Kıbrıslı Türk toplumunda hınç ve garaz üstüne

Niyazi Kızılyürek

“Hınç-insanı dürüst açık ve şeffaf değil. Tenha yerleri, gizli yolları, arka kapıları, kısacası gizli-saklı şeyleri sever. Saf olmadığı gibi, son derece kurnazdır da. Kendi güvenliği, çıkar ve menfaatleri her şeyden önce gelir. Yerine göre, sessiz kalmayı, beklemeyi ve unutmayı bilir. Hınç-insanı için kurnaz ve hesaplı olmak, varlığının en önemli koşuludur. Kıskançlık ve intikam hırsı onun için normdur. Kendini “kötü öteki” üzerinden tanımlar. Böyle biri yoksa onu yaratır, çünkü ancak o zaman kendisinin “iyi ve değerli” olduğunu ileri sürebilir.”

“Böyle Buyurdu Zerdüşt’ün” yazarı Friedrich Nietzche böyle buyuruyor...

Başka bir Alman düşünür olan Max Scheler ise, kendilerini ötekilerine eşit sayan ve onlarla kıyaslayan insanlar, gerçekte eşit olmadıklarını anlayınca kin, öfke, garaz ve hınç duygusuna kapıldıklarını söyler. Layık olmadıkları bir konuma itildiklerini, “tıkanıp engellendiklerini” düşünürler ve sahip olmak istedikleri değerlere sahip olanlara karşı hınç duygusuna kapılırlar. Onların sahip oldukları değerleri değersizleştirmeye koyulurlar. Bu yüzden, Scheler hınç kavramını “küçümseyici, değersizleştirici garaz” olarak tanımlar.

Kıbrıs Türk toplumunda “küçümseyici, değersizleştirici garaz” oldukça yaygın bir olgudur. Bunun birden fazla nedeni vardır.

Cemaat olmaktan başlayalım..

Kıbrıslı Türkler “toplum” kavramından çok “cemaat” kavramı ile tanımlanabilirler.  Ve her cemaat gibi, görünüşte Kıbrıslı Türkler de “eşitlikçi” bir topluluk oluşturuyor.

Cemaatin algısında herkes “aynıdır” ve “aynı değere” sahiptir. Herkes kendini her yere ve her mevkie layık görür, herkesle kıyaslama hakkına sahip olduğunu düşünür. Bir zamanlar İstanbul’da “Kıbrıs Hastalığı” olarak da adlandırılan çekememezlik, kıskançlık ve garaz, bireylerin kolektifin dışına çıkmalarına ve farklılaşmalarına tahammül göstermeyen cemaat kültürünün eseridir. “Birbirine benzemek”, “aynı olma” ve “aynı değere sahip olma” saplantısı, sonuç olarak garaza yol açıyor.

Diğer bir neden, Kıbrıslı Türklerin içinde yaşadıkları koşullardır, 1974’ten sonra kurulan patronaj sistemidir. Bir savaş sonucu ve savaşın belirlediği toplumsal koşullarda kapalı bir toplum hayatı sürdüren Kıbrıslı Türklerin kariyer sahibi olmaları, statü ve konum elde etmeleri kendine has özellikler taşır. Sağlıklı bir rekabet ortamı olmadığı gibi, bireysel yetenekler de yeterince dikkate alınmaz. Liyakate dayanmayan atamalar, emek ve çaba sonucu elde edilmeyen kazanımlar herkesin iştahını açıyor. Herkes her şeyi isteyebiliyor. Yapay ortamın yarattığı sahte-eşitlikçi durum içinde herkes her şey olabileceğini düşünüyor. Bu durum, hıncı veya “küçümseyici garazı” körüklüyor. “O kim ki…” diye kurulan cümlelerle herkes herkesi aşağıya çekmek istiyor. “O da bir şey mi...” yaklaşımıyla bütün değerler değersizleştiriliyor. Kısacası, kedinin uzanamadığı ciğere “mundar” demesi gibi bir durum hâsıl oluyor. Bu değersizleştirme sonucunda “hiç kimse kendi köyünde peygamber” olamıyor. “Yiğidi öldürmekle” kalınmaz, “hakkı da yenilir.” Kimsenin hakkı teslim edilmez...

Kıbrıs Türk toplumunda değersizleştirici garazın yaygın olmasının bir nedeni de Kıbrıs sorunudur. Kıbrıslı Türkler açısından Kıbrıs Sorununun “Tıkanma” ve “Engelleme” yarattığı ortadadır. Kendini gerçekleştirme imkânlarının sınırlı olması nedeniyle Kıbrıslı Türkler kendilerini “tıkanmış” ve “engellenmiş” hissederler. Karşıda Kıbrıs Rum toplumu, yukarıda ise Türkiye faktörü vardır. Bu iki aktör arasına sıkışmış Kıbrıslı Türkler çaresizlik ve acizlik duygusu içindedirler. En vahimi de, içine sürüklendikleri durumdan çıkılamayacağı duygusu veya “iktidarsızlık bilincinin” hakim olmasıdır. Bu siyasal güçsüzlük, Kıbrıslı Türkleri hınç toplumuna dönüştüren önemli etkenlerden birdir.

Ayrıca, bu hınç çeşidi hınçların en kötüsüdür. Çünkü “tıkanmış” ve engellenmiş” olduğunuz halde bu duruma başkaldıracak gücünüz yoksa, “zihin kendi kendini zehirler...”

Ve zihin bir kez zehirlenmişse, kişi artık karşısında gördüğü herkesi ve her şeyi çarpıtır, doğru ile yanlışı bir birinden ayıramaz ve giderek sinikleşir, sonunda da nihilizmin batağına saplanır...