“Kıbrıslı Türkler ipleri yeniden eline almalı”

“TC iktidarının Kıbrıs’ın kuzeyini doğrudan doğruya yönetme hevesinin en üst düzeyde olduğunu düşünüyorum” diyen CTP Girne Milletvekili Ongun Talat, Kıbrıslı Türkler olarak yeniden ipleri ele almakla ilgili bir süreç yaşamaya ihtiyaç olduğu vurgusu yaptı.

Fayka Arseven Kişi

CTP Girne Milletvekili Ongun Talat, “TC iktidarının Kıbrıs’ın kuzeyini doğrudan doğruya yönetme hevesinin en üst düzeyde olduğunu düşünüyorum” diyerek “Kıbrıslı Türkler olarak yeniden ipleri ele almakla ilgili bir süreç yaşamaya ihtiyacımız var” vurgusunda bulundu. Talat, “Oradaki anti demokratik, otoriter rejimin buraya ihraç edilme çabası ve bizim yerli işbirlikçiler açısından da bu rejimin ithal edilme sürecini yaşıyoruz” ifadesinde bulundu, tüm bunlara çanak tutanın da yerli iktidar olduğunu söyledi. Yerel Yönetim Reformu ile ilgili tartışmalı sürecin 13 Eylül’de şekilleneceğini de belirten Talat, “karman çorman, ucube diyebileceğimiz bir yasa tasarısı ortaya çıktı. Her halükârda bütün sürecin en geç 13 Eylül’e kadar kesinleşmesi gerekir. Çünkü seçim takvimi doğrultusunda örneğin belediye meclis üyeliklerinin sayılarını YSK o tarihte duyurmak zorunda olacak. Aslında bütün sürecin öyle veya böyle o tarihlerden önce nihayetlenmesi gerekiyor” dedi.

Bu hafta CTP Girne Milletvekili Ongun Talat ile hem TC’nin Kıbrıs’ın kuzeyindeki rolünü, hem de iç siyasette yaşanan gelişmeleri konuştuk.

YENiDÜZEN: Yerel yönetimlerle ilgili tartışmalı süreç devam ediyor. Yaşanan gelişmeler nelerdir?

Ongun TALAT: Bizim en başından beri söylediğimiz şuydu; belediyelerin salt sayıları üzerinden hareket edilecek bir süreç belediye reformu anlamına gelmez. Nitekim sürecin sonunda da ne kadar haklı olduğumuzu gördük. Ad-Hoc komite oluşturulmadan önce kamuoyuna ‘olaylı komite toplantıları’ olarak yansıyan bir komite süreci yaşandı. Olaylı geçen sürecin arkasından bir ortaklaştırma sağlanabilir mi ve bu anlamda bir takım bilimsel verilerle bazı sonuçlara varılabilir mi hedefi üzerinden bir Ad-Hoc komite kurulmuştu. Bu komite hazırladığı raporu sunduktan sonra CTP’nin bir birleştirme olacaksa bunun kriterler üzerinden olması yönündeki görüşün ne kadar doğru olduğunu görmüş olduk. Çünkü bu konunun uzmanlarının verdiği bilgiler doğrultusunda ilgili komite raporu da bu kriterlerin belirlenmesi ile sonuçlandı. Bu komitenin çalışmaları tam sonuçlanmamışken apar topar İdari ve Sağlık İşleri Komitesi gündemine yeniden alındığını ve toplantı çağrısının yapıldığını gördük. Orada amaç ortaya çıkmıştı. Bir biçimde hükümet oyçokluğu ile belediyelerin sayısını komiteden geçirme kararı almıştı. 17-18 saat süren komite toplantısından sonra karman çorman, ucube diyebileceğimiz bir yasa tasarısı ortaya çıktı. Şunu da belirtmek lazım; yasa tasarısının son oylamasında önümüzde yazılı bir metinde yoktu. Çünkü birçok madde tartışılırken o maddelerde o anda el yazısı ile birtakım değişiklikler yaptılar. Onlar üzerinden oylamaya gittiler. Dediğimi gibi metnin bütününün görülebileceği ve onun üzerinden komitenin iradesinin şekilleneceği bir ortam yoktu. Sonuçta böyle bir oylama sonucunda komiteden geçti. Şimdi Genel Kurul gündemine getirilecek. Orada da hükümet oy çokluğu ile geçirme çabasında olacak. Biz CTP olarak şunu söyledik; biz bu meselede yargı yolunu da tüketeceğiz. Çünkü bize göre yasa maddelerinde Anayasa’ya aykırılık içeren birçok husus var. Her halükârda bütün sürecin en geç 13 Eylül’e kadar kesinleşmesi gerekir. Çünkü seçim takvimi doğrultusunda örneğin belediye meclis üyelerinin sayılarını YSK o tarihte duyurmak zorunda olacak. Aslında bütün sürecin öyle veya böyle o tarihlerden önce nihayetlenmesi gerekiyor.

