“Kıbrıs’la kurduğum aidiyet temalarımı seçerken belirleyici olur”

Daha önce pek çok karma sergiye katılan sanatçı Hasan Zeybek, ilk kişisel sergisini ‘Taş / Çiçek’, ismi ile Art Rooms’da açtı. Retrospektif niteliğindeki bu sergi, 2008 yılından günümüze sergilenmeyen pek çok eseri gün yüzüne çıkarıyor.

Simge ÇERKEZOĞLU

Daha önce pek çok karma sergiye katılan sanatçı Hasan Zeybek, ilk kişisel sergisini ‘Taş / Çiçek’,  ismi ile Art Rooms’da açtı. Retrospektif niteliğindeki bu sergi, 2008 yılından günümüze sergilenmeyen pek çok eseri gün yüzüne çıkarıyor.  Kişisel sergi açmak için uzun zaman bekleyen sanatçı kendi algısı üzerinden görselleştirdiği eserleri ile sanatseverlerin karşısına çıkarken, bende bu kadar uzun bekleyişe değmiş duygusu yaratıyor. 

Akdeniz Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümünde aldığı eğitimin ardından, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesinde tamamladığı Yüksek Lisans eğitimi ile, 2014 yılında adaya dönen Hasan Zeybek, doktora eğitimini Yakın Doğu Üniversitesi’nde tamamladıktan sonra şu anda eğitim bakanlığına bağlı orta eğitim kadrosunda Görsel Sanat öğretmeni olarak çalışmaya devam ediyor. Eğitimine dair en önemli detaylardan biri ortaokul eğitimini Lefkoşa’da Güzel Sanatlar Ortaokulunda alma şansına sahip  son öğrencilerden biri olması … Dünyada ender bulunan Güzel Sanatlar Ortaokulunun kapatılması da elbette yaşadığımız kültürel kayıplardan önemli bir tanesi…     

Eserlerinde her zaman Kıbrıs’a adaya dair temalar öne çıkaran sanatçı, her ne kadar ‘Adadan’ ilham alsa da, bununla evrensel değerler ve olgulara ulaştığını anlatırken, ilk tanıştığımız 2014 yılından bu yana da bu şekilde çalıştığını anımsatıyor. 

“Tüm sanatsal yaşamım boyunca Kıbrıs ile kurduğum aidiyet bağı sanatsal ifademde son derece belirleyici bir rol oynamıştır. Sanat, benim için içe doğru gerçekleşen bir serüven, yüzlemşe, bir çeşit varoluş ve kavga alanıdır. Kendimi estetik ve görsel olarak ifade ederken her zaman Kıbrıs ile kurduğum aidiyet bağı konularımı, temalarımı seçerken belirleyici olur. Gerek mezuniyet projem, gerek 2014 yılındaki karma sergide ele aldığım temalar olsun  mekan,kimlik, aidiyet, göç, hatıra gibi kavramlar benim için hep üzerinde durduğum kavramlar oldu. Kıbrıs Adası ile kurduğum bağ, özgün tecrübelerim bu olgularla ilişkiler kurmamı sağladı.

 

“Beşparmaklar renk ağırlıklı bir ifade  süreci ile içsel yüzleşme halini anlatıyor”

Sergiye dair detaylar veren sanatçı, bu sergide imza attığı Beşparmaklar serisi ile beni çok etkiliyor. Serginin en beğendiğim serisi farklı skaladaki renkleri ve  Beşparmaklar imgesi oluyor. 

