Kıbrıslırum parlamentosunda “kayıplar” tartışıldı: Beşinci Mil’de toplu mezar arayışı…

Sevgül Uludağ

Kıbrıslırum Parlamentosu’nda “kayıplar” tartışılırken, Beşinci Mil’de toplu mezar arandığı belirtildi…

Kıbrıs Haber Ajansı ve Cyprus Mail gazetesinden okurlarımız için bu tartışmalarla ilgili haberi derleyerek özetle Türkçeleştirdik… KHA ve Cyprus Mail’in sözkonusu haberi özetle şöyle:

***  Kıbrıs’ın kuzeyinde Karava bölgesindeki Beşinci Mil’de 1974 Türk işgali esnasında ölmüş olan ilk kişilerin – ki bunlar 40 ile 70 civarındadır – gömü yerini bulup çıkrmak maksadıyla kazılar başlamış bulunuyor.

***  Kıbrıs Parlamentosu Kayıp Şahıslar ve Göçmenler Komitesi’ne geçtiğimiz Salı günü verilen bilgilere göre, Beşinci Mil’deki kazılar başlamış bulunuyor, aynı zamanda kimyasal maddelere bulanmış bazı kalıntılarla ilgili yeni gelişmeler de bekleniyor.

***  Kayıp Şahıslar Komitesi’nin komiteye verdiği bilgilere göre, askeri bölgede bulunan Karava’daki yerde üç olası gömü yeri bulunuyor ve bu üç yerden birinde Türk ordusundan izin alındıktan sonra askeri bölge içerisindeki birinci yerde kazılara başlandı. Bunların 1974’te harekatta ilk öldürülenler ve toplanarak bir yere gömülenler olabileceğini, sayının ise 40-70 civarında olabileceğini ifade ettiler.

***  Komite’ye Kayıp Şahıslar Komitesi temsilcisinin yanısıra İnsani İşler Komiserliği’nden Kayıp Şahıslar’dan sorumlu Komiser Anna Aristotelus da bilgi verdi ve “kayıp şahıs” dosyalarının yüzde 49’unun hala beklemede olduğunu ve süreci hızlandırmak maksadıyla devletin Kayıp Şahıslar Komitesi’ne olan katkısını arttıracağını belirtti.

***  Komite’ye verilen bilgilerde, “kayıp” çocuklar ve kadınlara da vurgu yapıldı. 1,619 “kayıp” Kıbrıslırum’dan 118’I kadınlardır ve bunlardan ancak 26’sı kimliklendirildi. 36 Kıbrıslırum çocuk “kayıp” olarak kaydedildi, bu çocuklardan 20’si kimliklendirildi, en küçüğü 6 aylıktı ve en büyüğü de 18 yaşındaydı…

***  Aristotelus, bazı kimliklendirilmiş “kayıp” şahısların cenazelerinin yapılabilmesi için aileleri tarafından alınmadığını da belirtti, bunlar kimliği belirlenmiş olan altı Kıbrıslırum ve üç Yunan “kayıp” şahıs.

***  Kimyasala batırılmış olan kalıntılar konusunda ise Anna Aristotelus, gerek yurtiçinde, gerekse yurtdışında bunlardan DNA çıkarmanın henüz mümkün olmadığını belirtti. Ancak yeni satın alınmış bir aygıtın bu konuda sonuç verebileceğini belirtti. (Okurlarımıza not: Sözkonusu kalıntılar, bir mezarlıkta bulunan kemiklerdi ve bunlar bulundukları dönemde ‘bozulmasınlar diye’ üstüne kimyasal maddeler sıkılmakta ve öyle saklanmaktaydı. Bu yapıldığı için sözkonusu ‘kayıp’ şahısların kemiklerinden DNA çıkarmak neredeyse imkansız hale getirildi… S.U.)

***  Aristotelus, bilgi edinerek bunları değerlendirmenin süregelen bir çalışma olduğunu belirterek herhangi bir ipucuna sahip kişilerin ortaya çıkıp bilgi vermesi çağrısında da bulundu.

