Türkiye’nin Kıbrıs adası ile bağlantılı doğrudan çıkarları vardır. Ezelden beri, Türkiye’nin güneyinin güvenliği için Kıbrıs adasının önemli olduğu söylenir. Bölgenin fosil enerji kaynaklarında toplama – dağıtma merkezi olma iddiası ve projesi olan Türkiye için, Doğu Akdeniz’deki doğal gazın AB ülkelerine ulaştırılmasında Kıbrıs’ın kilit rol oynaması Türkiye için büyük bir ekonomik çıkardır. Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’ndeki zengin hidrokarbon yataklarının varlığı da Türkiye’nin iştahını kabartan olgudur.
Türkiye bu çıkarlarını, kendi başına, uluslararası hukuk ile elde edemez, mümkünü yoktur. Bu nedenledir ki uluslararası hukukun ve düzenlemelerin öngördüğü şekilde Doğu Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge haritalandırılmasına katılmamıştır; kendi haritalandırmasını yapıp, kıyıdaş ülkelerin buna katılmasını zorlamaya çabalamaktadır.
Türkiye’nin bu çıkarlarına "Haklarım" diyebilmesi, Kıbrıs adasındaki Kıbrıslı Türkler üzerinden ve zorlama yorumlarla mümkün olmaktadır. Bu zorlama yorumlarda ve "Hak" iddiasında kendisine kolaylaştırıcı yardımı sağlayan kaynak Kıbrıslı Türklerdir. Onlar olmasa, Türkiye’nin hem güney bölgesinin güvenliği, hem de fosil enerji kaynaklarına merkez olma projesi tehlikededir. Yani, Türkiye için Kıbrıs’taki Kıbrıslı Türkler hayati ve ekonomik önem taşımaktadır.
Kıbrıslı Türkler, adadaki varlığına kasteden Kıbrıslı Rumlar nedeniyle, etnik kökenlerinin kaynağı olan Türkiye’ye yaslanan bir siyaset geliştirdi; Türkiye’ye karşı kalenderliği ve kadirşinaslığı hiç terk etmeden… Karşılıklı çıkarlar vardı ve birlikte elde edilmeliydi… Ancak, Kıbrıs Türk siyasetine egemen olan milliyetçi ve para-militer unsurlar Türkiye’nin Kıbrıs’taki taşeronu haline geldi; onlar için de Kıbrıslı Türkler önemli değildi, Türkiye için Kıbrıs önemli idi… Ancak Türkiye’yi yöneten tüm siyasi partilerin ve ideolojilerin bir ve tek Kıbrıs projesi olmuştur: Çıkarlarına tehdit unsuru olan Kıbrıs adasında her nasıl olursa olsun var olmak ve Kıbrıs adası üzerinde "Hak sahibi" olmak. Ve bunun da hiç bir tehlikeye ve tehditte maruz kalmayacağı bir yapıyı Kıbrıs’ta kurgulamak, oluşturmak.
Bunu başarmak, genelde Kıbrıslı Türklere, özelde de onlar arasından yaratılmış "Anavatan Türkiye" sektöründen beslenen taşeronlara güvenerek olamaz; Türkiye’den gidip Kuzey Kıbrıs’a yerleşmiş alevi ve Kürt kökenli Türkiyelilerle de olamaz… Dolayısıyla, Türkiye’yi yönetenler, Kuzey Kıbrıs’a nüfus kaydırmakla yetinmedi, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkleri dünyadan izole etmesini de bir fırsat olarak kullanarak onları ekonomik olarak teslim almak ve baskı kaynaklarını da kurumlaştırmak projelerini de uygulamaya koydu. Türkiye için Kıbrıslı Türkler aslında "Yavru vatan"da yaşayan tehlikeli unsurdu, kendi çıkarlarını teslim edemeyecekleri ama oradaki varlıklarına da ihtiyaç duyduğu ve yaşatmak zorunda olduğu bir topluluktu.
