Erdem Ertürk
erdem.ertourk@gmail.com
Annan planının Kıbrıs sorununa federatif bir çözüm getiremeyeceğinin referandum sonuçları ile belirlenmesinin ardından, Kıbrıslı Türklerin akıbetinin ne olacağı birçok akademik panel ve yazılı çalışmalarda ve uzunca bir süre de televizyon programlarında irdelendi. Kendilerini içinde buldukları sosyo-ekonomik çıkmaz Kıbrıslı Türklerin kimlik ve aidiyet sorunlarını su yüzüne çıkarıp, özne olma sorununu daha belirgin kılmıştır. Bu sorun Gaile’nin sayfalarında da defalarca irdelenmiştir ve irdelenmeye de devam etmektedir. Gündemin tepesindeki yerini son birkaç haftadır koruyan su krizi da aslında özne olma sorununun kolay kolay çözülebilecek bir problem olmadığını göstermektedir. Bu yazının amacı, Hegel’in tanınma felsefesi ışığında alışılagelmişin dışında bir özne olabilme değerlendirmesi yapmaktır.
Özne olabilme sorununu indirgeme yapmış olma tehlikesine rağmen, üç farklı açıdan değerlendirebiliriz. Bunlardan ilki özne olabilmeyi Türkiye ve Kuzey Kıbrıs arasında süregelen vesayet ilişkisinin ortadan kalkması istemi ile bağdaşlaştırmaktır. Böyle bir vesayet ilişkisinin ortadan kalkması ile ilgili sıkıntı ekonomik bağımlılık ve siyasi irade eksikliği olarak kabul edilebilir. Siyasi irade ortaya koyacak olan yöneticiler bulunsa bile izolasyon ortamında ekonomik bağımlılıktan kurtulmak zor olacaktır. Dolayısı ile Kıbrıslı Türklerin özne olabilme çabasını sadece Türkiye ile olan ilişkilerinin kişisellik seviyesine getirilmesinde aramak yetersiz olacaktır.
Benzer bir yetersizliğe özne olma çabasını dış ilişkileri düzenlemek yerine içeriyi toparlama girişimi olarak algılayanlar da düşer. İnsan onurunu koruyacak, herkesin yasa önünde eşitliğini sağlayacak ve Türkiye’den aktarılan kaynakların adil dağılımını gerçekleştirecek içeriye dönük tertibat algısı da özne olabilme mücadelesini kısıtlı bir alana hapseder. Dışardaki aktörlerle olan ilişkilerin arka plana atıldığı böyle bir yaklaşım biraz sonra değineceğim Hegel’in tanınma felsefesi ışığında da yetersiz olduğu saptanacaktır.
Yukarıda Kıbrıslı Türklerin özne olabilme çabasına iki farklı açıdan yaklaşan ve toplumda belli bir seviyede kabul gören düşünceleri aktardım. Bu düşüncelere alternatif üçüncü bir açı için Niyazi Kızılyürek’in 7 Şubat 2016 tarihinde Gaile dergisinde yayınlanan ‘Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (6)’ başlıklı yazısına bakmakta fayda var.
Kızılyürek, Fransız düşünür Alain Badiou’ye değinerek özne olabilme kavramını şöyle açıklar: ‘Öznenin ortaya çıkması için mevcut durumdan başka bir şeyin türemiş olması gerekiyor. Var olan durumun içinde barındırdığı ihtimallerden birinin veya birkaçının bilfiil hale gelmesi gerekiyor. Alain Badiou buna “Olay” diyor. Bizi yeni bir varlık tarzına, Özne olmaya zorlayan Olaydır.’ (i) Kızılyürek’in tahlilinde Kıbrıslı Türklerin özne olabilme çabaları iki önemli noktada sekteye uğrar. Bu tahlile göre 1974 sonrası düzende içe kapanma ile özne olma kapasitesindeki kayıp birbirine paralel ilerler. Ayrıca, özellikle Kıbrıslı Türk Solu 2004 sürecinin oluşturduğu yeni bir Olayın hakikat sürecinde yetersiz kalarak 2004’te sergilenen Olayın aktörü/öznesi olma becerisini devam ettiremedi. Böyle bir yaklaşım özne olma mücadelesinde ne içe dönme ne de ekonomik izolasyonların etkilerini göz ardı etme hatasına düşer.
Özne olabilme algısına farklı bir açıdan katkı koymak adına Hegel’in tanınma felsefesini gözden geçirmek gerektiği kanaatindeyim. Bu kanaatin iki farklı dayanağı vardır. Birincisi, özne olabilmenin Olaylara gösterilecek sadakata ilaveten, yapısal olarak birbirine bağlı subjektif ilişkileri de içermesidir. Birinci dayanağın uzantısı olarak ikincil sebep de olayların aktörlüğüne soyunmanın başka aktörle birlikte yapılacak bir iş olmasıdır. Hegel’in tanınma felsefesi özne olarak olagelmenin merkezine ‘öteki’ ile girilecek yapıcı ilişkiyi yerleştirir.
