Küçücük adanın kuzey yarısı, boyundan büyük dertlerle baş etmeye çalışıyor. Artan suç oranları ve çeşitliliği, toplumsal gruplar arasında gittikçe açılan gelir makası, kamusal hizmetlerden özellikle sağlıktaki imkânsızlıklar ve eğitimdeki eşitsizlikler, konut edinebilmenin orta ve alt sınıflar yani toplumun çok geniş bir kesimi için hayal olması, markete giden insanların temel gıdaya erişmek istediklerinde her gün farklı etiketler ile karşı karşıya kalmaları… Tabi ki içine hapsedildiğimiz karanlık bunlarla sınırlı değil. Yolsuzluk, sahtekârlık, hukuk tanımazlık ve kamusal değerleri har vurup harman savurmak, bu sistemin üzerinde yükseldiği dört bacak.
En kötüsü, Kıbrıslı Türklerin her geçen gün üretimden koparılması. Geçtiğimiz ay narenciyede, içinden geçtiğimiz bugünlerde ise et tedarikine ilişkin hayvancılık sektöründe yaşanan keşmekeş, hem tüketiciyi hem de bu ülkede üreterek var olmak isteyenleri canından bezdirmiş durumda. Görüyoruz ki tek tek hepimize bir şekilde sıra geliyor. Ataerkil ve aşırı muhafazakâr baskılar kadın ve çocukları hedef alıyor, vahşi piyasa koşulları yoksulluğu derinleştiriyor, özel sektör çalışanı örgütlenme ve dolayısıyla hak arama güvencesi olmadan birilerinin iki dudağı arasında al – ver pazarlıklarına kurban gidiyor, gençler ise inatla toprağa saldıkları köklerini eriten politikalar sebebiyle göç yollarına düşüyor.
***
Mevcut teslimiyetçi ‘siyasi irade’, daha eşitlikçi bir toplumsal yapı kurmak ve küçük bir kesimin elinde toplanan maddi gücün geniş bir tabana yayılmasını sağlamak yerine kendisine sunulan yok oluş planını harfiyen uygulamakla meşgul. Açıkçası sorun çözme konusunda beceriksiz olduklarını hiçbir zaman düşünmedim ve buna inanmadım. Tam aksine bu yıkımı hedefliyorlar ve bilinçli bir şekilde hareket ediyorlar. Bu yüzden üretimi güçlendirmeyi ve toplumsal öznelerin, sorunların çözümüne etkin bir şekilde katılmasını sağlayacak demokratik uygulamaları tehlike olarak görüyorlar.
En iyi bildikleri yöntem; manipülasyon ve hedef şaşırtma. Mesela Tarım ve Doğal Kaynaklar Bakanı, günlerdir hayvancı ve üreticiye verdikleri teşviklerden bahsedip, aslında yapılan eylemi anlamsızlaştırmaya çalışıyor. Diğer yandan ise, çarpıtma ustası Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı, emekçilerin çalışırken kullandıkları araçların ne kadar pahalı olduğunu söyleyip, aslında desteğe ihtiyaçları olmadığı algısını pompalıyor. Üretim aletlerinin, ihtiyaç değil de lüks olduğu algısını yaratıyor aklınca! Buna karşın, bir özel şirkete 59 Milyon Euro hediye edebiliyorlar! ‘Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça’. Neye ve kime hizmet ettikleri gün gibi açık.
Bahsedilen yokluk, yoksulluk ve yolsuzluk hepimizi mi etkiliyor? Hayır. Her zaman olduğu gibi balı tutan parmağını yalıyor. Küçük sayılacak ve çoğunluğu yabancı olan bir kesim, ‘bolluk bereket’ içinde hayatını devam ettiriyor. Pek çoğunuz yetersiz sağlık ve eğitim olanaklarıyla ve işsizlikle boğuşurken, başınızı sokabileceğiniz, kümes kadar bir apartman dairesi dahi alamazken, kimileri apartmanın tamamını kapatabiliyor. Hem de bu ülke ile hiçbir bağı yokken, aidiyet bile kurmazken. İktidardakiler de taşınmaz mal edinmeye yönelik oluşan bu dengesizliği azaltacağına arttırmak için yasal alanı daha da olanaklı hâle getiriyor. Yani yine manipülasyon. İnatla ve ısrarla, tıpkı toplumsal varlığımız gibi, gerçeklik algımızı da yok ediyorlar.