YENiDÜZEN: Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile süreçte ne gibi değişiklikler olur?

 Ongun TALAT: Öncelikle şunu belirtmek lazım; Anayasa Mahkemesi’nin yapacağı inceleme yapılacak başvurudaki ilgili aykırılık iddialarıyla ilgili olacak ve bu çerçevede çeşitli maddelerin Anayasa’ya aykırı olup olmadığını inceleyecek. Burada mahkemenin ne karar vereceği şu an belirsiz. Mahkemenin yerine kendimizi koyarak birtakım yorumlarda bulunmak doğru değil. Yalnızca Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’ya aykırı bulacağı madde veya maddeler iptal edilir. Örneğin; belediyelerin birleştirilmesini düzenleyen maddeyle ilgili Anayasa’ya bir aykırılık görürse o maddeyi iptal ettiğinde o 18 belediye mevhumu ortadan kalkmış olur. Ama o maddeyle ilgili değil başka maddelerle ilgili Anayasa’ya aykırılık bulursa o zaman diğer ilgili maddelerle sınırlı olur Anayasa’ya aykırılık yönünden iptal kararı. Dolayısıyla bunun sonucunu bekleyip görmek gerekiyor, yorum yapabilmek için. Ama bir iptal kararı sözkonusu olacaksa, her halükârda yasanın bütünüyle ilgili ciddi kaotik bir durum oluşacak. Çünkü biliyorsunuz yasa tasarısında sadece belediyelerin birleştirilmesi değil aynı zamanda birleştirilmeden doğacak sonuçlar da düzenleniyor. Örneğin; personelin intibakı nasıl yapılacak? Veya tüzel kişiliklerle ilgili durum nasıl olacak? Çünkü tüzel kişilikler birleştirilecek yerlerde kaldırılacak ve yeni tüzel kişilikler oluşturulacak. Dolayısıyla çok yönlü belediyelerin birleştirilmesi anlamında birçok yönden doğacak sonuçları etkileyecek maddeler olduğu için herhangi bir kritik maddesinin Anayasa’ya aykırı bulunması halinde ciddi bir kaos olacak. Yasa tasarısı da deyim yerindeyse uygulanabilirliğini de büyük oranda yitirecek.

YENİDÜZEN: Seçimden sonra da büyük bir kaos ortamı hakim olacak…

Ongun TALAT: Böyle geniş kapsamlı bir reform sürecinde hazırlık ve geçiş süreçlerinin planlanması gerekir. Bu çerçevede de gördük ki Mart ayında yapılan komite toplantılarında kendilerinden istediğimiz, talep ettiğimiz verileri sunamamışlardı. Aradan 5 ay geçmiş olmasına rağmen bu verilerin yine toparlanıp önümüze sunulamadığını da gördük. Öncelikle belediyelerin mali durumlarının güçlendirilmesiyle ilgili bir iddia ortaya koyuyorsunuz ve diyorsunuz ‘X ve Y belediye bağlanacak. Bundan daha sürdürülebilir bir mali yapı ortaya çıkacak.’ Ancak bu belediyelerin mali yapılarıyla ilgili doğru düzgün veri elinizde yok. Eksik bilgiler var. Olan bilgilerde birçok hatalı nokta var. Sadece mali durumla ilgili değil, envanter ile ilgili de ellerinde yanlış bilgiler var. Bizzat belediye başkanlarının hazır olduğu toplantıda kendilerinin komiteye aktardıkları gibi, hükümet tarafından sunulan veriler gerçek durumu yansıtmıyordu. Personel meselesiyle ilgili olarak da tamamen bir muamma yaratılıyor. Tasarıda bir intibak komisyonu kurulacağı öngörülüyor. Oluşturulacak o intibak komisyonunun yapısı da tartışmalı. Ama bu bir tarafa, personelin durumu ancak o intibak komisyonun yapacağı çalışmalar sonrasında netleşebilecek. Örneğin; iki belediyenin birleşmesi neticesinde yeni kadroların nasıl oluşacağı ile ilgili de bir öngörüleri yok. Komitede bize şunu dediler; nüfus artacağı için doğal olarak bu kadrolar artacak. Dolayısıyla kimse de açıkta kalmayacak. Biz de onlara dedik ki; çok sayıda kadro fazlası durumu yaratacaksınız. Hukuken tartışmalı birçok mesele olacak. Bu anlamda mahkemelere de yansıması muhtemel yeni ihtilaflara sebebiyet verebilecek bir durum yaratıyorsunuz.

