Ulaş Gökçe
Doğuştan çok dilli çocuklar vardır. Annelerinin bir dil, babalarının başka bir dil konuştuğu dünyaya gözlerini açarlar. Bazen çocuk sokakta ve evde iki veya daha çok dilin konuşulduğu bir ortamda doğar. Tüm bunlara çift dillilik, çok dillilik diyoruz. Dil çok maceralı bir alan. Örneğin dillerin ağızları vardır. Bir yerde farklı, başka bir yerde farklı konuşulur. Yani bir şehirde ‘oğul’ denir, başka bir şehirde ‘ogul’ denir. Bir de lehçeler vardır. Lehçelerde bir tek kelimeler ayrı ifade edilmez. Aynı zamanda lehçelerin yerleşmiş, başka yerlere benzemeyen bir ağzı, dilbilgisi vardır. Bu lehçeler zamanla epeyce farklılaşıp dil haline gelebilirler. Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Romence, Portekizce böyle doğdu. Türkçe, Azerice, Türkmence böyle doğdu. Yıllar harcayıp İngilizce öğreniyorsun, sonra karşına İngiltere’nin bir bölgesinden bir insan çıkıyor ve çok az şey anlamaya başlıyorsun. İşte böyle bir şeydir lehçe. Aynı dildir ama bazen böyle farklılıklar gösterir.
Bazı bilim insanları dilimiz Kıbrıs Türkçesinin, Türkiye Türkçesinden ayrı bir dil olacak kadar farklı olduğunu, bazıları sadece bir lehçe olduğunu, bazıları da ağız olduğunu söylerler. Örneğin ben Kıbrıs Türkçesinin lehçe ile dil arasında bir yerde bulunduğunu düşünenlerdenim. Ama bizim bugünkü konumuz daha basit. Neredeyse tüm Kıbrıslı Türkler, kendi dilleri yanında Türkiye’de konuşulan Türkçeyi de bilirler. Bu dilde hem yazarlar, hem de konuşurlar. O kadar iyi yazarlar ve konuşurlar ki bu Türkiye’deki ortalamanın çok çok üstündedir. Kıbrıslı Türkler Türkiye Türkçesi yanında kendi dillerini de çok yaygın olarak kullanırlar. Türkiyeli bir dostumuzla standart Türkçe konuşurken annemiz ararsa Kıbrıs Türkçesine geçeriz, bir yerde sohbet ediyorsak Kıbrıs Türkçesiyle sipariş verir ve hemen standart Türkçeye geçeriz veya tam tersini yaparız. Bir üniversite Hocası Türkçe anlattığı bir derste karşısında Anadolulu, Türkiye’nin batısından, doğusundan, Azeri öğrencilerden oluşan öğrencilere 2 saat boyunca standart Türkçede ders verir ve gözünü dahi kırpmaz. Sonra dersten çıkar ve kendi dilinde çay ocağına “Bir sade gavecik alabirim?” diye seslenir. Sonra bir öğrencisi gelir ve standart Türkçeye yeniden geçer. Diyelim ki bir Kıbrıslı Türk hastadır. Eğer karşısına çıkan Doktor Türkiyeliyse “Başım ağrıyor” der. Eğer Doktor Kıbrıslıysa “Başım ağrır” diye derdini anlatır. Yani bu diller arasında ustaca geçişi mekanik, otomatik, içgüdüsel yapabilir.
LEHÇEDEN LEHÇEYE
Şimdi siz bunun çok kolay olduğunu düşünüyorsunuzdur. Size bu işin bir uzmanı olarak şunu söyleyeyim ağızlara, lehçelere bu kadar üst düzeyde hakim olmak, iki ayrı lehçede hayat geçirmek hiç de kolay değildir. Kolay olsa herkes aynı İngilizceyi, Rusçayı, Fransızcayı, İspanyolcayı konuşurdu. Konuşuyor mu? Hiç de konuşmuyor. Sadece Londra’da bile neredeyse onlarca ağız, lehçe mevcut. Bazıları uzun uğraşlar sonucunda standart dile geçiyor. Ama çok büyük çoğunluk bir lehçeden bir lehçeye geçemiyor çünkü bu iş kolay değil. Ama Kıbrıslı Türkler geçebiliyor. Tabii isterse geçiyor, istemezse geçmiyor. Ama önemli olan bu değil. İstediğinde geçebiliyor mu?