“Sergimde üç temel ayrım var. Bir tanesi sizin de çok beğendiğiniz Beşparmaklar. 2010 yılından bu yana Beşparmak Dağları ile ilgili çalışmalar yürütüyorum. Fakat özel olarak son üç yıldır bu sergiye özel on yağlı boya tabloyu Beşparmak teması ile oluşturdum. Bulunduğumuz coğrafya içinde Beşparmaklar Kıbrıs için son derece tanımlayıcı, anıtsal bir imaj. Bu nedenle ortaya koyduğum eserlerde bu imajı kulanmayı tercih ettim. Dağlarla 2010 yılında çalışmaya başladığımda Arkadya olarak adlandırdığım bir tema ile yola çıkmıştım. Arkadya; geçmişe bir özlem, geçmişi yitirilmiş bir cennet gibi algılayan toplumsal hafıza ve algı ile ilgili bir temaya dayandığından bahsetmiştim. Bu kez komposizyonlarda ilk intibada çıkış noktası Beşparmak imgesi  olsada renk odaklı  ve farklı renk skalasıyla ortaya konulmuş içsel çalışmalar sergilenmektedir.. Bunlar tamamen Beşparmak imgesi üzerinden adım attığım Kıbrıs’la kurduğum aidiyet bağının renkler üzerinden kırmızı, turunculardan, mavilere dönen bir renk süreci ile içsel yüzleşme halini yansıtıyor. Benim için son derece önemli. Dış dünyanın imaj ve imgelerini kullansam da bütün bunlar kendimi tanıma, bilme ve ilişki kurma adına kendi iç dünyamla ilgili yaratım sürecinin somutlaşmış halleridir. Dolayısıyla benim için önemli olan daha başarılı teknikle resim yapmaktan çok kendimi olabildiğince ifade edebilmektir. Yoksa kompozisyonlarda, renk seçimlerinde daha estetik, daha  güzeli yakalamak gibi bir kriterim yok. Hedefim kendi aidiyetimde hisettiğimi  olduğu gibi görseleştirebilmek… Verdiğim mücadele de bu yönde.”

Her zaman bir imaj üzerinden yola çıkan Hasan Zeybek bu durumu şöyle izah ediyor.

“Tabii ki her zaman bir imajdan yola çıkıyorum. Picasso diyor ki   ‘Fontainebleau  ormanında yürüyüşe çıkarım yeşil bütün ruhumu cezbeder, yeşil hazımsızlığına uğrarım ve bu duygu benim resim yapmak dolmuşluğumu -hazımsızlık duygusundan kurtulmak    için vesile olur’. Dolayısı ile sadece Beşparmak imgesi de kendimi ifade etmem bir vesilem bir için çıkıştır.” 

Sergide enstalasyonlara da yer veren sanatçı kullandığı eşek kafası imajıyla dikkat çekiyor. Bu tema da bana doğrudan adayı hatırlatıyor.

“Enstalasyonlara baktığımızda tel, çivi,  tuval, kafa tası var.  Eşek kafası Kıbrıs ile sembolik bir ilişki kuruyor. Yakın Kıbrıs tarihinde yaşanan trajik olaylarla da ilişki kuruyor. Aidiyet, göç kavramı ile de ilişki kuruyor. Tuval dediğimiz nesnenin kendisi benim için ontolojik bağlamda bedendir, makandır, sanatçının zihnindeki düşünceleri  görselleştirme ve somutlaştırma imkanı bulduğu  bir mekandır. Dolayısı ile ontolojik boyutta tuval nesnesinin atıl malzeme olan çivilerin ilişkilendirilmesi ruhumuzda yaşanan bu gerilimle de ilgilidir. Bu trajediyle de ilgilidir. Bedensizlik, evsizlik, göç kavramlarına sanat eserinin kendi bünyesinde beden kılma eylemidir diyebilirim. ”

“Yaşanmışlıkların izinin yıpranmış şekilde belleğimizde durduğunu gösteriyor”

Aynı zamanda ağaç ve farklı portrelerin de yer aldığı sergide ilginç detay portrelerin hiçbirinin yüzünün olması… Yüzün olmaması olarak ifade ettiğim bu durumu, Zeybek çok daha güzel ifade ediyor tabii…

