Josef Solomo Andreu, Aya Marina (şimdiki adıyla Gürpınar) doğumlu Kıbrıslı bir Maronit… Onunla aslında 1963’te Aya Marina’da Kıbrıslıtürkler’in hayatını kurtaran amcası Maronit papaz Andreas Frangu’yla ilgili bilgi almak için buluşmuştum. Ancak Josef Solomo Andreu bana bu olayı anlatmakla kalmadı, aynı zamanda Kıbrıslı Maronitler’in saklı tarihine ilişkin çok geniş bilgiler de verdi… Josef Solomo Andreu’yla röportajımızın devamı şöyle:
JOSEF SOLOMO ANDREU: Şunu söylemeyi unuttuk: 1845 yılında Maronitler, Osmanlı Sultanı’ndan bir ferman almışlardı. Fermanda, “Maronitler artık Ortodoksluğa ait değillerdir, Maronitler artık Lübnan’da yaşayan kendi Patrikleri’ne ve Başpiskoboslukları’na aittirler” deniyordu. 1686 yılında da böyle bir ferman almayı denemişti Maronitler, Fransız Konsolosu İstanbul’a padişahı görmeye gittiğinde, ondan bunu istemişti… Osmanlı Sultanı da Fransız Konsolosu’na, “O Maronitler da kimdir?” diye sormuştu. “Sizin imparatorluğunuzda yaşayan insanlardır” demişti konsolos. Sultan da, “Olmaz!” demişti. Neden? Çünkü Osmanlı Sultanı’nın tüm çevirmenleri Rum Ortodosklar’dan oluşuyordu – bunlardan birisi Mavroportados, İtalya’da öğrenim görmüştü ve Katolikler’e karşıydı… O nedenle Osmanlı Sultanı, Maronitler’e ferman vermeyi reddetmişti o zaman. 1845 yılında Sultan, Maronitler’e neden istedikleri fermanı vermişti? Çünkü 1821 yılında Yunanlılar Osmanlılar’a karşı isyandaydı, Kıbrıs’taki Rumlar da Yunanlılar’a yardım ediyordu, bunun üzerine Başpiskobos Kiprianos ve diğer papazları yakalayıp asmışlardı Kıbrıs’ta. O zaman Maronitler’e özgürlük tanımanın adada dengeyi sağlayabileceğini düşünmüşler ve bunun üzerine bu fermanı vermişlerdi nihayet…
Maronitler’in Başpiskobosu çok uzun yıllar aradan sonra, 160 yıl kadar falan sonra ilk kez bizleri Kıbrıs’ta ziyaret edebilmişti böylece. Çok ama çok uzun yıllar boyunca hiçbir Başpiskobos Kıbrıs’taki Maronitler’i ziyaret etmemişti. Bu uzun yalnızlık yılları boyunca da Ortodoks Kilisesi’ne Maronitler’e ait kiliseleri ve malları zaptetme fırsatı tanınmıştı…
SORU: Aya Marina’da (Gürpınar) Kıbrıslıtürkler’in hayatını kurtarmış olan amcanız, Profiti İlia Kilisesi Papazı Andreas Frangu, sizi alıp Lübnan’a götürmüş ve sizi papaz yapmaya çalışmıştı…
JOSİF SOLOMO ANDREU: 1962 yılındaydı, amcam babama yardımcı olmak istiyordu çünkü çok yoksul bir aileydik, altı çocuktuk – amcam beni Lübnan’a götürmek ve böylece evde yedirecek bir boğazın eksilmesini istiyordu babam için… Bana kendisi gibi papaz olmam için Lübnan’a gitmeyi önerdi amcam. Tabii o yaşta Lübnan’ın nerede olduğunu bile bilmiyordum.
SORU: O zaman “Lübnan” olmuştu yani Lübnan…
JOSİF SOLOMO ANDREU: Evet, 1948’de “Lübnan” olmuştu… Amcama “Bu Lübnan da nerededir?” diye sordum. O da bana “Çok uzak değil, denizden gidince oralardadır” dedi. “Ama sen uçakla gidecen oraya” dedi. Ben uçağı duyunca, “Evet, giderim!” demiştim! Hatırlarım bana iç çamaşırları almıştı, ona “Bunlar da ne? Benim zaten şortum var!” demiştim… “Yok, bunlar şort değildir, bunlar iç çamaşırıdır” demişti. O zamanlar iç çamaşırının ne olduğunu bilmiyorduk… 28 Ekim 1962’de gittik Lübnan’a, 11 yaşındaydım. Oraya gittiğimde bir adam beni aramıştı ve manastıra götürmüştü. Dağdaydı bu manastır ve manastırın okulları da vardı…
Hemmena’daki St. Antonius Manastırı’ydı bu… Daha sonra hatırlarım kış geldi ve çok kar yağdı… Donuyordum çünkü Kıbrıs’ta kar yoktu ki bizim yaşadığımız yerde! Bu yeri çok beğenmiştim çünkü çok meyva çeşitleri vardı, kirazlar, muzlar, elmalar, kayısılar… Kormacit’te hiç böyle meyvalar görmemiştik, buraya hayran kalmıştım…
SORU: Kormacit’te neler yerdiniz?
JOSEF SOLOMO ANDREU: Portokal yerdik, karpuz yerdik, kavun yerdik… İki sene burada kaldım, sonra beni Juni’ye götürdüler – buradaki okul da bu manastıra aitti. Gittiğim okullarda Fransızca ve Arapça öğreniyordum, Aramik de öğreniyordum… Latince ve İngilizce de öğreniyordum… 1966’da keşişlik için öğrenim görüyordum iki yıllığına – 1968’de yemin edecektim keşiş olmak için. Böylece keşiş oldum – keşişlerin ettiği bir yemin vardır, dünyevi şeylerden uzak duracaklarına dair – hep bakire kalacaksın, kiliseye hep itaat edeceksin ve hiçbir zaman paran olmayacak, herşey manastıra ait olacak. Böyle bir yemindi.
Ben fikrimi değiştirdim, o yemini etmedim ve keşişliği bırakıp 1971 yılında Lübnan’dan ayrılıp Kıbrıs’a geldim, iş aramaya. Babam çok öfkelenmişti, neden papazlığı bıraktım diye… Babam beni reddediyordu, o kadar öfkelenmişti… Babama “Bir köpeğin var, ona kemik atıyorsun, bana da bir kemik at, kapında bekleyeyim” demiştim babama… Babam ağlamaya başlamıştı ve sonuçta beni kabul etmişti. İş bulmaya çalıştım, bulamadım, Rumca’yı da unutmuştum… O günlerde Rumca bilmezsen, iş bulamazdın. Altı aylığına bir otelcilik kursuna giderek Mağusa’da (Maraş’ta) çalışmaya başladım. 1974’tü bu, birbuçuk ay çalışabilmiştim ve işgal oldu, Türkler geldi… 1 Ekim 1974’te Kıbrıs’tan ayrıldım. Mağusa’dan gemiyle Mersin’e gittim… Mersin’den taksiyle Adana’ya gittim, oradan uçakla Beyrut’a gittim. Beyrut’ta 1975’te iç savaş başlayınca kendi aralarında oradan ayrıldım Fransa’ya gittim. İngiltere vizesine başvurmuştum – annemin kardeşi, dayım bana kefil olmayı reddetmişti, kendisi İngiltere’de yaşıyordu. “Yanıma gelecek, para isteycek” diye düşünüyordu herhalde.