***  Kayıp Şahıslar Komitesi temsilcileri Maria Ahilleos ile Andreas Hristu ise kazı ekiplerinin sayısının yediden sekize çıkarılabileceğini, bunun için de altı arkeoloğun daha istihdam edilerek ek araç-gereç satın almayı gerektirdiğini belirttiler, kazıların halen güneyde Yeri’de, kuzeyde ise Beşinci Mil, Templos, Ayakebir, Maratovuno ve Galatya’da devam etmekte olduğuna dikkati çektiler.

***  Türk ordusunun askeri bölgeler içerisinde normalde senede on kazı izni verdiğini, bazı sınırlamalar olduğunu, özellikle kazılan alandaki genişletilerek kazı yapılması konusunda sınırlamalar olduğunu belirten Kayıplar Komitesi temsilcileri, Dikomo (Dikmen) eski çöp alanındaki olası gömü yeri hakkında da Komite’yi bilgilendirdiler.

***  Kayıp Şahıslar Komitesi temsilcileri askeri bölgelerdeki kazılarla ilgili olarak bilgi verirken, askeri bölgelerde senede 10 yerde kazı yapma izni alındığını, bunlardan 5’inin Kıbrıslırum üye, 5’inin ise Kıbrıslıtürk üye tarafından önerildiğini ancak verilen izinlerde sınırlamalar olduğunu, özellikle genişletilme kazılarında sınırlamalar olduğunu kaydettiler. “Sadece kazmaya gidebiliyoruz, önceden bölgeyi görüp de kazılacak alanı genişletmek mümkün olmuyor. Meğer ki önceden gitmek için izin alalım ki bu da çok zordur” dediler.

***  Kayıplar Komitesi temsilcileri, Dikmen eski çöplüğündeki alanı kazılar için hazırlamaya ve 1974’teki yolun düzeyine getirmeye yönelik başvurunun bir senedir izin beklemekte olduğunu kaydettiler.

***  1963-64 yıllarında “kayıp” edilen Kıbrıslırumlar’ın yakınları adına konuşan Haris Simeonidis, “boş sözler”den bahsederek, devletin “kayıplar” konusuna mali katkısının sınırlı olduğuna dikkati çekti. “Yabancı hükümetlerden ve AB’den Kayıplar Komitesi’ne katkılarını arttırmasını istiyoruz ancak merak ediyorum, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin katkısı ne kadardır? Senede 300 bin Euro vererek başka ülkelerin katkılarının 500 binden 800 bine çıkarılmasını isteyemeyiz” dedi. Simeonidis, geçmişte dokuz kazı ekibinin çalıştığını ve ekip sayısının 10’a çıkarılacağının söz verilmesine karşın şimdilerde 7 ekip bulunduğunu ve bunların 6’sının çalışmakta olduğunu da sözlerine ekledi.

***  “Kayıp” şahıslar ve deklare edilmemiş esirlerin yakınları adına konuşan Yannakis Kolyos ise, “kayıp” yakınlarının senelerdir “boş sözler” işittiğini teyid etti. Kolyos, Komite’ye konuşmasında “Şu anda 780 kayıp Kıbrıslırum vardır. Eğer senede altı kayıptan geride kalanlar bulunursa, hepsini bulmanın kaç zaman alacağını siz hesaplayın” diyerek, “kayıp” şahısların torunlarının dahi bulunan “kayıp” dedelerini gömmek için o zamana kadar hayatta kalmayacağını belirtti.

***  Aşşalı “kayıp” şahıslar adına konuşan Maria Leondiu ise, Dikomo’daki olası toplu mezarla ilgili bilgiler olduğunu ancak 2017 senesinden bu yana prosedürün beklemede olduğunu, bunun da çok uzun bir zaman demek olduğunu belirtti.

