Kıbrıslılar’ın sözlü tarihi… (6)

Sevgül Uludağ

 

Kıbrıs’ta iki toplumlu ilk sözlü tarih projesi, araştırma enstitüleri İKME ve BİLBAN tarafından gerçekleştirilmişti. “Kıbrıslılar’ın Sözlü Tarihi” başlıklı bu çok değerli röportajlar dizisi, üç dilde özetleriyle İKME’nin web sitesinde okunabiliyor, röportajların orijinallerini isteyenler de İKME’den temin edebiliyor.
Bu röportajlardan özetler yayımlamaya devam ediyoruz…

“Kıbrıslıtürkler’in kötü davranışlarına neden olan bizlerdik…”
Andreas Askotis, Aykasiyano’da yaşıyor ve “Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızın sonradan ortaya çıkan kötü davranışlarına neden olan bizim kendi hatalarımızdı. Kıbrıslıtürkler çok sempatik ve birlikte çalışılabilecek insanlardır” diye hatırlıyor. Askotis şöyle anlatıyor:
“Aykasiyano bölgesinde sosyal sınıf farklılıkları vardı, bunlar dini ya da ırk ayrımı konuları değildi… Kıbrıslıtürkler’in çoğunluğu çok yoksul insanlardı ve onların hayatta kalmaları bir dereceye kadar bizim toplumumuza bağlıydı. Öte yandan Kıbrıslıtürk zenginleri ve burjuvazisi bizimle asla kaynaşmazdı. Yine de ilişkilerimiz dostaneydi. Arada düşmanlık ya da rekabet yoktu. Ancak elbette sosyal farklılıklar açıktı.
Ailem Aykasiyano bölgesinden ayrılan ilk ailelerden birisiydi, EOKA mücadelesi’nin henüz ilk yıllarında atmosfer zehirlenmeye başlamıştı.
1956-57 yıllarında Kambiya’da çalışırken, bir gece silah sesleri duyduk. Daha sonra bazı “bilinmeyen” şahısların, bitişikteki Agrokipia köyünden bazı Kıbrıslıtürkler’i öldürdüklerini öğrendik.
Ondan sonra Lefkoşa Havalanı’nda çalışmaya başlamıştım ve buradaki Kıbrıslıtürk meslektaşlarımla harika ilişkilerim vardı. Bunlardan bazıları ve aileleriyle çok yakın ve dostça ilişkilerimiz vardı.
Tam 40 yıl aradan sonra havaalanından bir meslektaşımla buluştuk. Barikatlar açılınca gelip beni ziyaret etti.”

“İhsan Ali’nin evinin dışına gelip bağırırlardı…”
Maria Yuannidu, Baflı… 73 yaşında. Şimdi Lefkoşa’da yaşıyor ve şöyle anlatıyor:
“Kıbrıslıtürkler’le birlikte herhangi bir sorun olmaksızın barış içinde yaşardık. Baf, Kasaba’da kasabanın koşullarına uyarlanmıştı hayatlarımız – insanları farklı kılan, mali durumlarıydı…
Çarşı da, dükkanlar da karmaydı… Kıbrıslıtürk, Kıbrıslırum dükkan sahipleri vardı… Doktorlar da, avukatlar da, hakimler da, memurlar da karmaydı… İnsanlar kim kimdir diye ayırım yapmazdı. Irk ayırımcılığı yoktu… 
Kıbrıslıtürk öğretmenlerle ilişkilerimiz mükemmeldi. Okullarımıza gelir, bazı faaliyetleri izlerler, biz de onların okullarına giderdik. Birbirimizi ziyaret etmediğimiz tek şey milli bayramlardı.
Bir Kıbrıslırum oğlan çocuğu, bir Kıbrıslıtürk oğlan çocuğunun sünnet törenini görmüş ve bağıra bağıra ağlamaya başlamıştı, kendisi de sünnet olmak istiyordu! İki din arasındaki farkı anlamıyor, ağlıyordu! Sünnet törenindeki kutlamalar ona muhteşem görünüyordu!
İki toplumlu çatışmalar patlak verince, Kıbrıslıtürkler’i gelip alıyorlar ve enklavlara taşıyorlardı. Bazıları ünlü Kıbrıslıtürk doktor ve politikacı İhsan Ali’nin evinin dışına gidip “Birşeyler yap doktor, kalabilmemiz için bir şey yap… Evimizde, malımızda kalmak isteriz…” diye bağırırlardı…

Dali’den Enver Kavaz…
Dali’den Enver Kavaz, “Ben hiçbir zaman herhangi bir Kıbrıslıtürk ya da herhangi bir Kıbrıslırum aleyhine kötü bir şey söylemem. Onlar arasında ayırımcılık yapmam… Hepimiz insanız” diyor…
Eski güzel günlerde olduğu gibi herkes mastre Enver’in fırını açıp fırın kebabı ofton’u fırından çıkarmasını bekliyor…
Onun eski dostları, köylüleri, Enver’in geleceğini öğrenenler etkileniyor, koşup ona sarılmak, ona bir merhaba demek ve birlikte eski günleri hatırlamak istiyorlar… Enver Kavaz şöyle diyor:
“Panayırları dolaşarak kleftikon yani hırsız kebabı satardım, yerdik, içerdik, şarkılar söyler ve dostlarımızla eğlenirdik… Sarhoş olurduk… Birbirimizi kardeş gibi bilirdik, dünyada hiçbirşey aramıza giremezdi…
Düğünümde gumbarolarımın çoğu Kıbrıslırumlar’dı. İlk gumbarom Panayotis idi.
1974 savaşından sonra çok uzun süre özgür bölgelerde kaldım. Hiçbir zaman korku duymadım. Kıbrıslırumlar’la ilişkilerim kardeşçeydi, onları düşmanım olarak göremezdim.
1974’te bir ortağım vardı Nisu’dan (Dizdarköy). Nakiti ben tutardım. Darbe olunca birbirimizle ilişkiyi kaybettik. Üç ay önce onu buldum ve payına düşeni vermeye çalıştım. Almayı reddetti, “sende kalsın” dedi.”
Enver Kavaz’ın köylüleri ise şöyle diyor:
“En son Kıbrıslıtürk köyümüzden ayrıldıktan sonra Enver bunun hakkında bir şey duymak istemedi. Hatırlarım bize silah dağıttıydılar fakat Enver etkilenmemişti. Hiçbirşey olmamış gibi kahvede oturup kahvesinin tadını çıkarıyordu… Sonuçta işgal bölgelerine döndüğü zaman rejim ona bir ev verdi içinde yaşasın dıye. Bunu kabul etmedi, bir Kıbrıslırum’un evine taşınmak istemediğini söyledi. Lefkoşa’ya dönüp bulduğu bir evi kiraladı…”