Ellerinde bilimsel diyebileceğimiz çalışma neticesinde vardıkları bir sonuç yok. ‘Biz belediye sayısını azaltalım’ diyerek, salt siyasi bir motivasyon ile bunu yaptılar. Çalışmalar sonucunda ortaya çıkan kriterlerin somut duruma uygulanması anlamında da kesinlikle siyasi saiklerle davrandıklarını görüyoruz.

Mesela bir belediyede uyguladıkları kriterleri, başka bir belediyede uygulamadılar. Kriterleri kafalarındaki siyasi şablona uyarlamak dışında bir şey yapmamış oldular. Yalnızca Tatlısu ve Beyarmudu örnekleri bile bunu açıkça gösteriyor. Bizim açımızdan bu süreçlerin doğru yürütülmesinin yolu 28 belediye ile bu seçimlere gidilmesi ve belli bir periyot öngörerek, önce hazırlık süreci dahilinde tamamlanacak hazırlıklar, sonrasında da ilgili uyumlaştırılmaların yapılmasıyla ilgili geçiş süreçlerinin takip edilmesinden geçiyordu. Israrla bundan kaçındılar. Çünkü göstermek istedikleri aslında ‘biz siyasi olarak belediye sayısını azaltmakla ilgili o iradeye sahibiz.’ Bununla ilgili TC’deki iktidara da belli ki bir mesaj vermek istiyorlardı. Zaten bu yasa tasarılarının gündeme geldiği dönemde biliyorsunuz Faiz Sucuoğlu başbakandı. Aslında bunun Sucuoğlu açısından TC iktidarı ile olan ilişkilerini düzeltmek amacıyla kurgulandığını görmüştük. Bu anlayışı şimdi görevlendirilmiş Başbakan diyebileceğimiz Ünal Üstel de takip ediyor. Bu siyasi mesajı gerekli yerlere verebilmek adına sonuçlandırdıkları bir süreç.

YENiDÜZEN: Yeni yasama yılında Meclis’te sizleri, bizleri ne bekliyor?