***  Komite başkanı AKEL Milletvekili Nikos Kettiros ise hükümetin Kayıplar Komitesi’ne katkısını arttırması gerektiğini belirterek, zamanın çok önemli olduğunu söyledi, 300 bin Euro’luk katkının yeterli olmadığını, derhal birşeyler yapılması gerektiğini belirtti.

(CYPRUS MAIL ve Kıbrıs Haber Ajansı’nın 10.9.2024 tarihli haberlerini özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR TV YAPIMLARI...

“Kendi topraklarında göçmen olanlar...”

Aslı Deniz ÇELEBİ

“Zulüm dolu toprakların, hafızası zayıf toplumuna 6-7 Eylül'ü hatırlatmanın da ötesine geçen bir yapım: "Kulüp"...”

Bugün, en az 15 gayrimüslimin hayatını kaybettiği, 4 bin ila 5 bin arasında dükkân ve evin yağmalandığı; onlarca Rum, Ermeni ve Yahudi’nin yaralandığı, birçok kadının cinsel saldırıya uğradığı 6-7 Eylül Pogromu’nun yıldönümü.

Saldırıların ardından birçok Rum, Türkiye'den göç etmek zorunda kaldı.

6-7 Eylül Pogromu, 2 Temmuz Madımak Katliamı, 6 Mayıs Denizlerin idamı ve daha nicesi…

Çoğumuz bu tarihleri sadece o gün özelinde yapılan paylaşımlar sayesinde biliyor. Ne yazık ki bu tarihleri hatırlamak, günübirlik paylaşımların ötesine geçemiyor. Bu noktada, hafızamızda yer etmesi gereken olayları yalın ve tarafsız şekilde ele alan yapımların toplum üzerindeki rolünün sanıldığından daha etkili olduğunu düşünüyorum.

Özellikle, benim de içinde bulunduğum yeni neslin, hafızalardan silinmemesi gereken bu günleri sadece birer tarih olarak bilmemesinin; olayların çıkış nedenini sorgulayıp iyi analiz edebilmesinin değerli olduğunu düşünüyorum. Kendi deneyimlerimden de yola çıkarak bu yapımların insanların üzerinde olumlu bir etki bıraktığını ve özellikle gençleri olayları araştırmaya sevk ettiğini söyleyebilirim.

DEĞİŞEN HAYATLAR...

6-7 Eylül Pogromu’nun yıldönümünde, hem olayların arka planını hem de sonrasında toplumun nasıl değiştiğini gösteren “Kulüp” dizisini bu bağlamda ele almanın kıymetli olduğunu düşünüyorum. Dizi sayesinde 1950’li yılların İstanbulu’nda azınlıkların yaşamına şahitlik ediyor, neredeyse unutulmaya yüz tutmuş Ladino dilini duyuyoruz. Siyasi yapının değişimiyle birlikte değişen demografik yapıyı ve bunun, azınlıkların hayatını ne denli zorlaştırdığını dizide yer alan farklı karakterler aracılığıyla görebiliyoruz.

Dizi Sefarad Yahudisi Matilda ve yetiştirme yurduna bırakmak zorunda kaldığı kızının hikâyesinin yanı sıra, zamanın İstanbul eğlence hayatını da ele alıyor. Anne ve kızın hayatının “Kulüp”le kesişmesi, Matilda’nın eski platonik aşığı Çelebi sayesinde oluyor. Kulüp, izleyiciye tüm bu kişisel hikâyelerin yanı sıra İstanbul’daki azınlıkların nasıl ve hangi şartlarda yaşadıklarını/çalıştıklarını görme fırsatı da sunuyor.

