“Kıbrıslı olmak ne demek?”

Sevgül Uludağ

BASINDAN GÜNCEL…

Kiriakos Kiliaris

Gazeteci, blog yazarı ve fotoğrafçı Naile Natalie Hami Kıbrıslıtürk bir baba ile İrlandalı bir annenin çocuğu. Natalie 1984 yılında adanın güneyindeki karma köy Bodamya’da doğdu. Babası Hüseyin 1960’lı yıllarda çatışmalardan kaçmak isteyen ailesiyle birlikte Londra’ya göç etmişti. Natalie’nin annesi Connie’yle orada tanıştı. 1978 yılında Kıbrıs’a taşınıp orada evlenme kararı aldılar.

Bodamya’ya döndüklerinde Kıbrıslıtürkler’in çoğunluğu iki toplumlu çatışmalardan dolayı köyü çoktan terk etmişti.

Natalie’den Bodamya’dan biraz bahsetmesini istedik. Karma bir köy sayılmasına rağmen 415 nüfuslu Bodamya’da, 2001’de yapılan nüfus sayımına göre, şu anda sadece 50 Kıbrıslı Türk yaşadığını söyleyen Natalie, eskiden köyde yaşayan Kıbrıslı Türklerin bir kısmı 1963-64 yıllarındaki ikinci çatışma döneminde, bir kısmı da 1975’te nüfus mübadelesi sırasında köyden ayrıldığını ekledi. “Kıbrıslıtürkler köyü terk etmeden önce sayıları Kıbrıslırumlar’ınkinden fazlaydı. 1960 yılında yapılan bir nüfus sayımına göre, o dönemde köyde 319 Kıbrıslıtürk yaşarken Kıbrıslırumlar’ın sayısı 220’ydi” şeklinde konuştu.

“Ailem köyde kalanlardandı” diyor Natalie.

“Bu köy tam 18 yıl boyunca evim oldu. Şu anda hayat dolu olan başkentimizde yaşamaktan gurur duymakla beraber kendimi her şeyden önce Bodamyalı hissediyorum”  diye ekledi.

 Natalie “Bodamya ile ilgili bilgi eksikliği beni her zaman düşündürmüştür. Herkes Larnaka ilçesinde BM kontrolü altında bulunan Pile’yi günümüz Kıbrıs’ının tek karma köyü olarak bilirken, neden köyümü bilen yoktu? diye soruyordum.”

Natalie “Annemin bir teorisi var. Ona göre, Bodamya köyünün varlığı kasten “gizli” tutuluyor. Köyün “gizli” tutulması adanın iki tarafındaki liderliklerin işine yarıyor olabilir. Böylece adanın her iki tarafındaki halk, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar’ın onlarca yıldır hâlâ bir arada sıkıntısız yaşadıkları bir köyün varlığından ve Kıbrıslıtürk ailelerinden bazılarının asla terk etmediği bir yerin varlığından haberdar olmuyor.”  şeklinde konuştu.

Çoğunluğu Kıbrıslırumlar’ın oluşturduğu bir köyde büyümek seni nasıl etkiledi sorusuna ise “Hiçbir zaman farklı olduğumu hissetmedim. Hatta şimdi bile farklı olduğumu hissetmiyorum. Bu, büyük bir ihtimalle, Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk Bodamyalılar’ın yan yana ve iç içe yaşamış olmasından kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Ayrıca bugüne kadar kimse bana “farklısın” demedi. Ben de diğer çocuklar gibi mahallenin çocuklarından biriydim. Sıradan bir Kıbrıslı çocuk.” diye cevap verdi.

Çocukluğunu birkaç dilin (İngilizce, Yunanca, Türkçe) içinde büyüyerek geçiren Natalie kendisini çok şanslı olarak görüyor.

“Evde İngilizce, babaannemle (ve belki de diğer Kıbrıslıtürk akrabalarımla) Türkçe ve geri kalan herkesle Yunanca konuşuyordum” diyen Natalie “Bir zamanlar mükemmel konuştuğum Türkçeyi, ben farkına bile varmadan unutmuştum ama.” Türkçesini unutturan neydi sorusuna Natalie şöyle cevap verdi: “Yıllar geçtikçe anladım ki artık bu dile ihtiyacım kalmamıştı. İngilizce ve Yunanca, daha sonra ise Fransızca, yavaş ama istikralı bir şekilde hayatımı kaplıyordu. On yaşına geldiğimde varlığımın o parçası artık silinmişti. Madem ki herkesle Yunanca ve İngilizce konuşabiliyordum, Türkçeye ne gerek vardı?”

Böylece Natalie 3-4 yıl önce Türkçe’yi yeniden öğrenmeye karar verdi. “Bu ‘Kıbrıslı, hatta Kıbrıslırum ya da Kıbrıslıtürk olmak’ ne demek konusunu sorgulamama sebep oldu. Kimliğim üzerine düşündürdü. Ben güneyde yaşayan bir Kıbrıslıtürküm ama kendimi Yunanca daha rahat ifade edebiliyorum.”