Ongun TALAT: Gerçekten sürprizlerle dolu bir hükümet. Kabinenin dahi sürekli yeniden şekillendiği dolayısıyla bu anlamda istikrarlı diyemeyeceğimiz bir yapı var. Dolayısıyla her an her şeyle karşılaşabiliriz. Meclis tatile girmeden önceki performansı dikkate aldığımızda ise ekonomik konularla alakalı olarak elini bütünlüklü planlar aracılığıyla taşın altına sokma eğilimini hükümetten beklemiyorum. Belki maliyeye gelir getirme anlamında birtakım çalışmalar yapılıyor. Ama bunlara da baktığımızda hep palyatif tedbirler. Çeşitli anti demokratik düzenlemelerle ilgili de girişimleri de olmuştu. Bu anlayışın da değişmediğini görüyoruz. Örneğin şu an Hukuk ve Siyasi İşler Komitesi’nde Kamu ve Özel Radyo ve Televizyon Kuruluş Yayınlarında Değişiklik Yasası ile ilgili değişiklikler gündemimizde. Bu yeni getirilecek düzenlemelerde yayın ilkeleri kapsamında ifade ve basın özgürlüğünü ciddi anlamda tehdit altına alan düzenlemeler var. Bizim komitemizin gündeminde olan bu yasa tasarısının geçtiğimiz gün ilk görüşmesini de yaptık. Oraya ilgili paydaşlar davet edildi. Yayın Yüksek Kurulu da tasarı üzerinde daha fazla çalışabilmek adına komiteden bir süre talep etti. Çünkü Başsavcılık görüşü de geldi ve bu görüşte de Anayasa’ya aykırılıklar içerdiği hususunda birtakım tespitlerde bulunuldu. Bunun sonucunda ilgili düzenlemelerin hangi noktaya geleceğini göreceğiz ama temel anlayış ‘yayıncılığı nasıl kısıtlarım’ mantığına yaslanıyor. Aynı zamanda şunu da es geçmemek lazım; sivil toplum örgütlerinin, siyasi partilerin, sendikaların yayıncılık yapamamasıyla ilgili düzenleme de içeriyor yeni değişiklikler. Ne noktaya geleceğini göreceğiz ama şu andaki haliyle bizim arzuladığımız düzeyde yayıncılığı geliştirecek, çok sesliliği bu anlamda koruyacak anlayış bu yasa tasarısının temelinde yok. Bunun dışında bizim komitede ve diğer komitelerde çalışılan bir takım yasa tasarıları var ama son derece samimi bir biçimde söyleyebilirim ki, bu tasarıların hiçbiri halkın sorunlarına anlamlı çareler bulabilecek ve meseleleri bütünlüklü ele alabilecek yasa tasarıları değil. Yeni dönemde nasıl tavır izleyeceklerini göreceğiz. Ama CTP’nin de ana muhalefet olarak önümüzdeki süreçte en önemli görevi kendi gündemini oluşturmak olacak. Bizim kendi bünyemizde yaptığımız çalışmalar var. Bunları Meclis’in gündemine getirmek hem uzlaşılabilecek noktalarda birtakım iyi adımların atılabilmesi anlamında, hem de oy çoğunluğu nedeniyle geçirilmeyecek olsalar bile, bunların kamuoyu nezdinde siyasi anlamda yeni gündemler yaratması bakımından önemli. CTP’nin iktidar iddiasında olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, kendi iktidarının da habercisi olabilecek ve o anlamda halka ben iktidarımda bu düzenlemeleri de yapacağım mesajını da doğru biçimde vermek adına CTP’ye bu dönemde önemli bir görev düşüyor. Biz hükümeti beklemek zorunda kalmamalıyız birtakım çalışmaları yaparken.

 


“Demokratik bir birliktelik olmalı”

 YENiDÜZEN: Toplum olarak bir çöküntü içerisindeyiz. Özellikle ekonomik olarak ancak toplumsal olarak da buna yeterince ses veremiyoruz. Patlama noktamız ne olacak?

Ongun TALAT: Puslu havalarda, belirsiz dönemlerde insanların kendilerini güvencesiz hissettiği ve günlük yaşam savaşı ile meşgul olduğu günlerde toplumsal psikoloji anlamında anlaşılır buluyorum kendi kabuğuna çekilme halini. Hiçbir zaman şu noktada olmadım; ‘halk şikayet eder ama sokağa inmez.’ Bence bu birtakım çevreler tarafından yapılabilecek bir eleştiridir ama siyasiler bakımından da önce kendi çalışmaları üzerinden değerlendirmeleri gereken bir süreçtir. Fakat böyle bir sorunumuz olduğunu da tespit etmeliyiz. CTP olarak sivil toplum örgütlerini ziyaret ettik, sendikalarla görüştük. Bu görüşmelerdeki ortak kanaat bir biçimde sokaktaki mücadeleyi ateşleyemediğimizdi. Eyleme gidiyoruz ama bakıyoruz ki yine ‘ben, siz, onlar’ katılmış. Şimdi bu ortak bir sorunumuz ve stratejik olarak bir hedef ortaya koyamıyor toplumsal muhalefet. Bir eyleme katıldığında o katılımcılar o eylemin sonucunda nereye varacağını veya o eylemin sürekliliğinin sağlanıp, sağlanamayacağından şüphe duydukları için yavaş yavaş kitleselleşmede birtakım azalmalar görüyoruz. Şu an toplumda asgari bir mücadele müştereği bulabilmenin zemini var. Bir taraftan ekonomik anlamda kimlerin ezildiği, kimlerin bu işten deyim yerindeyse daha avantajlı çıktığı ortada. Dolayısıyla toplumun en geniş kesimlerinde bu asgari müşterek bulunabilecek düzeyde. Bu ekonomik anlamda ciddi bir kırılma. Gelir dağılımında oluşan ciddi bir uçurum söz konusu olduğu noktada buna karşı mücadele örgütleyebilmenin ekonomik temeldeki zemini mevcut. Biliyorsunuz yoksullaşmayla el ele giden baskıcı bir rejimin inşa çalışması var.