Hem de nasıl!
Bununla birlikte Kıbrıslı Türklerin sözcük dağarcığında çok sayıda Rumca kelime de mevcut. Ama aynı zamanda çok sayıda insanımız tüm sınırlara rağmen Rumcayı iyi bir seviyede konuşmaya devam ediyor. Rumca, standart Türkçe yanında halkın kulağı İngilizceye de, eskilerin Ermeniceye de kulağı aşinadır. O zaman karşımızda zor bir işi başaran, her iki lehçeyi/dili de aynı başarıyla yazılı ve sözlü kullanabilen, çok dilli bir ortama doğan bir toplum var. Dildeki bu yetenek Kıbrıslı Türklerin karakterine nasıl yansıyor? Sosyologlar, hekimlerin ve dilbilimcilerin çok dilli insanlarda ilk gördükleri özellik şudur: hızlı idrak, gelişmiş beyin, bunama ve Alzheimer gibi hastalıklara direnç, açık görüşlülük, hoşgörü, empati. Kıbrıslı Türklerin hoşgörüsünün ardında dildeki bu yeteneklerinin payı çok büyüktür.
EMPATİ VE HOŞGÖRÜ
Amerikalı Dilbilimci Benjamin Lee Whorf ve öğrencisi Edward Sapir, bugün Whorf-Sapir Hipotezi olarak adlandırılan, siyasetten, bilime pek çok alanda ciddi etkisi olan tezlerinde dilin insanın dünya algısını, davranışlarını, tepkilerini ciddi anlamda etkilediğini belirtiyorlar. Bu önermenin çeşitli boyutları tartışılırken özellikle birden fazla dilin insanların dünya algısını ciddi değiştirdiğini herkes biliyor. Her dil, lehçe, ağız kendi içinde sadece kendine ait kodlar, ince ayrımlar taşır. Bu ince ayrımlar, nüanslar bir toplumun özgün karakterini oluşturan büyük tablonun parçacıklarıdır. İnsanlar coğrafya, sosyal olgular, doğa ve tüm bileşenleriyle yaşamını diline yansıtır. Her sarf ettiğimiz kelimede bu vardır. Bir dille birlikte o dilin mensuplarının en geniş manada hissiyatını da anlamaya başlıyorsunuz. Bugün bunu moda olmuş bir kelimeyle anlatıyorlar: Empati. Farklı bir toplumsal karaktere, mizaca sahip Kıbrıslı Türkler aynı zamanda hem Türkiyelileri, hem de Kıbrıslı Rumları çok iyi anlayacak bir özellikle donanmışlardır. Tüm bu oldular Kıbrıslı Türklerin ciddi şekilde empati ve hoşgörü yeteneklerini artırmaktadır.
Dr. Nazım Beratlı Kıbrıslı Türklerin üzerine yazdığı eserlerinde halkımızın kökeninde Anadolu’dan gelen Alevi Türkmenlerin ciddi oranda olduğunu belgeleriyle ortaya koymuştu. Elbette bir halk, tek bir unsurdan oluşmaz. Buraya gönderilen Türkler yüzyıllarca Anadolu’nun yerel halklarıyla kaynaşmıştı. Kıbrıslı Türkler de adada 400 yıl Arap, Rum, Ermeni, Latin her milletle karıştı. Dr. Beratlı’ya göre Kıbrıslı Türklerin hümanist ve hoşgörülü olmalarının kökeninde Alevilik yatmaktadır. Bu doğrudur. Ancak hakikatin tümü değildir. Dinler bir halkı tümden inşa edemezler. İnsanlar dinleri kendilerine göre yaratırlar veya mevcut dini şekillendirirler. Örneğin Kıbrıs Ortodoks Kilisesi, Hıristiyanlık öncesi inanç sistemlerini bugün neredeyse tümüyle kendi Hıristiyanlığında yaşatır. Hayat bir inanç sistemi yaratır. Bu bazen mitoloji olur, bazen mitoloji dine dönüşür. Hiçbir inanç sistemi yok olmaz. Sadece adını ve kalıbını değiştirir. O zaman şunu söylemek mümkündür: Hoşgörü dini Aleviliği yaratanlar hoşgörülü insanlardı. Yani önce hoşgörü vardı, sonra bu anlayışa göre bir din oluştu.