Natali’ye kendisini hangi toplumla özdeşleştirdiğini sorduğumuzda kendisini başta Bodamyalı sonra Kıbrıslı olarak tanımladığını söyledi. “Ben Kıbrıslıları Rum ve Türk olarak ayırmam. Kıbrıslı kimliğimiz ve kültürümüzden gurur duymalıyız, bence.

 Hayatım boyunca kendimi daha fazla hangi toplumla özdeşleştirmiştim? Bütün hayatım boyunca içinde yaşayıp dilini konuştuğum ve geleneklerini öğrenip paylaştığım bir toplumla mı yoksa büyük çoğunluğunu tanımadığım ve dilini hâlâ daha iyi konuşamadığım bir toplumla mı?

Kuşkusuz ki, dil bu konuda ciddi bir rol oynuyor. Bir defasında bir yakınım beni sinirlendiren bir soru sordu: “Dili konuşamıyorsan eğer, nasıl Kıbrıslıtürk olabilirsin?” Sanırım, söylemeye çalıştığı şey dilini konuşamadığım bir ulusal kimliği nasıl sahiplenebildiğimdi.

Belki de en nihayetinde önemli olan kendimi kiminle özdeşleştirdiğim değil kiminle daha rahat hissettiğimdir. Zira Kıbrıslı Kıbrıslıdır. Çünkü iki toplum arasındaki tek fark dildir. Dürüst olmak gerekirse, ‘’kendimi kiminle daha rahat hissettiğim’’ sorusu ‘’hangi toplum beni daha fazla kabul ediyor’’ sorusuna çıkıyor” diye cevap verdi.

 “Kıbrıslırumlar ile Kıbrıslıtürkler’in Bodamya’da yaşadıkları gibi beraber yaşayabileceğine inanıyor musun” diye sordum Natalie’ye.

“Evet, buna inanıyorum. En azından yapabileceğimize inanmak istiyorum. Fakat işimiz zor ve çok çalışmalıyız. Ondan dolayı elimden geleni yapmaya çalışıyorum” diyen Natali Crans Montana müzakerelerinden bir süre önce başlatılan toplumlar arası Unite Cyprus Now inisiyatifine katıldığını söyledi. “O günlerdeki gelişmeler tarafların nihai bir aşamaya varabileceğini gösteriyordu. Ancak öyle olmadı. Müzakereler çöktü ve biz hayal kırıklığı yaşadık. Buna rağmen çabalarımızı sürdürdük.

Liderlerimize güvenemeyeceğimizi anlamıştık. Dolayısıyla toplumları birbirine yakınlaştırmak için çaba sarf etmeliydik. Faaliyetlerimizi Lefkoşa ile sınırlı tutmamaya karar verdik. Çünkü bugüne kadar iki toplumlu faaliyetler pek Lefkoşa dışına çıkmıyordu. Böylece Limasol ve Mağusa’da da açık toplantılar örgütlemeye başladık.”

Natalie sohbetimize “İnşallah iki toplumu birbirine yakınlaştırma çabalarımızla Kıbrıs Sorununda çözüm arayışına katkı koyarız” dileğiyle son verdi.

(Voice of the Island -Kiriakos Kiliaris – 16.11.2017)


 

“Kayıplar Komitesi araştırma görevlileri İsviçre ve Avusturya’da dosyaları inceleyecek…”

 

Kıbrıs Radyo Yayın Korporasyonu RIK’in haberine göre, Kayıplar Komitesi araştırma görevlileri ve teknokratları Avusturya’ya giderek Avusturya’nın arşivlerinde incelemelerde bulunacak. Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nde 1964’te ve 1974’te görev yapmış olan Avusturya askerlerinin arşivlerde bulunan raporlarına bakılacağı anlaşılıyor.

Kayıplar Komitesi araştırma görevlileri Avusturya’dan sonra ise Cenevre’ye giderek burada Kızılhaç dosyalarında inceleme yapacaklar.

Kayıplar Komitesi daha sonra Aralık ayında da New York’a giderek Birleşmiş Milletler arşivlerinde önemli bilgiler içerebilecek olan 970 dosyayı incelemeyi sürdürecek.

RIK’in haberine göre İsveç, Danimarka, Avustralya ve Yeni Zelanda’nın arşivlerinde inceleme yapmak için de Kayıplar Komitesi girişimler yapıyor.

SİGMA’nın haberine göre ise Yunan Savunma Bakanlığı dosyaları da “kayıplar” açısından gözden geçiriliyor…

(RIK)

 


 

Dr. Loizos Loizos, Kufezli dedesini anlattı…
“Kufezli Kıbrıslıtürkler, dedeme ‘Büyük çoban’ derdi…”

Kufez’den iki “kayıp” Kıbrıslırum’un yakını olan Dr. Loizos Loizos, sosyal medya sayfasında yayımladığı yazıda, dedesi Loizis’i anlattı… Dedesi Loizis’e Kıbrıslıtürkler hep “Büyük çoban” derlermiş…

Bu “Büyük çoban” köylüleriyle ve herkesle çok iyi geçinirmiş…

1974’te Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamını gerekçe yapan bazı Kıbrıslıtürkler, Mesarya’da ve Karpaz’da olayla hiç ilgisi olmayan bazı masum ve sivil Kıbrıslırumlar’ı öldürmeye girişmişti. Bundan Dr. Loizos Loizos’un ailesi de nasibini almıştı: Kufez’de yaşayan amcası ve 16 yaşındaki amca oğlunu sözkonusu Kıbrıslıtürkler Kufez’de öldürerek onları “kayıp” etmişlerdi. Mihalis (Haili) Loizos ve oğlu Loizos, 22 Ağustos’ta Kufez dışında öldürülerek “kayıp” edilmişler, ancak yıllar sonra gömüldükleri yer bulunarak defnedilmek üzere kalıntıları ailelerine iade edilmişti.

