Kıbrıslırum gençlerden “Ortak acılar” başlıklı kısa belgesel film...

Sevgül Uludağ

Mehmet Ali Göçer, 1963’te “kayıp” edilen ve yıllar önce bir Kıbrıslırum okurumuzun insani yardımları sonucu kalıntıları Tseri’de bir kuyuda bulunmuş olan kardeşi Naim Hüseyin ve yakın akrabaları Kemal Hüseyin ile Salih Mehmet’in öyküsünü geçtiğimiz günlerde Kıbrıslırum gençlere anlattı. Kıbrıslırum gençler, “Ortak acılar” başlıklı kısa bir belgesel film yaparken bizden de yardım istediler ve biz de Mehmet Ali Göçer’le birlikte geçtiğimiz günlerde ortaokul öğrencisi Kıbrıslırum gençler ve öğretmenleriyle buluşarak kendilerine “kayıplar” konusundaki çalışmalarımızı aktardık. Hazırlamakta oldukları belgesel filmde kullanılmak üzere Mehmet Ali Göçer’le birlikte gençlerin sorularını yanıtladık, Tseri’deki kuyunun nasıl bulunduğunu, Kıbrıslırum okurumuzun bu konuda nasıl değerli bir insani yardım yaptığını ayrıntılarıyla aktardık... Gençlere benzer biçimde Minareliköy’de bir Kıbrıslıtürk okurumuzun yardımlarıyla bulunan biri sakat ve ağırlıkla kadın ve yaşlı insanlar olmak üzere yedi Kıbrıslırum’un gömülü olduğu toplu mezar ve hemen yanında iki kişinin gömüldüğü bir başka gömü yeri hakkında da ayrıntılı bilgi verdik...

GOETHE ENSTİTÜSÜ’NDE ÇEKİM...

Geçtiğimiz Cuma günü (8 Mart 2024) “kayıp” yakını, çok değerli arkadaşımız Mehmet Ali Göçer’le birlikte Ledra Palas yolundan yürüyerek ara bölgede bulunan Goethe Enstitüsü'ne gidiyoruz. Kıbrıs’ın güneyinde bir ortaokuldan gençler, “kayıp şahıslar” konusunda bir belgesel film için yardım istediler, bu nedenle Goethe Enstitüsü’ne gidiyoruz.

Bu Kıbrıslırum gençler şanslı öğrenciler çünkü öğretmenleri ufuklarını açıyor ve herhangi bir konunun tek bir tarafı olmadığını, çok taraflı olarak konuyu ele almak gerektiğini öğreniyorlar. “Kayıplar” konusu da bunlardan birisidir. Yalnızca Kıbrıslırum “kayıplar”ın yakınları acı çekmedi bu ülkede, Kıbrıslıtürk “kayıplar”ın yakınları da ızdırap içindedirler senelerdir. Ve çekmekte oldukları acı Türk acısı, Rum acısı falan değildir, insani bir acıdır... Kıbrıslırum gençler bunu öğrenmek için bizi davet ettiler...

Öğretmenleriyle birlikte Goethe Enstitüsü’nde boş bir odaya “stüdyoları”nı kurmuşlar... Bizi karşılıyorlar...

Mehmet Ali Göçer’in kardeşi Naim Hüseyin, “kayıp” edildiğinde henüz 21 yaşındaydı... Liseden mezun olmuştu ve öğretmenlik yapmak üzere beklemedeydi... Kimseyi incitmeyen, gülüşü güzel bir insandı, çok okurdu... Aredyu köyünde Kıbrıslırum arkadaşlarından birine Türkçe dersleri veriyordu...

BİRLİKTE BARIŞ İÇİNDE BİR HAYAT...

Mehmet Ali Göçer, 1963’te Lefkoşa’da liseye devam eden bir öğrenci olduğu için, o günlerde Lefkoşa’da kalmaktaydı... Ailesinin keçileri, koyunları, Aredyu’da arazileri ve evleri vardı... Aredyuluydular ve Aredyu’da yaşıyordu aile...