Hegel’in düşüncesine göre özne olmanın özünde karşılıklı tanınma vardır. Henüz öz-bilince ulaşmamış bir insanın bilinci ancak kendi dışına çıkıp tekrar kendi içine dönmesi ile öz-bilince ulaşır. Bu başarıyı elde etmenin yolu da bilinci kendi dışına çıkaracak bir öteki ile karşılaşmaktır. Bu karşılaşmanın sonuncunda özgürlüğü tahayyül edebilecek ve bunu gerçekleştirmek için somut adımlar atabilecek bir öz-bilinç ortaya çıkar. Bilinç kendi dışına çıkıp ötekini algıladığında, onun da kendi gibi bir bilinç olduğunu fark eder. Bu fark etme, aynı zamanda bilincin kendi özüne döndüğü algısını yaratır. İşte bu geri dönüş Hegel’in temelinde özgürlük yattığını iddia ettiği öz-bilinci oluşturur. İnsanı terk eden bilincin ötekinde kendini bulması ancak ötekinin de aynı anda aynı şeyi yapıyor olması ile mümkündür. Hegel karşılıklı yapılan bu şeyin tanınma olduğunu yazar. Karşılıklı tanınma, özgürlüğün gerçekleşmesinin ilk hâli olan iki öz-bilinç yaratır.
Literatürde Hegel’in tanınma felsefesini öznenin olagelme hali olarak okuyan bir çok yaklaşım mevcuttur. Bunlardan biri Charles Taylor’ın Multiculturalism tezinde ortaya koyduğu görüştür. (ii) Bu tezde Taylor, kültürel farklılıklar sergileyen azınlık toplumlarının maruz kaldığı ötekileştirme, zulüm ve insan hakları ihlâli sorunlarını göz önünde bulundurur. Karşılıklı tanınmayı bu sorunlara çözüm olarak sunar. Taylor’ın değerlendirmesine göre, karşılıklı tanınma bütün vatandaşların eşit onurunu koruyarak kimlik politikalarının temelini oluşturur. Diğer bir deyişle, modern hak mücadeleleri tanınma istemi üzerinden hareket ederler. Costas Douzinas da modern insan haklarının yetersizliği için ortaya attığı tezde benzer bir söylemde bulunur. (iii) Karşılıklı tanınma öznenin olagelme hâlidir. Hukuksal, kültürel ya da ahlaki özne karşılıklı tanışıklık hâlinin dışında var olamaz. Douzinas bu yaklaşımı ile liberal düşüncede rastlanan bireyin mutlak özgürlüğü kavramını da eleştirmiş olur.
Özne olabilmek adına tanınma mücadelesi ortaya koyma düşüncesi, Kuzey Kıbrıs özelinde KKTC’nin tanıtılması söylemi ile sınırlandırılır. Hegel’in özne olma konusunda Kıbrıslı Türklere vereceği ilk ders, karşılıklı tanınma algısını KKTC’nin tanıtılması söyleminden ayırt etmektir. Öz-bilincin karşılıklı olagelmesini sağlayacak öteki, ne uluslararası arenada yer tutan devletlerle sınırlıdır ne de böyle bir ötekiyi bulmanın yegane yolu bağımsız devlet ilanıdır. Bu noktada Kıbrıs sorununa federalist çözüm yaklaşımı daha derin bir önem taşır. Federalizmin temelinde yatan ortaklık unsuru, Kıbrıslı Türklere özne olabilmek adına kendi ötekisini bulmanın en makul yolunu gösterir. Aynı zamanda federalist çözüm birbirini yıllarca öteki olarak gören iki toplumun karşılıklı tanımayı başarıp birbirine ‘öteki’ olmaktan vaz geçme yolunu açar. Dolayısı ile, federalist yol, özgürlüğün tahayyül edilip gerçekleştirilebilmesi için atılacak adımların yoludur.
-------------------------------------------------------------
(i) Niyazi Kızılyürek, ‘Bölünmenin Dayanılmaz Cazibesi (6)’, Gaile 356, 07.02.2016. Erişim: https://www.yeniduzen.com/Ekler/gaile/356/bolunmenin-dayanilmaz-cazibesi-6/3046
(ii) Charles Taylor, Multiculturalism, (1994), (ed. Amy Gutmann), (New Jersey: Princeton University Press)
(iii) Costas Douzinas, ‘Identity, Recognition, Rights or What Hegel Teach Us About Human Rights?’ Journal of Law and Society, vol. 29, no3 September 2002.