Dr. Loizos Loizos’un “Büyük çoban” başlıklı yazısını özetle Türkçeleştirdik. Dr. Loizos Loizos, şöyle yazıyor:

“Büyük çoban: Büyükbaba Loizis’e Kıbrıslıtürk köylüleri de, onların çocukları da böyle dermiş… O, Kufez köyünde Kıbrıslıtürk köylüleriyle uyum içerisinde yaşarmış… Bunu bana Kufezli arkadaşım Mehmet Kemal Demiröz anlattı – o da babasını Mayıs 1964’te Mağusa’nın üzücü olaylarında kaybetmişti…

Büyükbabamın eşi doğum sırasında ölmüştü… Kıbrıslıtürk köylülerinden birisinin annesi, oğluna süt annelik yapmıştı…

Bu oğlan çocuğu karma Kufez köyünde Kıbrıslıtürkler’le birlikte büyümüş ve onlarla hiçbir zaman anlaşmazlığa düşmemişti. Şanslı birisiydi, çok çalışıyordu, dürüsttü ve hem Hristiyanlar’ın, hem de Müslümanlar’ın takdirini kazanıyordu… İş arayan ya da yardım isteyen herkese açıktı evi…

Dedemin Kıbrıslıtürk köylüleriyle uyumlu ilişkileri hiçbir zaman, herhangi bir nedenle bozulmadı. Ne 1958’de, ne 1963’te ne de 1974’te – TMT’nin körlemesine intikamlarına karşın bu ilişki bozulmamıştı.

Herkes ona saygı gösteriyor ve ona Loizi Dayı diyordu… Herkes bana büyükbabam ve babamla ilgili güzel şeyler anlatıyor ve nostaljik biçimde onlarla yaşamış oldukları hayatı aktarıyordu… Ve beni başka Kıbrıslıtürkler’e de tanıştırıyorlardı…

1963-64’teki iki toplumlu çatışmalardan sonra, Kufez’de herhangi bir olay olmamasına rağmen köyün Kıbrıslırumlar’ı bir azınlık oldukları için köyü terk etmeye ve komşu Lefkonuk köyüne taşınmaya başladılar.

1974’ten birkaç yıl öncesinde Kufez’de yaşayan tek Kıbrıslırum aile, amcam Mihalis’in, dedem Loizis ve ninem Hacı Eleni’nin ailesiydi…

Yaşlı Loizis, köyün kilisesinden sorumluydu… Mumları yakıyor, azizlerin kutlama günlerinde dualar ediyor ve kendisine kiliseyi temizlemekte yardım eden Kıbrıslıtürk çocuklarına birkaç kuruş veriyordu.

Temmuz 1974’te dedem, ninemle birlikte köyde kalmıştı. Ağustos ayında köyün kutsal eşyalarını toparlayıp bunları ahırda saklamışlardı… Amcam Mihalis ve 16 yaşındaki oğlu TMT tarafından öldürüldükten sonra köyü terk etmeleri emredilmişti – önce Maratovuno’ya (Ulukışla) sonra da Yipsu’ya (Akova) gönderilmişlerdi… Ruhu acıyarak Loizis dedem, ninemle ve yengem Fiyu’yla birlikte Kufez’i geride bıraktı, oradaki yaşamlarını ve ölülerini geride bıraktı… Eylül 1974’te serbest bırakılınca Lefkoşa’ya giderek yerleşti…

Oğluları ve torunlarının korkakça öldürülmelerinin acısını içtiler, göçmen olarak vefat ettiler… Herkes kendi halkının acısını bilir… Ancak bu eski  hatıraları paylaşmak ve geri dönüş için mücadeleyi sürdürmek önemlidir.

Özgür bölgedeki Kıbrıs’ta ninemle dedemin yaşamı ikinci bir testti, sabırla ve onurla atalarının topraklarına dönmeyi ve çektikleri acının artık sona ermesini beklediler.

Ailemin, annemin-babamın, dedelerimin-ninelerimin öteki taraftan insanlarla insani ilişkilerini araştırmayı bir görev addediyorum. Babamın ve ailemin dostlarıyla tanışıyorum, onlarla zaman geçiriyorum, benim oraya dönmemi bekliyorlar… İki toplum arasında yaşanmış olanlara karşın tüm bunları aşmalı ve yeniden birleştirilmiş bir ülkede tekrar birlikte yaşamalıyız…”