“1963 sonlarına kadar köylülerimiz arasında hiçbir sorun yoktu” diye anlatıyor Mehmet Ali Göçer Kıbrıslırum gençlere. “Birlikte barış ve huzur içinde yaşıyorduk, köyümüzü paylaşıyorduk. Birbirimize yiyecek veriyor, birbirimizin düğünlerine gidiyorduk. Hasat zamanı tarlalarda çalışan Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler, harmanda aynı tarlada uyuyordu, herhangi bir ayırımcılık, herhangi bir sorun yoktu...

Bir gece bazı Kıbrıslırumlar, hayvanlarımızı çalmaya geldiler. Ben Lefkoşa’daydım, annemin anlattığına göre, bütün keçilerimizi ve koyunlarımızı aldılar. Yakın zamanda doğum yapmış bir keçimiz vardı ve babam onu yatakodasında tutuyordu, bu keçiyi bile almışlar, henüz doğum yapıp annemle babamın yatakodasında toparlanmaya çalışan bu keçiciği... Bu insanlar köye dıştan geldilerdi belki de, köylümüz olmayabilirlerdi, dıştan mı geldiler, köyden miydiler bilmiyorum..”

KIBRISLIRUM POLİSİ ONLARI ALIP GİTTİ...

“Sonra bir gün Kıbrıs Cumhuriyeti polisi (Kıbrıslırum polisi) köyümüze gelerek kardeşim Naim Hüseyin’i aldılar, onu götürüp Dr. Küçük’e göstereceklerini söylediler. Annem oğlunun polis tarafından alınmasını istemezdi ve onlarla birlikte gitmek istedi fakat Kıbrıslırum polisler onun arabaya binmesine izin vermediler. O gün iki akrabamızı daha aldılar, Kemal Hüseyin ve Salih Mehmet’i (Salih Mehmet çok yaşlı bir adamdı), onları da Dr. Küçük’e göstereceklerini söylediler. Ve ondan sonra kardeşimiz ve alıp gittikleri akrabalarımızdan hiç haber alamadık.

Annem ondan sonra her tarafa koşuşturup oğlunu aramaya başladı, kardeşim geri dönmeyince... Onu alıp giden Kıbrıslırum polislere sorduğunda, “Geri gelecek” dediler kendine.

O günlerde köyümüzden beş Kıbrıslıtürk “kayıp” edilmişti, bunlardan biri Akaça’daki işine giderken yoldan alınmıştı... Köylülerimizin hayvanları da bazı Kıbrılsırumlar tarafından zaten çalındıydı. Böylece köylümüz Kıbrıslıtürkler can endişesiyle, daha güvenli olacakları bir yere gitmek için köyden ayrıldılar. Ercan (Timbu) yakınındaki Mora (Meriç) köyüne yerleştirildiler.

Herşeyimizi kaybettiydik... Sadece üstümüz başımızlaydık. “Yardımlar”la ayakta kalmaya çalıştık – “yardım” derken, raşın gibi dağıtılan yiyecek yardımını kastederim, şeker, pirinç, un vs. gibi... Herşeye sıfırdan başlamak zorunda kaldık: Hayvanlarımızı, arazimizi, evimizi kaybettiydik...”

“KUYUYU GÖSTEREN KIBRISLIRUM’A TEŞEKKÜRLER...”

“Yıllar sonra kardeşimizden geride kalanlar Tseri’de bir kuyuda bulundu. Sevgül Uludağ bize yardım etti ve onun bir Kıbrıslırum okuru, kendisine kuyunun yerini gösterdi ve kardeşim Naim ile iki akrabamızdan geride kalanlar bu kuyuda bulundu... Kardeşimizin cenaze töreni bizim için çok üzücüydü... Üstünden çıkanları gördük, potinlerini, çoraplarını – çorapları naylon olduğu için erimediydi, kimlik kartı muhafazasını... Tüm bunlar bizi üzdü... Kuyunun yerini arkadaşımız Sevgül’e göstererek kardeşimden geride kalanların bulunmasını sağlayan o Kıbrıslırum’a teşekkür etmek isterim...

