıllıca” davranırlar ve “güç” neredeyse onun kokusunu alıp peşine düşerler – şu veya bu şahısla “arkadaşmış” gibi davranırlar... Her yere sokulurlar, herkesle “ahbap” olurlar sözümona... Herkesle ahbaplık kurarlar çünkü gelecekte bir gün bunlardan herhangi birine ihtiyaç duyduklarında, orada bir tanıdıkları olsun isterler... Bak bu adam da böyledir... Saraydan çıkmaz, kilise koridorlarını aşındırır, sivil toplumdan herkesi tanır... Her bir etkinlikte başrolde gibi davranır... Sürekli insanların peşine düşer, onlarla yakınlaşmaya çalışır... Bir gün ihtiyaç duyarsa diye bunları biriktirir... Onunla konuş ama çok dikkatli ol çünkü o bir köpekbalığıdır” diyordu, tanışmış olduğumuz bir kişiyle ilgili olarak...

KIBRIS SORUNUNUN “KÖPEKBALIKLARI”...

Kallis’in sözünü ettiği “köpekbalıkları”, yalnızca “kayıplar” konusunu kullanmıyorlardı, aynı zamanda “çıkarlar” edle etmek üzere “Kıbrıs sorunundan” da nemalanıyorlar ve bir tür “içerili şahıs” haline gelmeye çalışıyorlardı... Çok iyi tanıdığımız bu tür insanlar, Kıbrıs’taki diplomatik topluluğa yapışan sülüklere dönüşüyorlardı... Birleşmiş Milletler ve BM Kalkınma Örgütü UNDP ile Avrupa Birliği yetkililerinin çevresinde dolanıyorlar, bunların her etkinliğinde, her resepsiyonunda mutlaka hazır bulunuyorlar, şu veya bu konuda yabancılara “tavsiyeler” veriyorlar ve yabancı diplomatların şu veya bu “ihtiyacını” karşılayacak ve Kıbrıs’ta “anlamlı şeyler yapmakta olduklarını kanıtlayacak” çeşitli etkinlikler düzenliyordı. Kurnaz biçimde Kıbrıs’taki yabancı diplomatlar topluluğuna – ki buna BM ve AB ve her kimi düşünürseniz onlar da dahildi – “hizmet” veriyorlardı... Böylece sözkonusu diplomatlar da dışarıya yönelik raporlarını kaleme alırken, gösterebilecekleri “hoş” şeyler koyabilirlerdi oraya ki bu da onların diplomasi merdivenini tırmanmalarına ya da elde etmek istedikleri her neyse bu alanda, onu elde etmelerine yardımcı olabilecekti...

SEMİNERLER, RÖPORTAJLAR, ATÖLYE ÇALIŞMALARI, PODCASTLAR...

Böylesi insanlar BM ve diğer yabancı diplomat topluluğunun neye “ihtiyacı” varsa, o konuda seminerler, röportajlar, podcastlar, atölye çalışmaları gibi etkinlikler düzenliyorlar ve böylece bu bölünmüş adada “anlamlı şeyler yaptıklarını” ortaya koymalarına yardımcı oluyorlardı. Kallis bu tarz “etkinlikler” için “Bu bir endüstridir! Bir endüstriye dönüştürdüler bu işi” diyordu... Geriye dönüp baktığımda, Kallis’in neden bu tür “etkinlikler”e çok derin bir kuşkuyla baktığını, neden onlara hemen hemen hiç katılmadığını, katılsa bile bunun pek ender ve ince eleyip sık dokuduktan sonra katıldığını şimdi çok daha iyi anlayabiliyorum... Kallis bu tarz şeyler için “bunu bir endüstriye dönüştürdüler... Milyonlarca dolarlık bir endüstri!” diyordu...

Barış ve yeniden uzlaşma etkinliklerine karşı çıkılabilir mi? Elbette böylesi etkinliklere karşı çıkılamaz ancak “köpekbalıklarının” etkinlikleri hiçbir zaman gerçek hayata, bölünmüş adamızın iki tarafında yaşayan insanların gerçek ihtiyaçlarının yanından bile geçmiyordu, ancak da bunları organize edenlere ve onların çok dar çevrelerinin çıkarlarına hizmet ediyordu...

GERÇEK SİVİL TOPLUMU DIŞLAMAK...

Gerek Birleşmiş Milletler, gerekse adamızdaki yabancı diplomatik topluluklar böylelikle gerçek sivil toplum hareketlerini kendi etkinliklerinden otomatik olarak “dışlamış” oluyorlar, ancak bu tür “köpekbalıklarına” şov yapma, Kıbrıs sorununun kendini kullanarak ve bazan da buna eşlik eden “fonlara” da ulaşarak yalnızca kendilerine çıkar sağlamalarına yol açıyorlardı... Elbette bu adada barış etkinlikleri yapılması kimseye zarar vermez ancak böylesi etkinliklere gerçekte kimler katılıyor? Gerçekte kimleri temsil ediyorlar? Hangi kesimleri?