TC’nin Kıbrıs’ın kuzeyini doğrudan doğruya yönetme hevesinin en üst düzeyde olduğunu düşünüyorum. Oradaki anti demokratik, otoriter rejimin buraya ihraç edilme çabası ve bizim yerli işbirlikçiler açısından da bu rejimin ithal edilme sürecini yaşıyoruz. Bu Kıbrıslı Türklerin demokratik kültürüne, siyasetteki hoşgörü ortamına taban tabana zıt bir rejimin inşası anlamına geliyor. Burada da toplumun en geniş kesimleri bir araya gelebilir. Bu zemin var.

Mesela Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın polise yaptığı şikayetler ve takip edilen tahkikat süreçlerine baktığımızda en geniş kesimlerden insanların Cumhurbaşkanı tarafından şikayet edildiğini görüyoruz. Yani artık aleyhine şikayet yapılan insanlar muhalif olarak damgalanmış ve kendisini solda ifade eden insanlardan ibaret değil. Bunun dışında sağ kesimden insanlar da var. Ciddi anlamda daha tarafsız olarak kendisini ifade eden, tanımlayan insanlarında bu şikayetlerinin muhatabı olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla burada yaratabileceğimiz demokratik bir birliktelik olmalı. Bunu en geniş düzeyde kurgulamalıyız. Fakat şu ana kadar en geniş anlamda muhalefetin öncüsü olması beklenilen örgütlerin bu yönde yeterince bir çaba sergilemediğini düşünüyorum. Bir takım çıkar gruplarının çeşitli süreçlerde sesini yükselttiği sonra istediklerini aldıklarında o mücadelenin sönümlendiği bir süreci yaşıyoruz. Aynı zamanda şuna da dikkat etmek lazım; asgari müştereklerde buluşacağız dedik. Bununda gerçek anlamda en geniş kesimleri kapsayabilecek bir hedef ve söylem çerçevesinde olması gerekiyor. Bunu söylerken hiçbir bireyin kendi görüşlerini ifade etmesiyle ilgili bir sorunum olamaz. Tam tersine bana göre ifade özgürlüğünün özünü toplumun genelinde rahatsızlık uyandırabilecek, en aykırı görüşlerin serbestçe ifade edilebilmesi oluşturuyor. Ancak kitlesel eylemlerde birtakım müştereklerin bulunmasını ve bu anlamda da örneğin Annan Planı döneminde örgütlerin başarabildiği gibi asgari ortaklıkta buluşabilecek bir ortamı yaratmayı başarmamız gerekiyor. Bu anlamda CTP’ye de büyük görevler düşüyor ama sadece CTP’den ibaret bir sorun olmadığını da düşünüyorum.

YENİDÜZEN: TC iktidarı ile ilişkileri nasıl yorumluyorsun?