“Ağaç da yine göç kavramı ile ilgili. 2010 yılından kalan bir seri. Bu seriyi özel koleksiyon olarak yaptım. Portreler de ilk kez sergileniyor. Yine aynı dönemlerde yapılmıştı. Tanımlanmış insan figürleri değil bunlar. Gözleri olmayan, portreler. Gözleri yok. Arada kalmış, kimliksiz, yüzleşme hali ile ilişkili. Arada fotoğraf ve dijital medya çalışmaları da var. Yıpranmış taş yüzeyi üzerinde ağaç imgesinin sinematografik şekilde yedi kareden oluşan görselini görüyoruz. Ağaç görüntüsünün giderek  netleşmesi, somut hale gelmesi ve daha sonra yeniden dağılarak kaybolması. Burada mavi, kırmızı ve sarı renklerin kullanılması  Kıbrıs ile ilgili sembolik anlamları barındırıyor. Burada da belleğin, hatıranın, yaşanmışlığın zihne gelişi ve dağılışı veya bir yaşamın süreci ile ilgili döngüsel bir var.  Sergide dört adet tuvalden oluşan bellek olarak adlandırılmış çalışmam var. Duvar yüzeyi üzerinden yola çıkılarak bir hatıranın zihnende canlanması ve dağılması. Bir yaşamın süreci ile de  ilgili bir durum bu. Kat kat duvarların altında kalan boyaların yüzeye çıkması, üst üste binen farklı boyalar. Hafıza ve höyük katmanları gibi.  Yaşanmışlıkların, izinin yıpranmış şekilde belleğimizde durduğunu gösteriyor. Soyut çalışmalar da bunlarla ilgili bir serinin kesitleridir.”

Tabii serginin ismini de konuşuyoruz. İlk kişisel sergisine Taş ve Çiçek ismini veren sanatçı bu seçimini şöyle izah ediyor.

“Taş ve Çiçek, iki dolaylarında bebeklerin zihinsel gelişiminde kavramlar ve dil gelişimi ile  konuşma gelişimi başlar. Benim ilk kulladığım sözel ifadeler de bunlarmış. Biri sert kaba bir nesne, diğeri güzel ve kırılgan. Burada da ikilem var. Tıpkı Kıbrıs adası gibi. Yakın tarihe baktığımızda yaşanan trajik olaylar var, oysa ada aynı zamanda cennet gibi bir yer. Dolayısı ile bu sergide tüm süreç benim özgün, bireysel ifade ve algım üzerinden şekillendiği için. Sözel olarak kullandığım bu sözcükleri ada ile birleştirdiğimizden dolayı serginin isminin bu şekilde olmasını anlamlı bulduk.”    

Daha çok hangi malzemelerle, nasıl çalıştığını sorduğumda ise malzemenin aslında kendisi için hiçbir önemi olmadığını anlıyorum. Sanatçının çabası kendini en doğru biçimde ifade etmek. Bunun için suluboya da kullanırmısın diye sorduğumda, elbette cevabını alıyorum. 

Benim için öneli olan duygu ve düşünceyi en iyi biçimde ifade edecek kaynak materyal ne ise onu kullanıyorum. Bu bir enstalasyon da olabilir, yağlı boya tablo da. Materyalin hiç bir bağlayıcılığı yoktur. Önemli olan duygunun en iyi şekilde, sanatçının ruhundaki gibi ifade bulmasıdır. Eserin meydana gelişi, bedeni olamayan duygunun veya içsel- zihinsel görünün somutlaştırılma sürecidir. Zaten bu sergi bağlamında  enstalasyon, yağlı boya ya da  fotoğraflardan oluşan mix media işler hem tema hem de estetik olarak belli bir bütünlüğü ifade etmektedir. 

Son olarak sözlerimi tamalarken Artrooms bünyesinde bu sergiyi gerçekleştirmeme yardımcı olan herkese, serginin kuratörlüğünü üstlenen ve ortaya koyduğum çalışmaları en iyi şekilde sergileyebilmek için günlerce özveri ile çalışan Oya Yaşarcan Sibery’e  herzaman desteğini esirgemeyen eşim Ressam Nilüfer İnandım’a ve oğlum Mustafa Zeybek’e teşekkürlerimi sunarım.

Röportaj Haberleri