Örneğin 1970’li yıllardan bu yana işbirliği yapmakta olan adamızın her iki tarafından sendikalar, böylesi BM ve yabancı diplomatik toplulukların etkinliklerinden tümüyle dışlanmış durumdadırlar...

FON YOKSA DAVET DA YOK!

Böylesi çevrelerden herhangi bir “fon” almayanlar ancak kendi etkinliklerini kendi ceplerinden karşılayanlar, etkinlikleri için dış fonlara bağımlı olmayanlar, HİÇBİR ZAMAN bu resepsiyonlara ve seminerlere davet edilmiyorlar, böylece sesleri de bu tarz etkinliklerin yer aldığı “ara bölge”nin girişinde pratikte “öldürülüyordu”... Dıştan – örneğin Avrupa Birliği’nden – çeşitli vesilelerle adaya gelenlerle de bu tür örgütler asla tanıştırılmıyor, sadece “fon” başvurusu yapıp “fonlardan yararlanmış sivil toplum örgütleri”, bu tür buluşmalara davet ediliyordu...

“Fon” başvurusu yapmayan sivil toplum örgütleri ve sendikalar geniş bir ağ kurup kendi etkinliklerine Birleşmiş Milletler, AB ve yabancı diplomatlar topluluğunu davet ettiklerinde, buna da katılmıyordu bu yabancılar. Katılmaları son derece enderdi. Çünkü eğer onlara fon vermemişseniz, o zaman raporlarınızda “barış için eylem” ve “ilerleme” olarak onları örnek gösteremeniz de düşünülemezdi! Ve “köpekbalıkları” sağlam duruyordu, devamlılıkları vardı – toplumlarımızın gerçek ihtiyaçları doğrultusunda doğal biçimde hareket edenler “görnmez” kılınırken, “köpekbalıkları” dayanıklılıklarını ve hesaplı kitaplı hallerini sürdürüyordu. Elbette BM, AB ve yabancı diplomat topluluklarının esas amacı bu değildi, olamazdı ancak davranışlarıyla bunu sağlamaktaydılar...

ANCAK FON VARSA, ETKİNLİK OLUYOR...

Çok ilginç bir örnek vardı, bir şahıs hayatı boyunca hiçbir zaman, hiçbir iki toplumlu etkinlikte asla yer almamıştı... O, “kariyer” yapmakla meşguldü, bir yüksek öğrenim kurumunda dersler veriyor, adım adım ilerliyordu... Ancak öyle bir an geldi ki en üst düzeyde bir politikacıya danışman oluverdi... Sözkonusu politikacı sahneden çekilince ise bu şahıs aniden “fonlanmış iki toplumlu etkinlikler”e girişti ve bunu Kıbrıs adasındaki yabancı diplomatik toplumun tam desteğiyle yapmaya girişti... Hiç kimsecikler bunun bütünlüğünü, geçmişi ve “barış etkinlikleri” yapmak üzere güzel fonlar almasını sorgulamadı bu şahsın... Bu, Kıbrıs’ın trajik yüzüydü – ancak “fon varsa”, “barış etkinliği” yapanlara olanak sağlayan trajik yüzü Kıbrıs’ın... Kimsenin umurunda bile değildi, kimse de bu durumu sorgulamıyordu, böylelikle Kıbrıs’ta “köpekbalıkları”, dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi varlıklarını sürdürmeye devam ediyorlardı... Bu şahıs tek örnek değildi, onun gibi “barış ve yeniden yakınlaşma etkinliklerini” ancak “fon varsa” yapan pek çok örnek mevcut adamızda...

ÇİRKİN MAKALELER...

Böylesi bir diğer “köpekbalığı” da barikatlar açıldığı zaman takma isimle bir gazetede çok çirkin makaleler yazan bir şahıstı... Sağcı bir gazetede takma bir isimle köşe yazıları yazan bu şahıs, 2003’te barikatlar açıldığı zaman bir dizi yazı yazarak adamızın güneyine “süslenip püslenip” geçen Kıbrıslıtürk kadınların, “kendi kendilerini pazarlamaya gittikleri” yönünde çirkin saldırılarda bulunacaktı Kıbrıslıtürk kadınlara... Bu iğrenç makaleler üzerine bazı Kıbrıslıtürk kadın örgütleri, takma isimle yazılar yazan bu “köşe yazarını” protesto etmişler ve sonuçta o sağcı gazete, bu şahsın yazılarını durdurmak zorunda kalmıştı... Ama bu şahıs yerinde mi durdu? Yoook... Bir süre sonra AB, adamızın kuzeyinde bazı etkinlikler yapacağı zaman, bu etkinlikleri ona ait bir yerde yapmaya karar vermişlerdi... AB’nin bu etkinliklerini kuzeyde organize edenlere ise bu şahsın Kıbrıslıtürk kadınlara yönelik çirkin saldırıları hatırlatıldığında, “bu konuyu bilmediklerini” söyleyerek hiçbir şey olmamış gibi etkinliklerini ona ait bir yerde yapmayı sürdürdüler... Elbette tek örnek bu şahıs değil – “fon” verenler, hiçbir zaman “fonladıkları” şahsın “bütünlüğüne, dürüstlüğüne” vs. bakmıyorlar... Alan da memnun, veren de... Çünkü maalesef burası Kıbrıs... Ve mecburen böylesi “köpekbalıkları”yla birlikte yaşamaya zorlandığımız yer burası işte...