Ongun TALAT: TC iktidarının şuan yürüttüğü politika doğrudan doğruya burayı yönetme politikasıdır. Burada paralel yönetim diyebileceğimiz bir yapı oluşturuyor. Bu şimdi başlayan bir süreç değil ama sonuçları itibarıyla oldukça görünür olduğu bir dönemden geçiyoruz. Şuan yaşadığımız kurumlarımızın teker teker yetkilerinin devredildiği bir süreç. Hükümetlerle ilgili süreçleri de kamuoyu önünde yaşadık. UBP’nin Genel Başkanı, Başbakanlık yapamaz noktaya getirildi. Bu artık salt müdahale kavramıyla izah edebileceğimiz bir durum teşkil etmiyor. TC ile ilişkiler diye tabir edebileceğimiz bir ilişki kalmadı. Çünkü devletten devlete bir ilişki değildir bahsettiğimiz artık. Şu an TC iktidarına yakın bir takım çevrelerle ve bu anlamda TC iktidarının burada görevlendirdiği bürokratlarla, makam, mevki kaygısıyla bir takım görevler talep eden yerli işbirlikçilerinin ilişkisinden ibaret iki ülke arasındaki ilişki. Bu aslında ne bizim ne de TC’nin çıkarınadır. TC iktidarı zaten bununla ilgili başının daha çok ağrıyacağını da orta ve uzun vadede görecek. Çünkü şöyle bir temel iddia ortaya koydu; artık biz iki devletli bir çözüm yönünde bir politika yürüteceğiz. Fakat o iki eşit egemen devlet iddiasının pratikte hiçbir biçimde olmadığını bu kadar dünya kamuoyunun gözüne soka  soka bu uygulamalarla gösterdikleri müddetçe, zaten o iddianın da absürt ve komik kalacağını görecekler. Bu süreçleri hali hazırda yaşıyoruz. Örneğin; Kıbrıslı Türklerin toplum lideri olarak kabul edilen Cumhurbaşkanlığı’nda görevli Ersin Tatar’ın bu süreçlerin hiçbirinde bir aktör olarak yer almadığı çok açık bir biçimde ortada. Bütün bunları ele aldığımızda bizim Kıbrıslı Türkler olarak yeniden ipleri ele almakla ilgili bir süreç yaşamaya ihtiyacımız var. Bu süreci de bütünlüklü bir iktidar değişimi ile sağlayabiliriz. Evet, TC iktidarının büyük oranda kurguladığı ve ana aktörü olduğu müdahale süreçleridir bahsettiğimiz süreçler. Ama tüm bunlara çanak tutanın buradaki yerli iktidar olduğunu da bir kenara yazmalıyız. Bunu değiştirebilecek yegane adımın da Kıbrıs’ın kuzeyinde bütünlüklü bir iktidar değişimi olması gerektiğinin ayırdına varmalıyız. Bambaşka bir siyasi alternatife ihtiyacımız var. İrade bizimdir diyebilecek, ipleri yeniden ele alabilecek, kendi plan ve programlarını yaparak ve bu çerçevede de TC ile ilişkileri yeniden istişare boyutuna sokabilecek bir siyasi iradeye ihtiyacımız var. Her şeyden önce bu siyasi irade bilecek ki sırtını Kıbrıslı Türk halkına dayayacak, başka odaklara değil. Şu an korkunç bir şükran iklimi hakim. Bakanlar görev değiştirirken, görevi devreden de devralan da TC iktidarına teşekkür ediyor. Bu nerelerden icazet aldıklarının birebir göstergesi ve bu anlamda değerlendirdiğimizde çok geniş çevrelerin bu durumdan rahatsız olduğunu biliyorum. Çok büyük oranda UBP mensubu yurttaşımız da ciddi bir kırılma noktasında UBPi le olan ilişkileri bağlamında. Zaten en başta UBP üyelerinin iradelerine yapılan bir müdahale sözkonusuydu. Bütün bunların aslında çeşitli kırılmalara da yol açabileceğini düşünüyorum. TC iktidarı ‘siz hiçbir şeyi beceremiyorsunuz, dolayısıyla sizin yerinize ben yaparım’ tespiti üzerinden meşrulaştırmaya çalışarak bu süreci takip ediyor. Ama günün sonunda şunu da ortaya koymak lazım; KKTC’nin iç dinamiklerini bu kadar gözardı eden, küçümseyen bir yaklaşımın da günün sonunda başarıya ulaşması mümkün değil. Tam tersine işleri daha da içinden çıkılmaz hale getiriyorlar. Bunun da TC iktidarı tarafından ciddi anlamda ayırdına varılması gerekiyor.

Röportaj Haberleri