Gençler gerçeği öğrenmelidir, geçmişle ilgili kulaktan dolma şeyleri değil, söylentileri değil, gerçeği öğrenmelidirler. Bu ada hepsimize da yeter... Bu adada huzur, barış ve bir anlaşma olsun isterim, hayatım boyunca duruşum da bu oldu çünkü savaş kötü birşeydir. Adamız hepsimize da yeter... Bu adada barış içinde birlikte yaşamalıyız ve böylesi şeyler gelecekte kimsenin başına gelmemelidir...”

BİR TANESİ DİRİ DİRİ GÖMÜLMÜŞTÜ...

Birkaç dakikalık bir ara veriyoruz ve gençler bize Kıbrıs kahvesi pişiriyor, su getiriyor içelim diye, sonra da son 20 küsur yıldır “kayıplar” ve toplu mezarlar konusundaki araştırmalarımı konuşmaya başlıyoruz gençlerle...

Onlara Mehmet Ali Göçer’in kardeşi Naim Hüseyin’in ve Aredyulu diğer iki Kıbrıslıtürk’ün gömülü olduğu Tseri’deki kuyuyu nasıl bulduğumuzu anlatıyorum.

Bir gün tanımadığım bir Kıbrıslıtürk beni aramış ve bir Kıbrıslırum arkadaşının, bir diğer Kıbrıslırum arkadaşından birşeyler duyduğunu ve bu yüzden bana bir gömü yeri göstermek istediklerini, bu yüzden gidip bu iki Kıbrıslırum’la buluşmamı istediklerini söylemişti. Böylece Tseri’ye gittik ve iyi yürekli yaşlı bir Kıbrıslırum beni karşıladı, bana kuyunun nerede olduğunu gösterdi... Naim Hüseyin ve iki akrabası, Kemal Hüseyin ile Salih Mehmet o kuyuya gömülmüştü. Elbette yaşlı adam buraya gömülen şahısların isimlerini bilmiyordu, yalnızca oraya bazı Kıbrıslıtürkler’in gömüldüğünü biliyordu. Yeni bir yol yapılmaktaydı biz gittiğimizde ve yol, kuyunun üstünden geçecekti... Kuyunun üstünden yol geçerse, o zaman kazması çok daha zor olacaktı... Derhal Ksenofon Kallis’i aradım (ışıklar içinde olsun, geçen sene onu kaybettik) – Kallis’in yanısıra Kayıplar Komitesi’nin o günlerdeki sorumlularını da arayarak bu olası gömü yeri hakkında hepsini bilgilendirdim ve kuyunun üstünden yol geçmeden, acil olarak bu kuyunun kazılması gerektiğini söyledim. İyi kalpli yaşlı Kıbrıslırum bana bir diğer olası gömü yeri daha gösterdi ki bunu daha sonra Kayıplar Komitesi’ne gösterecektik ve orası da kazıldığında, “kayıp” Mustafa Osman Akay’dan geride kalanlar bu gömü yerinde bulunacaktı.

Naim Hüseyin, Kemal Hüseyin ve Salih Mehmet’i Aredyu köyünden aldıktan sonra Kıbrıslırum polisler onları Tseri’ye götürmüşlerdi. Burada öldürülmüşler ve bir kuyuya atılmışlardı – ancak aralarından biri öldürülmemiş, diri diri kuyuya atılmıştı. Canlı olarak kuyuya atılan bu Kıbrıslıtürk bağırıyor ve yardım istiyordu, bütün köy de onun çığlıklarını duyuyordu. Böylece köy kahvesinde büyük bir tartışma çıkmıştı. Böylesi bir vahşetten sorumlu olan şahısla kavga ediyordu köylüler – bu gibi cinayetlerden sorumlu şahıs da köyde şirosu olan bir şahsa, gidip kuyuya taş atmasını ve diri diri gömülmüş olan Kıbrıslıtürk’ü “susturmasını” emretmişti.

Şirocu da kuyuya giderek kuyuya taşlar, kayalar atmıştı... Gençlerle röportajı esnasında Mehmet Ali Göçer, kardeşi Naim’in kemiklerinde izler olduğunu, bu izlerin gözle görülebildiğini anlatmıştı... Kuyuya atılan taşlardan ötürüydü bu izler... Yaşlı adam o günlerde köy kahvesindeki bu tartışmaya tanık olmuştu ve yaptığı araştırmayla hangi kuyuya gömüldüklerini öğrenmişti. Yıllar sonra yazılarımı okuduğu ve yaptığım insani işe inandığı için beni arattırmış ve hem kuyunun yerini, hem de Tseri’deki ikinci gömü yerini göstermişti... Ona ne kadar teşekkür etsek azdır... Bize insanlığın değerini kanıtladı... Bazıları öldürürken, onun gibiler de Kıbrıs’ta açılmış olan yaraları sarmaya çalışmaktaydı...