KENDİ İHTİYAÇLARINA YÖNELİK GÜÇ TUTKUSU...

Bir diğer “köpekbalığı” ise, AB fonlarına ulaşmak maksadıyla “Kıbrıs sorununun” çeşitli yönlerine dair “araştırma” ve “çalışma” yapmak üzere bir değil, birkaç örgüt kuran bir şahıstı... Onu iyi tanıyorduk... Aslında sözkonusu olan “para” ve “fonlara ulaşma”nın ötesindeydi çünkü bu paraya özünde ihtiyacı yoktu... Gerçi her zaman bu fonları en çok alanlar, en az ihtiyacı olanlardır, bu da ayrı mesele ama bu şahsın esas derdi “güç” ve o gücü kendi ihtiyaçları ve ilgi alanlarına göre elde edip kullanmaktı... Bunun anlamı nedir? Bunun anlamı, gerçekten ihtiyacı olanların bu “fonlar”dan mahrum bırakılması, böylece güçlenerek seslerinin duyulmasının önlenmesidir... Bu da Kıbrısımızın acı bir gerçeğidir... İhtiyacı olan değil, ihtiyacı olmayanlar, başka maksatlar için elde ediyor bu “fonları”...

“HAVAİ FİŞEKLER...”

Yıllar içerisinde pek çok “köpekbalığı”yla karşılaştık, yalnızca “insani konularda” ya da “Kıbrıs sorununda” değil, düşünebileceğiniz her konuda da... Kallis bunların bazılarına “havai fişek” diyordu... “Bak, bunlar ortaya çıkıyor, bir parıltı yaratıyor, havai fişek gösterisi gibi büyük bir gösteri yapıp insanı büyülüyorlar ancak nihayetinde geride hiçbir şey kalmayacaktır... Bu havai fişeklerden kendini koru” diye tavsiyede bulunuyordu bana...

Bir keresinde böylesi bir “havai fişeği” sınamaya karar vermişti. Ona, “Git şunu, şunu yap... BM’ye şöyle bir mektup yaz, filan ofise git ve şöyle bir araştırma yap vs.” gibi bir “ödev” vermişti kendisine... Tahmin ettiği gibi hiçbir şey çıkmamıştı bu işten... Sözkonusu “havai fişek”, üzerinde çalıştığımız insancıl “kayıplar” konusundan kişisel bir “çıkar” elde edemeyeceğini anladığı için, göründüğü gibi ortadan kaybolmuştu...

Böylesi “köpekbalıkları”ndan biri de benimle temasa geçerek elindeki materyali bana göndermişti... Başlangıçta onun bir “köpekbalığı” olduğunu anlamamıştım... Ancak bir süre sonra bana telefon ederek “birlikte bir kitap yazmak üzere fonlara başvurmamızı” istedi. Bu arada kaleme aldığı öykülerin gerçeğe değil “kurgu”ya dayandığını anlamıştım... Ona, zaten kaleme almakta olduğum öyküler için herhangi bir “fona” başvurmayacağımı söyleyince geldiği hızla gitmiş ve bir daha da ondan herhangi bir ses çıkmamıştı... Bu şahıs ilk değildi, son da olmayacaktı. Onun gibi pek çok Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum bana yanaşarak “kayıplarla ilgili kitap yazmak veya belgesel çekmek üzere fonlara başvurmamızı” veya “tüm materyalimi kendilerine vermemi, kendilerinin bu materyalle uluslararası fonlara başvuracaklarını” söylüyorlardı, her birine red cevabı verince de hepsi de ortadan kayboluyordu... Yıllar içerisinde bu tarz pek çok insanla karşılaştım... Bunun manası nedir? Birkaç kişi değildir bunlar, adamızın her iki tarafı da bu tür çıkarcılarla doludur...

Elbette “Burası Kıbrıs’tır (“This is Cyprus!”)” ve her zaman “köpekbalıkları” olacak... Ancak köpekbalıklarının yanısıra bu adayı daha iyi bir yere dönüştürmek için tüm kalpleriyle, gönüllü ve insancıl biçimde çalışanlar da olacaktır... İlginç olan adadaki yabancı diplomatik topluluğun, bu topraklarda insaniyet için gönüllü biçimde çalışan gerçek insanların kalbine dokanmak yerine, böylesi “köpekbalıkları”ndan “hizmet” almaya hazır olmalarıdır...


Salvador Dali'nin 1936 tarihli Sonbahar Yamyamlığı başlıklı tablosu...