İlk sezonun final bölümündeki her sahne 6-7 Eylül’le ilgili başka bir ayrıntı aslında. 5 Eylül gecesinde İstanbul’a kamyonlarla getirilen insanlar ve her birinin eline verilen sopalar, yıllarca yan yana dükkânlarda çalışmalarına rağmen bir gazete haberiyle komşusunu düşman belleyen esnaf, çocuğu henüz karnında olan Raşel’in bir anda gözlerinden nefret akan kalabalığın ortasında yalnız kalması, kalabalığın şiddetinin ve yıkımının her saniye artması…

Raşel’in gözünden izlediğim bu sahnelerde, ben de onunla birlikte bu vahşetten kaçmak için İstiklâl’deki her sokağa girdim ve her sokakta aynı korkunç manzarayla karşılaştım. Yıkılan, yağmalanan dükkânlar, eşyalarla dolu sokaklar ve öldürülen onca insan neredeyse benim de gözümde belirdi.

KABUL GÖRMEK İÇİN BENLİĞİNDEN VAZGEÇMEK...

Dizinin ikinci sezonunda ise 6-7 Eylül sonrasında yıkıp yakılan dükkânlardaki eşyaları yağmalayarak zengin olanlar var. Bu sayede dizi izleyiciye hem 6-7 Eylül’e nasıl gelindiğini hem de olay sonrasında toplumsal dinamiklerin nasıl değiştiğini gösteriyor.

Kulüp’ün sahibi Orhan karakteri, Rumca ismini değiştirip Yahudi kimliğini herkesten gizliyor. Böyle “gizli” bir hayatı yaşayan/yaşamak zorunda olan Orhan’ın önce annesini öldürmesi sonra da intihar etmesi, yaşanan vahşetin başka bir boyutunu daha ortaya koyuyor. Yahudi Raşel ise kabul görmek için onca yıl taşıdığı adından vazgeçip “Aysel” olmaya çalışıyor. Kabul görmek için benliğinden vazgeçmenin, sana dayatılan hayatı yaşamak zorunda kalmanın ne demek olduğunu, ikili hayatlar arasına sıkışmanın ağırlığıyla mücadele eden karakterleri izledikçe anladım. Hayatta henüz 23 senelik tecrübem olmasına rağmen, bu hikâyede kendimden pek çok parça buldum.

ÇANTA HAZIR BEKLEMEK...

Sadece öfkeden oluşan kalabalığın gözlerindeki kin ve nefreti en yalın haliyle izleyiciye gösteren yapımı orijinal kılan unsurlardan biri de sinematografisi. Sinematografisi sayesinde dönemin siyasi atmosferinin sokağa tezahürünü gösteren yapım, topluma 69 yıl öncesini hatırlatıyor ve zihinlere bu topraklarda zulme uğrayan insanların hikâyelerini kazımaya devam ediyor.

Şimdi 2024 Türkiyesi’nde yaşayan genç bir kadın olarak 69 yıl sonra aynı tarihte İstiklal’de aynı sokaklardan yürüyorum. Aynı sokaklara, kalbimde tamamlanamayan hayatların ve hayallerin burukluğuyla, zulme uğrayan bu insanların ne ilk ne de son oluşunu biliyor olmanın ağırlığıyla bakıyorum.

İstiklâl Caddesi’ne ilk kez Raşel’in gözüyle bakıyorum ve bunun ne kadar güvensiz hissettirebileceğini artık tahmin edebiliyorum. En azından Raşel'in acısını görmeye yaklaşabiliyorum.

Kulağımda “San Ton Metanasti” (Göçmen gibi) şarkısı çalıyor. Bundan tam 69 yıl önce, yüzlerce insanın "kendi topraklarında" göçmen oldukları o geceye gidiyorum istemsizce.

Etraftaki her şey yabancılaşmış, sabah olmuyor şafak doğması için.

San Ton Metanasti

“Kendi toprağında göçmen gibisin,

sabah akşam, yarayı çözüp bağlıyorsun,

ve etrafında her şey yabancı,

ve etrafında her şey taşlanmış,

ve sabah olmuyor şafak doğması için

Kanayan hayatının suyu sıkıldı (süzüldü),

her saat korku, acı ve çığlık,

ve seni yabancılar duyar, ve kardeşin susar,

ah bundan daha derin bir yara olamaz.”

(BİANET.ORG – Aslı Deniz ÇELEBİ – 7.9.2024)