"Anavatan sektörü"nden beslenen yerel işbirlikçiler Türkiye’ye projesini uygulamada vasıta oldu ama Türkiye onlara da güvenmedi; onları, Kıbrıs adası ve Kıbrıslı Türkleri özne tutan gerçekçi siyasetleri yapan Kıbrıs ilerici hareketine karşı kullandı. Türkiye, bunları "Türkiye düşmanı" diye etiketlemeleri için taşeronlarını cesaretlendirdi. Ve Kıbrıs Türk siyasetinin sağ – sol ideolojik yapılanması "Anavatan Türkiye’ciler" – "Türkiye Düşmanları" yapılanması olarak sunuldu; sol siyaset Türkiye düşmanı… İşte bu sonucu yaratan Türkiye siyasileri, siyasi ideolojilerindeki, farklılıklara rağmen, "Kıbrıs Türk düşmanlığı"nda birlikte ve aynı tavırda olmaktan hiç kaçınmadı.
Şu anda Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye düşmanlığından fazla Kıbrıs Türk düşmanlığı vardır. Yedeğine Kıbrıslı Türk siyasileri almış olan Çavuşoğlu’nun tavır ve tarzı da bu düşmanlığın sonucudur. Ve Çavuşoğlu bu tavır ve tarzı ilk sergileyen değildir, sonuncusu da olmayacaktır, eğer Kıbrıs Türk siyasetinin ilerici unsurları «Güç bende» demezse… Evet, Kıbrıslı Türklerin sahip olduğu önem Türkiye için tarifsiz büyüklüktedir. Kıbrıslı Türklerin kalenderliğinin de, kadirşinaslığının da bir sınırı olmalıdır. ‘Omurgalı siyaset’ bu sınırı konuşan siyasettir. Çavuşoğlu’nun Kıbrıs Türk iç siyasetine ayar çekmeye kalkışması, cumhurbaşkanlığı seçimine erken başlanmış diye fetva vermesi, Kıbrıs sorunu çözümünü Türkiye’nin çıkarları üzerinde kurgulayıp Kıbrıslı Türklerin vizyonunu yok sayması ve din eğitimini dayatması Kıbrıs Türk düşmanlığıdır; bunlara tepki vermemek de Kıbrıs Türk siyasetinin omurga sorunu yaşadığı anlamına gelmektedir.
Dağlık Karabağ, pratikte, Ermenistan’ı yönetiyor… O kadar da olmasın ama, Kıbrıs sorununda neyin ne olacağının kararı Kıbrıslı Türklere ait olmalıdır. Kıbrıs Türk siyaseti Kıbrıs adasında olmaktan kaynaklanan gücünü Türkiye’ye karşı sopa gibi kullanmasın ama yokmuş gibi de davranmasın. Dişe-diş, göze-göz değil ama sağlıklı ilişkiler için sınırlar hatırlatılsın. Şantaj değil ama gücün Kıbrıslı Türklerde olduğu hatırlatılsın. Kazmak için lisans verilen hidrokarbonların Kıbrıs adasına ve Kıbrıslı Türklere ait olduğu hatırlatılsın. Garantörlük statüsü Türkiye için çok önemli ama böyle davranan bir Türkiye’nin garantörlüğünün Kıbrıslı Türklere «Bizi bu garantörden kim koruyacak?» sorusunu sordurduğu da Türkiye’ye bildirilsin.
Kıbrıs Türk ilerici hareketinin tüm unsurları, ‘Türkiye düşmanlığı’ etiketini kabullenmeden, yaşanan gerçeğin ‘Kıbrıs Türk düşmanlığı’ olduğunu ‘omurgalı’ durarak Türkiye’ye anlatmalıdır. Yoksa Çavuşoğlu Kıbrıslı Türkler üzerinden esen son fırtına olmaz; Kıbrıslı Türklerin de karnından konuşması son bulmaz.