MİNARELİKÖY’DE BİR TOPLU MEZAR...

Kıbrıslırum gençlere Minareliköy’de ağırlıkla kadınlar ve yaşlı insanlar ile bir de felçli bir Kıbrıslırum’un bulunduğu toplam 7 “kayıp” Kıbrıslırum’un gömülmüş olduğu toplu mezarı nasıl bulduğumuzu anlatıyorum. Bu toplu mezarın az ilerisinde de iki diğer “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanlar bulunmuştu... Aslında Kayıplar Komitesi Minareliköy’deki bu arazide bir kazı yürütmüş ancak tek bir kemik bulmuş ve kazıyı kapatıp gitmişti... Oysa Minareliköylü çok değerli bir okurum henüz çocukken bu toplu mezarı görmüştü: Köyde işsiz olan bir şahıs, bu toplu mezarı bildiği için mezarı açmış, altın yüzük-bilezik vs. aramıştı. Okurum küçük bir çocukken buna tanık olmuştu... Kayıplar Komitesi’nin orada kazı yapıp da bir şey bulamadığını öğrenince, yakın akrabası bir Kıbrıslıtürk kadını aramış ve “Hemen Sevgül Uludağ’ı ara ve kendine bu toplu mezarın yerini göster” demişti. İyi kalpli bu okurumun isteğiyle sözkonusu Kıbrıslıtürk kadın beni aramış ve toplu mezar yerini bana göstermişti – oraya giderken Kayıplar Komitesi’nden araştırma görevlilerinin de benimle gelmesini istemiştim. Nitekim yapılan kazılarda yedi Kıbrıslırum’dan geride kalanlar toplu mezarda ve az ötede de iki Kıbrıslırum’dan geride kalanlar bulunmuştu – bu Kıbrıslıtürk okurumun çok değerli, insani yardımları sonucu toplam 9 “kayıp” Kıbrıslırum’dan geride kalanlara ulaşılabilmişti...

Öldürülen Kıbrıslırum kadınlardan birisinin birbuçuk yaşlarında küçük bir kızı vardı... Kızı annesinin öldürüldüğünü bilmiyordu... Yakınlardaki Voni (Gökhan) köyünde 700-800 kadar Kıbrıslırum savaş esiri tutulmaktaydı. Voni esir kampından bazı Kıbrıslırum kadınlar, kamp yöneticilerinin izniyle, Minareliköy ve civarından yiyecek toplamaya gelmişlerdi ki kamptakiler yedirilebilsin. Minareliköy’den yiyecek toplarken bu birbuçuk yaşındaki küçük kızı, annesinin memesini emerken bulmuşlardı... Kızcık annesinin öldüğünü bilmiyordu ve beslenmeye çalışıyordu... Bu küçük kızı alıp Voni kampına götürmüştü Kıbrıslırum kadınlar...

Biz konuşurken belgesel filmi hazırlayan Kıbrıslırum gençlerden bazılarının ağladığını görüyorum... Onları ağlatmak için anlatmadık bunları – birlikte barış içinde yaşamamız gerektiğini, bu kadar küçük bir adada bunca vahşete gerek olmadığını anlatmak için konuştuk...

Bu gençlerin öğretmenlerine de özel olarak teşekkür ediyoruz çünkü gençlere Kıbrıs’ta gerçekte neler olup bittiğini anlamalarına yardım ediyorlar – yalnızca anlamak da değil, bunu belgesele dönüştürmeleri için yardımcı oluyorlar...

 Tseri'de Kıbrıslırum okurumuzun değerli yardımıyla onlardan geride kalanlar iki ayrı noktada bulunan Naim Hüseyin, Kemal Hüseyin, Salih Mehmet ve Mustafa Osman Akay...