***
Nüfus hareketlerinin denetlenmemesi, bir nevi ‘ne olursan ol gel, kayıt dışına düşsen de kal’ mantığı ile yürütülen nüfus politikasızlığı, hem ekonomik krizin derinleşip yoksullaşmayı hızlandırıyor hem de kamusal hizmetlerin sekteye uğramasıyla birlikte güvencesiz kesimlerin artmasına neden oluyor. Buna bağlı olarak da toplumsal gruplar arasında kutuplaşma ve şiddete dayalı sosyal sorunlar yoğunlaşıyor.
Hemen hemen her kesimde yaşanan sıkıntıların, yapbozun parçaları olduğunu kavrayabilirsek, geçmişte yaptığımız hataları tekrar etmeyeceğimize inanıyorum. Her ne kadar uluslararası hukuktan kopuk olsak da, bütün dünyaya yayılan neoliberal politikalardan nasibimizi alıyoruz. Söz konusu yaklaşım beraberinde; siyasete güvensizliği, mücadeleden vazgeçmeyi, kısacası demokratik katılımda isteksizliği getiriyor. Çoğu zaman ortaya atılan belirgin olmayan siyasi çözümler, popülizme kurban olmuş politikacılar ve ideolojilerden ziyade imajların yarıştığı bir show sahnesinde sergilenen performanslar da bu sıkıntıyı pekiştiriyor. İnsanlar seyirci[i] koltuğuna oturup olup biteni izliyor ve gittikçe tepki verme refleksini kaybediyorlar. Bu durum maalesef: ‘Karşı çıksam ne olacak ki? Hepsi zaten aynı’ yaklaşımı ile hareket edip umutsuzluğa kapılmamıza ve bir nevi rahatsızlık duyduğumuz düzene tuğla taşımamıza zemin yaratıyor.
***
İçinde yaşadığımız yapı, Kıbrıslı Türklerin insanca yaşama erişimlerini her geçen gün zorlaştırıyor. Ama bunun tek sorumlusu oyun kurucular ve onların elindeki kuklalar değil. ‘Bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ anlayışının bu denli egemen olduğu bir yerde, tabi ki ‘atı alan üsküdarı geçer’. Keza bir türlü çözülememiş Kıbrıs Sorunu da bu çürümüşlüğün en temeldeki nedeni.
Önemli olan gözlerimize inen perdenin aralanması. Hayvan Üreticileri ve Yetiştiricileri Birliği tarafından üç gündür yürütülen eylem, Kasaplar Birliği’nin de ‘iktidarın’ karşısında, hayvancılar ile yan yana yürümeye karar vermesi ile başka bir boyuta ulaştı. Sadece onların değil, Kamu İş – Kıbrıs Türk Çiftçiler Birliği – KTAMS – EL SEN – Türk Sen gibi örgütlerin de dayanışma göstermesi, mücadelenin geniş bir tabana yayılmasını sağladı.
Netice itibariyle, UBP – DP – YDP gayrimeşru hükümetince hiçbir şekilde muhatap alınmayan eylemcilerin, gittikçe yoksullaşan tüketiciyi de gözeten bir yaklaşımla hareket etmeleri gerekir ki, bu mücadele ağı genişleyebilsin. Acaba bir türlü beceremediğimiz geniş tabanlı toplumsal muhalefeti bu sefer kurabilecek miyiz? Dün akşam yapılan açıklamaya göre, eylemciler ithal et getirme kararının yeniden gözden geçirilmesi için cuma gününe kadar bekleyeceklerini, herhangi bir ilerleme olmazsa kamuda örgütlü sendikaların çoğunluğu ile birlikte genel grev organize edileceğini söylediler. ‘Hükümet’ geri adım atıp kendisi için suyun daha da ısınmasını engelleyebilecek mi, yoksa ne olursa olsun toplumsal muhalefet güçlü bir dalga ile gereken cevabı verecek mi? Göreceğiz.
[i] Fikret Şenses, Küreselleşmenin Öteki Yüzü: Yoksulluk – Kavramlar, Nedenler, Politikalar ve Temel Eğilimler, İletişim Yayınları, s. 333.