Karışımın hoşgörüdeki temeli
İşte böyle bir kökene sahibiz. Böyle bir kökene bir de son 50 yılda standart Türkçe ile Kıbrıs Türkçesine, bazen Rumcaya, bazen sadece Rumcanın, Ermenicenin tınısına hakim olma yeteneği eklenince ortaya az bulunur bir karışım çıkıyor. Bu karışım Kıbrıslı Türklerin hoşgörülü olmasının temelini oluşturuyor.
Kıbrıslı Türkler gerçekten de hoşgörülüdürler. Evet, pek çok konuda tutucudurlar ancak yeni kültürleri, ülkeleri, farklı insanları tanımayı çok severler. Örneğin Türkiye’yi çok iyi anlarlar. Kadına, denize, yemeğe, evliliğe, çocuğa, ölüme, dine farklı bakarlar ama yine de çok iyi anlarlar. Yaşam tarzım gereği ülkedeki her türlü dini ve etnik azınlıkla yakın ilişkilere sahibim. Bugüne kadar Kıbrıslı Türklerin hoşgörüsü konusunda sadece olumlu şeyler duydum. Hatta yabancılara pozitif ayrımcılık yapıldığını dahi söyleyebilirim. Rumlardan nefret eden Kıbrıslı Türklere çok rastladım. Ama örneğin dinlerinden dolayı onlardan nefret edeni görmedim. Yabancılardan şikâyet edeni gördüm ama suça karışmamış, çevre ile uyumlu olmayan yabancılara karşı kötü bir tavra hiç şahit olmadım. Örneğin ülkemizde çok sayıda İranlı yaşıyor. Siz hiç İranlılardan şikâyet eden Kıbrıslı Türk duydunuz mu? Türkiye vatandaşlarından şikâyet eden, ırkçı ifadeler kullanan Kıbrıslılar var. Ama “Türkiyelileri severim ama Kürleri sevmem, Karadenizlileri sevmem” diyen zor bulunur. Yani eğer ortada çatışma yaratacak, Kıbrıslı Türklerin tepki gösterecekleri bir baskı unsuru yoksa halkımız hoşgörülüdür. Bu Kıbrıslı Türklerin kurumsallaşmış, köklenmiş, ideolojik temelleri olan bir yabancı düşmanlığına sahip olmadıklarını gösteriyor. Tam tersi Kıbrıslı Türkün yapısı farklı unsurlarla bir arada yaşamaya çok müsait.
ATEİST CENAZEDE
Bu halkın dile yeteneği olduğunu, bu yeteneğin hoşgörülü olmalarını sağladığını söylemiştik. Peki yabancı dil öğrenen Kıbrıslı Türkler bu dilleri yeterince iyi öğrenebiliyorlar mı ve nasıl bir şiveyle konuşuyorlar? Bildiğim diller çerçevesinde bir değerlendirme yapacak olursam Kıbrıslı Türklerin bu konuda olağanüstü bir başarıya sahip olduklarını söylemem gerekiyor. İleri seviyede İngilizce, Rusça, Almanca, Fransızca bilen ve neredeyse aksansız konuşan çok sayıda Kıbrıslı Türk tanıyorum. 5 dile kusursuzca hakim olan Kıbrıslı Türk bulmak zor değil. Tanıdığım tüm halklar içinde Kıbrıslı Türkler kadar standart dille İngilizce, Lehçe, Rusça, Ukraynaca, Almanca, Fransızca, Türkçe konuşan başka bir topluluğa rastlamadım.
Her toplumun zafiyetleri ve üstünlükleri vardır. Zafiyetleri çok olan bir toplumuz. Ancak sağcısından, solcusuna, dincisinden, ateistine bizi farklı kılan, bizi güzel kılan hoşgörümüzdür. Bu ülkenin sağcısıyla solcusu yabancıya, misafire, başka dinden insanlara aynı hoşgörüyle davranır. Ateist cenazeye katılır, cenaze namazı kılacaksa bile buna geleneğin parçası olarak bakar, bunu sorun etmez. Dindar ise bunu görür, bilir ama o da sorun etmez. İşte bu küçük toplumu eşsiz kılan, değerli kılan bu hoşgörü özelliğidir. Din, dil, gelenek, ten rengi, toplumsal cinsiyet savaşlarının sürdüğü dünyada bunun değerini bilmek lazım. Daha düzeltecek çok hatamız var. Ama yarı yolu tamamladık.